Lütfetmişsin ama öyle yarım ağızla olmaz
Medyanın etikçi abilerinden Umur Talu, sözüm ona vicdanının sesini dinlemiş dünkü yazısında ve bakın neler döktürmüş:
“Bırakın onca yıllık hoca ve siyasetçi olmayı... Bırakın Meclis’te ”milletvekili“, partide ”lider“ olmayı... İnsan, sadece insan olarak... İnsan sadece vicdan olarak... İnsan, sadece pişman olarak bile bakmaz mı o fotoğraflara.
İnsanlık, vicdan, pişmanlık o an kurumuş bile olsa, o fotoğraflara bakınca, hatırası hafızası beyin kıvrımlarını acıtarak, kalbinde sıkıntı yaratarak, onca yılın ıstıraplarını bir an bile olsa hissederek canlanmaz mı hiç!
Devlet Bey; Bakın o fotoğraflara. Orada elele vermiş kadınlar, acıları asla küçülmeden büyümüş evlatlar göreceksiniz. Bir kısmı, ”Milliyetçiler hesap soracak“ türünden cinayet kurbanlarının yakını. İyi baksanız yüzlerinde, öldürenlerin yüz hatlarını seçeceksiniz. Doğan Öz, Abdi İpekçi, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Kemal Türkler... Daha yüzlercesi. Her bir kurbanın ardında ”bildik“ isimler göreceksiniz. Tabii sırf o yana bakmayın; hala acılarla inleyen tarihin içinde Darendeliler, Sazak gibi dostlarınızı, Ayşe Çetinkaya, Abdullah Gülbahar, Ahmet İdil Okur, Adem Tomay, Erhan Cengiz, Bülent Alp, Cemil Çöllü gibi partinizden, ocaklarınızdan veya sadece sokaktan geçip öldürülmüş onca insanı hatırlayın.
Onca cinayet, suikast, katliamla; hesap sorma ve kullanılma ile kanlı yolu döşenen şantiyeleri iyi bildiğiniz 12 Eylül’de, ölümler içinde yuvarlanıp idam edilen Duracık, Esendağ, Arıkan, Karataş, Orkan gibi gençlerinizi hatırlayın.
Tehdit savurup tehlikeli mesajlar verirken; İnsan sadece insan olarak bunları bile hatırlamaz mı? İnsan sadece vicdan olarak bunlarla sızlamaz mı? İnsan sadece pişman olarak, bin düşünüp bir konuşmaz mı, ağzından çıkandan utanmaz mı?”
Lütfetmişsiniz, sadece ülkücü oldukları için öldürülenlerin isimlerini de anmışsınız yazınızda. Ama öyle yarım ağızla olmaz! Ülkücülerin katillerinin de “bildik” isimleri yok mu hafızanızda?
Katil katildir; isimleri andığın o insanların katillerinin de adlarını sıralayamıyorsan, onların ölüm emri olan saloganları da dizemiyorsan sütununa inci gibi, şu fotoğrafa bakıp da “pişmanlık” duymuyorsan yazmadıkların için, kalkıp kimseye, “İnsan ağzından çıkandan utanmaz mı?” demeye hakkın olmaz. Ölen ülkücülerin adlarını, “en etikçi yine benim işte” pozu vermek için “kullanıyorsan” sadece, bu o insanların ailelerine hakaretten başka birşey değildir?
Neydi o popüler laf: Empati lütfen!
* * *
Okurum sana söylüyorum oğlum Ahmet sen anla!..
Cetin Altan, “kadınlara sövgü”de şampiyonluğa oynayan ne kadar şair, yazar, ilim-irfan sahibi varsa, ipliklerini pazara çıkarnaya girişmiş dün.
Ama bir kişiyi unutmuş.
Kendi oğlunu.
“Okurum sana söylüyorum, oğlum sen anla” mesajı vermiş olmalı. Yoksa, 1850’lerde İstanbul’da, Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye kapısı dışındaki “Köle pazarı”nda, yoksul kadınların nerdeyse okkayla satıldığını kınayan baba Altan’ın, kadınlardan fahişelik bekleyen oğul Altan’ın “kadına en ağır sövgüsü” karşısında sağıra yatması yaman çelişki olur gerçekten.
Ki baba Altan’ın özgeçmişi “yaman çelişki” kontenjanını dolduralı çok oldu.
