Mahmut Esat Bozkurt, Türklük, dünkü ve bugünkü tefecilik

Büyük Atatürk'ün İktisat ve Adalet Bakanı, ödünsüz bir Atatürk Devrimcisi ve büyük bir Türk Milliyetçisidir O. Türklüğe âşıktır. "Bozkurt" soyadını Atatürk vermiştir O'na. Bu aşkının dışavurumu olan aşağıya aldığım sözlerinden dolayı, günümüzün tüm bölücüleri, özellikle de şeriatçı ve de PKK yanlısı Kürtçüler, ona verip veriştirmektedirler ve ne yazık ki bir avuç gerçek Türklük sevdalısı dışında, kendisine Milliyetçi ya da Devrimci diyen hiç kimse ona sahip çıkacak yürekliliği gösterememektedir.

İşte o sözleri, yeniden okuyalım:

"Dost da düşman da bilsin ki, bu memleketin efendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır; o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır."

"Türk haklarından istifade edebilmek için Türklüğü benimsemek, Türk harsını kabul etmek, Türklüğü duymak, Türk menfaatlerini kendi menfaati yapmak, ona hürmet etmek, Türk'üm demek, Türklüğü harsile, hissile kabul etmek lâzımdır. Bunları samimiyetle benimseyenleri, yapanları, Türk sayarız. Kim olursa olsun."

Devlet Adamı Mahmut Esat Beğ'in o günün Türkiyesi'ndeki tefecilere dair tespit ve bir de son derece ilginç ve acıklı bir anısı var, onları da okuyalım 6.11.1943 tarihinde yazdığı "Tefeci Baskını" başlıklı yazısından:

"Derebeyliğin yalnız adı kaldı. Mütegallibe (zorba takımı) kasabalarda yüzüstü yere serildi. Fakat tefeci, faizci kuduz gibi ayakta durmaktadırlar. Önlerine gelen zayıfları dalamakta, ısırmaktadırlar. (...) Bunlar asırlardır Türk'ün vatanını soyguna, talana, baskına vermişlerdir. Daha dün tüten şen ocakları harabeye döndürmüşlerdir. Gülen yüzlerden gözyaşları döktürmüşlerdir ve döktürmektedirler.

(...) Şu kadarını söylemek yeter ki, bir defa eteğini tefecinin, faizcinin tuzağına kaptıran kimse kendisini oradan kurtaramaz. Bütün varı, yoğu satıldıktan sonra yine borcunu ödemek imkânını bulamaz. Ömrünün sonuna kadar çoluk çocuğuyla bunların emrindedir.

(...) Bir gün Silifke hapishanesini teftiş ediyordum. Ağır cezalılar arasında yetmiş beşlik bir ihtiyar gördüm. Merak ettim. Suçunun ne olduğunu sordum:

-Suçum yok. Borçluyum!

-Borcun ne kadar?

-Otuz lira. Fakat Bey'im, ben bu borcun anasını belki on feda ödedim. Bu otuz lira, faizinin faizinin faizi...

Hapishane defterlerine baktırdım. Adamcağız bu yaşına kadar ilk defa borç için hapishaneye düşmüş.

-Baba, borcunu ben vereyim hadi sen git, dedim.

Ağladı.

-Köleleriniz sağ olsalardı, ben buralara düşmezdim.

-Kölelerim de kim oluyor?

-Benim evlatlarım... Birisi Çanakkale'de şehit oldu, öteki İstiklal Muharebelerinde yaralandı. Geldi. İyileşemedi. İkisi de size ömür bıraktılar.

-Onlar kölelerim değil, kardeşlerimdirler. Ben de senin oğlun... Onların yerine borcunu ben ödüyorum.

Şehitlerin ihtiyar babaları yine ağladı. Hapishanenin yukarı katına çıktı. Eşyalarını alacaktı. Biraz sonra göründü. Eşyası, bir tefecinin, faizcinin köpeğinin yatamayacağı paramparça bir çuvalla, yine bir su kabağı içinde bu köpeğin ısırmayacağı kuru, kupkuru ekmek parçaları idi. İki büklüm ihtiyar yuvarlana yuvarlana hapishaneden ayrıldı."

O gün öyle imiş de, bugün farklı mı? Bugün de ülkenin neredeyse dörtte biri kredi kartı ya da tüketici kredisi borçlusu... Bankalar, sömürüp duruyorlar Türk'ün kazancını ve emeğini...

Yazarın Diğer Yazıları