Madenciler-Mahpuslar...
Dünyada insan hayatının en ucuz olduğu ülkede yaşıyoruz. Günlüğü 40 TL’den Soma’da her gün madene giren vatandaşlarımızdan iki yüzün üzerindekini kurban verdik. Aralarında 15 yaşında çocuk işçilerin bulunduğu madencilerin dramını anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor. Ama yüzsüzlük had safhada... Daha bir kaç yıl önce “güzel öldüler” diyen Bakan bu defa zaman kazanabilmek için dünyanın gözleri önünde halka gerçekleri söyleyemedi... Nereden bakarsanız ihmal ve ihanet... Muz cumhuriyetlerinde bile bu işlerin sorumlusu olan hükümetin bakanları ve bürokratları istifa ederken, bizde pişkinlik ve yüzsüzlük tavan yapmış durumda...
Soma’da “geliyorum” diyen facianın üzerini TBMM’de örtüp, yandaşlarının para akçelerini artıranlar bakalım vicdan azabından sokakta gezebilecek mi? Dedik ya arsızlık, yüzsüzlük ve de bilmem hangi kepazelik... Sonuçta yine insanımızın dini duyguları sömürülecek... “Takdiri ilahi” teslimiyetine sarılıp, bundan öncekilerde olduğu gibi unutulmaya terk edilecek...
Madencilik için “kara ekmek” derler... Madene girmek zor zanaattır. Her an ölüm ile burun buruna yaşamaktır. Yerin yüzlerce metre altında hapsolmaktır... Mahpuslukla madencilik arasında bir acayip benzerlik vardır. Birinde üç kuruş için gönüllü girilir yerin dibine... Diğerinde özgürlüğün elinden alınarak kapılar kilitlenir beton duvarların ötesine... Birinde grizu patlaması, yangın ile toplu ölümler yaşanır, diğerinde haksızlık, adaletsizliğe karşı biriken gamdan ölümler birer birer gelir. Kalp krizi, beyin kanaması, kanser...
Günlerdir Anayasa Mahkemesi önündeki “Adalet nöbeti”ndeyim. Geçtiğimiz hafta bu sütunlardan gözlemlerimi bile yazamadım. Oysa Soma’da ölen madencilerin sayısının gizlenmesi gibi haksızca cezaevlerinde tutulan Balyoz mağdurları da diri diri gömülüyor betona... Her biri Türk Ordusunun en seçkin subayları olan 237 can bir nevi ölüme mahkum. Asker, vatan savunmasını bilir... Eylem kültürü yoktur... Şehitlik ve gazilik ritüelleri yeterlidir onlar için. Kendilerine yapılan haksızlığı duyurabilmek için aileleri “Sessiz Çığlık”lar atmaya başladı ve tam 85 hafta çığlığın ardındaki çığlığı duymazlıktan geldi hükümet. 30 Mart seçimleri öncesi “kumpas” dendi... “Seçim sonrası derhal haksızlığı gidereceğiz” dendi. Her zaman olduğu gibi sözlerinde durmadılar. Bu memlekette halen “hukukun varlığına inanan hukukçular” çareyi en yüksek hukuk kurumu olan Anayasa Mahkemesi’ne duyurma kararı aldılar. Av. Şule Nazlı Erol’un başlattığı ‘Adalet Nöbeti’ devam ediyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, eylemin demokratik olduğunu ve en kısa zamanda kararın açıklanacağını belirtti. Adalet Nöbeti tutanların amacı mahkemeyi etkilemek değil. Sadece kararın bir an önce açıklanmasını sağlamak. İçeride kol gezen ölümleri durdurabilme çabasının ötesine gitmiyor. Ankara-İncek’teki sessiz ama anlamlı Adalet Nöbeti’ne tüm Türkiye destek veriyor. Yoldan gelip geçenlerin korna ve selektörleri ile verdiği destek görülmeye değer. Evlerinden çorba, börek getirip, nöbetçilerle adalet çayı içenlerin tek amacı bir an önce haksızlığın sona erdirilmesi. Hükümetin yasa dışı kararlarına karşı hukukun üstünlüğünü hatırlatan Anayasa Mahkemesi üyelerinin, artık açığa çıkmış olan “kumpas”ı sonlandıracağı umudumu yitirmiş değilim.