Mahkeme kadıya mülk değildir...
Bu dünyada hiç bir iş ve makam insanlar için sürekli değildir. Hiç kimse bulunduğu kamu hizmetinde ömrünün sonuna kadar kalmaz. Bir süre sonra bu işe başkası getirilir, kendisi ayrılır gider. Güzel Anadolu'muzda bu gerçekten hareket ederek aksakallılarımız: "Mahkeme kadıya mülk değildir" demiştir. Rahmetli anacığım sık sık "dünya Sultan Süleyman'a kalmadı" derdi. Bu güzide sözler sadece mahkemelerdeki hâkim ve savcılar için geçerli değil elbette. Ancak günümüzdeki hâkimlerin bazıları bu gerçeği göz ardı ediyor. Günün birinde herkese lazım olan hukuk yaralı. Dahası adalete olan güven her geçen gün sarsılıyor.
Yıllar süren Silivri'deki kumpas davalarını takip ettim. Devrin anlı şanlı hâkim ve savcıları burunlarından kıl aldırmayarak o kürsüde ne çalımlar satıyorlardı. Sahte dijital veriler, gizli tanık ifadeleri ile memleketin münevverlerini tutuklayıp, yıllarca haksız hapis yatmalarına sebep oldular. Ünlü Balyoz duruşmalarında merhum Tuğamiral Cem Aziz Çakmak; yargı heyetine karşı: "Bu salondaki koltuklara oturacaksınız ve vatana ihanet ile yargılanacaksınız. Bundan kaçışınız asla mümkün değildir" demişti. Kendisi göremedi ama bütün Türkiye o hâkim ve savcıların yurt dışına kaçtığına, bir kısmının tutuklanıp yargılandıklarına tanık oldu. Çakmak'ın cezaevinde evlendirdiği kızına verdiği söz yerine geldi. Ancak o tarihi sözlerin sonunda ettiği: "Tanrı Cumhuriyeti ve donanmasını korusun" temennisi tartışılır.
***
Silivri'deki haksızlığın peşini bırakmadığımız gibi "at izinin it izine karıştığı" 15 Temmuz darbe girişiminden sonra başlayan davaları da takip etmeye gayret ederek, sorumluluğumuz icabı tarihe not düşmeye gayret ediyoruz. Bu sütundan defalarca yargı heyetlerine yönelik uyarılarımızı yazdık. Askerlik işlevini bilmeyen hâkim ve savcıların iddianameleri hazırlama yöntemlerini eleştirdik. Adil karar verebilmeleri için uygulayacakları yöntemleri hatırlattık. Lakin duyan yok. Askerlik kuralları gereği sadece verilen emri yerine getiren, parası olmadığı için bedelini ödeyemeyen gariban erler, iş bulamadığından sözleşmeli uzman çavuş görevini yapan yağız delikanlılar, Türk ordusunun yükünü omuzlayan astsubaylar, kendisine emanet edilen er ve erbaşları korumak için ölüme atılan şövalye ruhlu genç subaylar ile iradesini meczuba teslim eden darbecilerin aynı kefeye konması insanın kanını donduruyor, vicdanını sızlatıyor. Üstelik bu tip vakalar bir-iki istisna değil. Yüzlerce, binlerce örneği var.
Daha üç gün önce verilen bir karar ile başlayalım ağlanacak halimize.
1989 Isparta-Keçiborlu doğumlu İbrahim Türkekul, iki yıllık yüksek okulu bitirmiş. 12 Eylül darbesinde aileden hapis yatan mağdurlar var. Vatan sevgisi ile yetişmiş. Ülkü Ocakları'nda görev yapmış. İş bulamamış. Gidip Uzman Çavuş olarak canından çok sevdiği memleketine terör mücadelesi ile katkıda bulunmaya çalışmış. Yıllarca Doğu ve Güneydoğumuzun dağlarında terörist kovalamış. İstanbul-Maltepe'ye tayini çıktığında 5 yaşındaki Yiğit Alperen ile 3 yaşındaki Kaya isimli oğulları baba hasretinin biteceğini sanmış.
15 Temmuz akşamı üniformalı terörist darbeci komutanlar Sabiha Gökçen Havaalanı'nda terör saldırısı olduğunu söyleyerek yola 8 araçlık bir konvoy çıkarmış. İbrahim yedinci araçta. Arkasında Astsubay Ferhat Daş'ın aracı var. Vatandaşlar "en büyük asker bizim asker" diye tempo tutmuş önce. Ardından darbe haberi gelince polis yollarını kesmiş. Belinde sadece tabanca olan polise karşı ellerinde ağır silahlar bulunan asker tek mermi atmadan yanlışlığı anlayıp teslim olmuşlar. 10-15 dakika önce alkışlayan halk bu defa yuhalamış askeri. Astsubay Ferhat Daş, "Ben darbeci vatan haini değilim" diyerek aracın içinde tabancayı kafasına dayayıp onurunu koruma adına intihar etmiş. İbrahim ve diğerleri Silivri Cezaevi'ne gitmişler. Darbeci olarak yargılandılar. Gerçek darbeciler "ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezası alırken İbrahim'lere kıyak yapılmış sadece "müebbet" cezası kesilmiş. İbrahim sadece bir örnek. Yüzlerce, binlercesinin öykülerinin tamamını yazmak mümkün değil.
***
Başkentte her gün Sincan ve Sıhhiye'de davalar devam ediyor. Geçtiğimiz gün "EDOK Davası"nı izledim yine. Yargı heyetinin önyargılı hareket etmesi kabul edilemez. Hâkim heyetinin başkanı: "Türkiye'de en iyi duruşma yöneten hâkimlerden biriyim" diyecek kadar kendinden emin. Tutuklu sanığın savunması sırasında "Araya reklam alma. Kısa kes" sözleri ile uyararak duruşmada otorite sağlamaya çalışıyor. Bütün dünya 15 Temmuz akşamı başta Genelkurmay Karargâhı olmak üzere, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri karargâhları ile Jandarma Genel Komutanlığının darbecilerin işgali altında bulunduğunu biliyor. Komutanların derdest edildiğine tanık. Ama heyet başkanı darbenin kaderini değiştiren, darbecilere karşı en büyük mücadeleyi veren Korgenerallere, "Niye karargâh binasına gitmediniz? Yapılanlardan şüphelenip pastaneye mi gider general?" sözleri ile tepki gösteriyor.
Yarın bu tarihi duruşmadan notları paylaşacağım...