Fazıl Efendi’nin “Er olan bir ola mı kancık ile / Anulur mu keçi kıvırcık ile” dizelerinin “tüm dünya kadınlarını ayağa kaldıracak bir küstahlıkla” yazıldığını savunan baba Altan, oğluna ait şu sözlerdeki küstahlık derecesini de yorumlasa ne iyi olur:
“Kadınlarda fahişelik eğilimi olması gerektiğine inanıyorum... Bazen kadınlar bunu da özleyebilirler. Mesela eski Roma’da Aristokrat kadınlar kölelerle yatarlardı. Böyle bir düşmüşlük özlemi olabilir kadınların içinde.” (Kadınca, Eylül, 1985)
Acaba Ahmet Altan’ın “Sürüp giden öfkeli saçmasapanlığının psikososyolojik nedenlerine” de ışık tutar mı, Çetin Altan’ın, bir baba ve ’konunun uzmanı(!)’ olarak koyacağı teşhis...
* * *
İslam demokrasisi lafına dikkat edin
Afganistan’daki ABD ve Uluslararası Güvenlik Destek Gücü ISAF’ın Komutanı General McChrystal’de gaz veriyor; “Muhteşemler... Bunu çok iyi yapıyorlar.” Zamanında George Soros, “Türkiye’nin ihraç edebileceği tek malı ordusudur” demişti. Tartışma çıkmıştı.
Demokratikleşme, asker sivil ilişkisini yeniden düzenlerken, askerin sadece yurtiçinde değil, yurtdışında ne işlere koşulduğunun tartışmasını şeffaflaştırsa diyorum. Özellikle dünyanın kazan gibi kaynadığı bugünlerde, demokrat yazarlar şu konulara neden girmezler? Dünyada etkili devlet olmak adına, asker Afganistan’da ne yapmaya gönderiliyor? Sormak lazım. Onu bırakın, bu kirli Afganistan işi nedir, hiç olmazsa, biraz onu konuşsaydık. Şu anda Batı yanlısı hükümete karşı savaşan Taliban’ı yaratanlar ABD önderliğinde Batı dünyası. Şimdi Taliban’ı sindirmek için destek verdikleri Karzai liderliğindeki Afgan güçleri de dünün savaş lordları, uyuşturucu tüccarları. Afgan cihadı, savaş lordlarının kendi aralarında çatışma, halka keyfi eziyet ve uyuşturucu, eski eser kaçakçılığı gibi yollardan, o derece kirli ve kanlı hale geldi ki, Taliban hareketi bir ümit olarak yükselip iktidarı ele geçirdi. 11 Eylül saldırıları bardağı taşıran son damla oldu. Afganistan BM kararı ile işgal edildi. Taliban devrilip, yerine Batı yanlısı iktidar kondu. Şimdi bu iki ucu kirli maceradan kurtulmak için, Müslüman ülkelerin, ‘muhteşem’ askerlerine, kültürel ‘gizli bağ’larına, arabuluculuğuna bel bağlanıyor. Bu mücadele başarılı olursa, Taliban yenilecek veya onunla anlaşılacak, Batı karşıtı olmayan ama Taliban benzeri ‘İslam demokrasisi’ kurulacak. Bu ‘İslam demokrasisi’ terimine dikkat edin, bundan sonra daha çok duyacaksınız. Müslüman dünyada ABD ve Batı karşıtlığına çare olarak bulunan bu formül üzerine deste deste kitap, makale yazılıyor. Şimdi, ne adına ‘görevimiz tehlike’ belli oluyor değil mi? l Nuray Mert / Radikal
* * *
Meşrebine göre bir imam buldu sonunda
Dindar dostlarından, “Müslümanlıktaki mutlak yasaklar” konusunda bilgi alan Ahmet Altan, “ıssız bir adada bir kadınla bir erkek kalsalar ve kurtuluş ihtimalleri olmasa, ortada nikahı kıyacak üçüncü kişi olmadığına göre ne olacak” sorusundan, “zina”nın mutlak yasak olmadığı sonucuna varmış.
Sevinçten etekleri zil çalıyordu dünkü yazısında.
“Bir bilen” din alimi dostları, “tek mutlak yasak kul hakkıdır” deyince, bir de fetva vermiş taze “talip”; yolsuzlukların hesabını soruyor.
Konuyu tam kavrayamamışsın sen Ahmet Altan!
