Mağrur olma, senden büyük Allah var!..
Selimiye Câmii’nin inşâının bitiminden sonra bir gariplik olduğunu düşünen Mimar Sinan, defaatle câminin etrafında dolaşır durur. Bir tuhaflık vardır, olmayan, güzelliği tamamlamayan, kemâle ermeyen bir şeyler vardır...
Israrlı gözlemleri neticesinde keşfeder o tuhaflığı, bir nispet, bir oran problemi vardır.. Selimiye Câmii’nin etrafındaki evlerin pencereleri büyüktür ve câmi ile evler arasındaki oranın âhengini bozmaktadır bu. Pencerelerin büyüklüğü câminin heybetine gölge düşürmektedir...
Emir verir Mimar Sinan ve câminin etrafında, câmiyi gören bütün evlerin pencerelerini küçülttürür.
Câmi ile etrâfı arasındaki nispet fikri kemâle ermiştir artık, yani Selimiye bitmiştir artık.
Yüzlerce yılda oluşan estetik fikrin, estetik değerlerin, estetik birikimin, estetik anlayışın şehir medeniyeti ile arasındaki karşılıklı beslenme, yine yüzlerce yılda oluşan dinî ve felsefî birikimin de bir neticesidir.
Mimârî-insan, mimârî-din, mimârî-felsefe, mimârî-sanat, mimârî-medeniyet, mimârî-kültür münâsebeti bir medeniyetin, bir milletin, bir devletin estetik kimliğidir aslında..
Müslümanlar tabiatın kudsiyetini ihlâl etmek olarak idrâk ederdi; tabiatla yarışmayı, tabiatı tahrip etmeyi, tabiatın dengelerini bozmayı. Müslümanlar, tabiatın ilâhîliğinin ebedî, kendisinin ise fâni olduğunu bilirlerdi ve bu sebeple de âbidevî mimârîye, eskilerin tâbiriyle şeddâdî mimâriye uzun yüzyıllar uzak kaldılar...
Mesken mimârîsinde mütevâzı yapıları tercih eden Müslüman mimârî estetiği, câmilerin mimârîsinde de oldukça sade ve gösterişsiz yapıları tercih etti, yalnızca yapı malzemesi olarak mesken mimârîsinin aksine kalıcı yapı malzemelerini tercih etti. İhtişâmı yalnızca taşın sâdeliğinde yükseltti, taşın ruhu vardı, taşların dili vardı...
Tekkelerinin, konaklarının, yalılarının her birinin ‘akademi vazifesi’ gördüğü yüzyıllar boyunca Osmanlı estetiği de aynı şekilde yükseldi, imparatorlukla birlikte. Batıdaki sarayların yanında sâde, basit bir askerî kışla gibi görünen Topkapı Sarayı’nda dünyanın zembereğini kurdu asırlarca.
***
Konaklar, yalılar ‘akademi’ olmaktan çıktı, tekkeler ‘tefessüh etti’.
‘Dağıtmak’ için kurulan vakıflar, ‘toplamak’ ve ‘biriktirmek’ telâşına düştü.
Tefessüh eden tekkelerden, ‘toplamak’ ve ‘biriktirmek’ üzere pürtelâş vakıflardan, şehirden taşraya göç eden şehirli geleneklerden ve şehirli san’attan ve estetikten yoksun zihinler yeni şehirler kurdular, göğe doğru yükselen, ‘modern şehir’ dediler bu Firavunlaşmaya...
Modern şehirlere modern câmiler yaptılar.. Nispet fikrinden yoksun, estetik zevk ve değerlerden yoksun, tevâzudan yoksun.
Büyük olanı heybetli, yüksek olanı görkemli, pahalı olanı ihtişamlı zannettiler.
Tanrı’yı mâbedin içinde zannettiler.
Aşk, sevgi, sâdâkat, teslimiyet, görgü, nezâket, letâfet, âdâb, müâşeret, usûl, erkân, sükûnet, merhamet, ibâdet ve tebessüm terk etti mâbedleri.
“Yaradanı severiz yaradandan ötürü” diyenler göçtüler kervan, katar, kâfile; sakal, bıyık, sarık, cüppe, kavuk, sürme, şalvar, misvak kuşananlar doldu yerlerine, “sineğin bala ve yoğurda yapıştığı gibi şekle yapışanlar” doldu yerlerine. Mâbedin içinde devlet değil, insan vardı, siyaset değil, irfân vardı, slogan değil, hikmet vardı, kibir değil, merhamet vardı, red değil, kabûl vardı, sınıf değil, saf vardı.
Mâbedin bahçesinde şadırvanlar vardı, güvercinlerinin şarkıları âsumana yükselen.. Mâbedin bahçesinde çocuklar vardı, minârelere tırmanan, şen sesleri dualara, âminlere karışan.
Mâbedin kubbesinde lâfz-ı celâl, minberinde kelâmın haysiyeti vardı, mihrâbına arz sığardı.
Mâbedin minârelerinde zârâfet vardı, boğum boğum şerefelerinde hıçkırıklar vardı “âh” eden, “af” diyen.
Mâbed, ahlâk demekti evvelen, güzel ahlâk ibâdetten de evveldi, ibâdet için giyilmiş bir libastı ahlâk, alınmış bir abdestti, bir huzura kabûlün hazırlığıydı ibâdetten evvel, hülâsa mâbed ahlâk demekti. Mâbette gül dalında gül tartılırdı, kurt ile kuzu birlikte yayılırdı.
***
Cümle âleme nispet yapmak için İstanbul’da Çamlıca’ya, büyük, en büyük, en yüksek câmi yapmak isteyenler, selâtin câmii ile büyük câmi arasındaki farktan bî-haber olanlar, nispet fikrinden yoksun, estetikten yoksun gösteriş meraklıları!..
Büyük, en büyük, en gösterişli, en yüksek câmiden evvel, Fırat’ın kenarında kaybolan koyunun hesâbının haşyetinden korkun.
Büyük, en büyük, en gösterişli, en yüksek câmiden evvel, hak, hukuk ve adâleti yükseltin.
Büyük, en büyük, en gösterişli, en yüksek câmiden evvel, tevâzuyu yükseltin.
Büyük, en büyük, en gösterişli, en yüksek câmiden evvel ahlâkı yükseltin.
Büyük, en büyük, en gösterişli, en yüksek câmiden evvel, nefsinizi susturun, öfkenizi dindirin, gururunuzu törpüleyin, gücün ve iktidarın şehvetinden kurtulun...