Mahmur’un kızı Heidi!
Son birkaç yılda, “Türk basını” namlı Türksüzleştirilmiş medyada, yüzlerce, “Karayılan’ın ikram ettiği nefis kaburga dolması...”, “PKK kampında gazeteciler için hazırlanan enfes tavuklu pilav...”, “gitar çalan romantik teröristler...”, “kışları kendilerine çiçek nakışlı yün çoraplar ören pamuk kalpli PKK’lı kadın katiller...” , “PKK’lıların gelinciklerle bezeli cennet gibi inleri...” formatlı şuurdan yoksun metin okuduktan sonra “hâlâ” hayret edebilmeme ben de hayret ediyorum ama öyle.
Çok anti-demokratik bulabilir yurdumun “milliyetçilik”ten gayrı her duyguya, düşünceye, tavra karşı ileri hoş görülü, geniş kucaklı ablaları-abileri ama olmuyor işte, tahammül edemiyorum terör örgütü kamplarından “Dağların kızı Heidi” tonunda bildirebilenlere.
Yahu ellerinde kan var adamların, silah var; nasıl “pembe” görüyor gözün o “kan kırmızı” kafaları!
Maceralarını okurken (okuma o zaman diyeceksiniz de, mecburuz, işimizin parçası) “diren bünye, diren bünye” diye kendimi helak ettiğim son “Heidi” Aslı Aydıntaşbaş; Alper kıvamında tasvir ettiği yer ise Mahmur:
“Mahmur bölgesindeki sınır karakollarını bir bir geziyoruz. Bu dramatik tabloda gün boyu yüzümü güldüren tek şey, cephedeki yaşlı peşmergeler. Eski tüfekler, IŞİD saldırısı sonrasında Kuzey Irak’ın en ücra köşelerinden çıkıp, kayışlarını kuşanıp, cepheye koşmuşlar. Aralarında 70’lik eski komutanlar da var, tarladan fırlamış göbekli dedeler de. Gittiğimiz karakollarda çay ikramını reddedemiyoruz. Bir ara bakıyorum, sağım solum kır saçlı peşmergelerle dolu; gençler ise ayakta, saygıyla yaşlıları dinliyor. Grubun lideri konumundaki eski komutana “Esir aldığınız IŞİD’cileri ne yapıyorsunuz?” diye soruyorum. “Biz Molla Mustafa’nın askerleriyiz” diyor, Türkiye’de benzer tınısı olan slogandan habersiz. “Molla Mustafa (Mesud Barzani’nin babası) esirlere asla kötü davranmazdı.” Silahı ilk 1963 yılında eline almış. Dağlarda önce Irak hükümeti, sonra Saddam’la mücadele etmiş. Yıllar sonra bu kez IŞİD için yeniden silah başında...”
Ne kadar “kahramanca” değil mi?
Molla Mustafa Barzani’nin “askerleri” seferberlik(!) ilan edip, yeniden silah kuşanmış, dağa çıkmışlar; Mahmur’un Heidi’si de buram buram hayranlık sızdıran bir üslupla aktarıyor bunu okurlarına;
Okur sersem çünkü, aklı baliğ... Okur tembel, önüne neyi koyarsan onur yalar yutar ama sormaz, sorgulamaz, soruşturmaz... “Molla Mustafa Barzani’nin askerleri” dediğin o “dedeler(!)”in sırtımıza sapladığı hançerin, bizzat Mareşal Fevzi Çakmak’ın el yazısıyla nasıl belgelendiğini ve meraklısını arşivde beklediğini bilmez... O “dedeler(!)”in torunlarına da miras bıraktıkları yegane mücadelenin “Kürdistan haritasını dünyaya kabul ettirmek” olduğunu, bu uğurda “Irak’tan sonra ikinci mücadele cephesini Türkiye’de açmak için” tetik bilediklerini hatırına getirmez... Parçaları birleştirmez... Öyle mi!
Bu rahatlık mı “Molla Mustafa Barzani”nin katillerini “emekli dedeler vatan savunması için silah kuşandı” diye yutturmaya kalkışma cüreti veriyor size?
Ha, laf hazır “emekli asker dedeler(!)”den açılmışken;
Dünkü Yeniçağ’da Ahmet Takan, Güneydoğu’da emniyet mensuplarının göreve resmi araç ve üniforma ile çıkmak istemediklerini yazmıştı ya. Daha vahimini söyleyeyim:
Sadece resmi üniformayla değil, sivil olarak da göreve çıkmak istemiyor Güneydoğu’da asker/polis; güvenlik görevlileri! İstisnalar elbette vardır ama genelde hakim psikoloji “ben kazasız belasız ne teşkilatımın içinde, ne sokakta kimsenin gözüne batmadan görev süremi tamamlayayım, ben sağ, kalanlar selamet” şeklinde. Anlatılanlara bakılırsa emniyette de, orduda da personelin genel tavrı “kendi işine bakmak”tan yana. Ne etliye karışan var ne sütlüye... Sorumluluk almaya yanaşan yok.
Yakın zamanda bir muvazzaf subaydan işittim:
- Allah muhafaza ama vatana-millete bir hal olsa -Bülent Arınç’ın kulakları çınlasın- bu subaylarla savaşamayız, büyük ihtimalle emeklileri çağırmak zorunda kalırız!
Bugün “peşmerge dede” lerin silahlanması üzerine neredeyse “destan” döşenenler, -Allah korusun- o gün gelip çatar da, bizim “kahraman dedeler” ellerine silah almaya kalkarsa ne yazarlar sizce?
“Yürüyün aslanlarım” mı?
“Durdurun, darbeye hazırlanıyorlar” mı?