Sadece malına değil, onuruna, haysiyetine el uzatarak, namus yolsuzluğu yaparak da girilir kul hakkına...
* * *
Düşünürsen Taraf olamazsın!
Düşünmek taraf olmaktır! Havalı laf...
Bir meslektaşımızın eşinin CIA’nın Pashtun Red Cell çalışanı çıkmasından dolayı, tartışmalar olmuş.
(...) Bu kızıl hücrelerin tarihi daha da eski. 1984’ün başında Amerikan Deniz Kuvvetleri üslerinin güvenliğini test etmek için oluşturulmuşlar ve operasyonel görevler de verilmiş. Artık bu derin devlet timleri başka neler yapmıştır; bir Allah bilir, bir de CIA’deki üstleri. Komplocu düşünmeye yatkınsanız, 11 Eylül’ün bile bunların işi olduğuna inanabilirsiniz.
Tabii, şöyle düşünmek de mümkün: Alanında uzman ve uçuk kaçık düşünmeye de yatkın birisiniz... Devlet de seni çağırdı, “kızıl hücre” sine davet edip, “Düşman hiç aklımıza gelmeyen metodlarla vuruyor. Gelin bi onlar gibi düşünün, olası saldırı senaryoları oluşturun da tedbirimizi alalım” dedi, kim gitmez? Anladığım kadarıyla, bizdeki kızıl hücre tartışmasına böyle yaklaşmamızı istiyor taraftar arkadaşlar. İnsana sormazlar mı; NTV’ye helikopter düşürtürken, ’darbeci-gazeteci’ listeleri açıklarken, her gelen belgeyi yayınlarken siz neden biraz böyle düşünmediniz diye. Yok, taraf olmak için düşünmek şart değil. l L. Doğan Tılıç / Birgün
* * *
Postmodern faili meçhuller
Hangisi daha kötü, hangisi daha pespaye?
Bazı subayların “Bülent Arınç’ı takip ettikleri” iddiası mı?
Yoksa bazı “birilerinin”, ordunun bir subayını ve eşini gizlice takip edip fotoğraflamaları mı?
Hangisi daha kalleşçe bir pusu?
Hangisi daha “asimetrik” bir savaş?
Bülent Arınç’ı günlerce konuştuk.
Peki bu kalleş pusuyu da aynı ölçüde konuşacak mıyız?
...böyle bir ikiyüzlülükle demokrasiye mi gidiyoruz? Yoksa postmodern bir istibdada mı....
Alın Hrant Dink olayını.
Derin devlet diyordunuz.
Alın o devlet, sığıyla, deriniyle 7 yıldır elinizde.
Artık askere de söyleyecek lafınız yok.
Asker artık ücra Güneydoğu karakollarında değil, evinde pusuya düşürülüyor. Kim bunu yapıyor diye sormaya kalksan, sahipleneni yok. Mavalı bırakalım; asker dediğin kurum, artık Patagonya’da bile darbe yapamaz. Ama toplumlar bu yolla susturulur. Böyle kalleş pusularla, göz hapisleriyle, böyle kalleş mayınlarla kurulur postmodern istibdat.
l Ertuğrul Özkök / Hürriyet
* * *
Haysiyet cellatlığı
Güya intihar eden albayın eşi şöyle düşünmüş:
“Gerekirse kocamın Ergenekon ilişkisini açıklarım, silahları nereye gömdüğünü, İzmit’teki çete arkadaşlarını bile anlatırım” Dikkat ediniz, dememiş de, düşünmüş!
Türk polisi binbir olayı yakalayıp açığa çıkarıyor. Elinde her türlü teknik donanım ve olanak var.
Şimdi buyursun bu cinayeti ortaya çıkarsın. Çünkü bu bir intihar değil, cinayet.
Haysiyet cellatlığı bu kadar mı
ucuzladı? l Emin Çölaşan / Sözcü
* * *
MİNİ YORUM
Akademisyenin AKP’lisini severim
AKP’li Zeynep Dağı, “Siyasi iktidar zemini hazırlarsa asker de darbe yapar” diyen Prof. İlber Ortaylı’nın TBMM Onur Ödülü almasına şerh koyacağını açıkladı. Aydın vurur yumruğunu masaya, tarihi benim dediğim gibi yazmayana ödül mödül yok der, kapatır konuyu! Allah Zeynep Hanım gibi, fikir özgürlüğüne saygılı akademisyenleri eksik etmesin başımızdan(!)