Liberaller, medya ve darbe!
AKP iktidarının görüşlerine aykırı yayın yapan ART, Kanal B, Kanal Biz, Ulusal Kanal gibi televizyonların sahipleri ya da kurucuları, “Ergenekon” adlı dava dolayısıyla Silivri’de tutuklular. Diyelim ki bu durum tamamen tesadüf olup organize kriminal bir hususla ilgilidir. Cem Uzan ise yalnız sahip olduğu medyayı değil bütün mal varlığını da kaybetti. Canını Fransa’ya zor attı. Onu da yaptığı kanunsuzluklara ve hukuk tanımamazlığa bağlayalım. Kanal Türk ve Sabah-Atv iktidar yanlısı sermaye grupları tarafından satın alındı. Kullanılan kredileri ve yapılan işleri normal görelim ve diyelim ki bu durum da tamamen ticari bir faaliyetin sonucudur. Doğan medya grubuna şu kadar milyar dolarlık ceza verildiğini hatırlayalım ve onu da ticaret ve gelir vergisi kanunu vb.. yasalara riayet etmemenin doğal sonucu olarak görelim.
Yazarlardan Emin Çölaşan çalıştığı Hürriyet Gazetesindeki köşesinden, Ertuğrul Özkök ise yönetim görevinden uzaklaştırıldı. Bunların da okuyucunun artık bu yazarları okumaktan vazgeçmesinin sonucu olduğunu düşünelim. Okuyucunun daha açıkçası Doğan medya grubunu doğal seleksiyona tabi tuttuğunu var sayalım.
Başbakan Erdoğan’ın şu sözlerini de bazıları yanlış yorumlamış olsun: “Köşe yazarıma hâkim olamıyorum diyemezsin. Sen bunun sorumlususun. Köşende yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiğin zaman da, hakkın yok. O insanlara o kalemleri teslim edenler der ki, kusura bakma, bizim dükkânda sana yer yok. Herkes vitrinine layık olanı koyar”. Başbakanın bu sözlerini ’iyi ve halka saygılı yazar, kötü ve halka saygısı olmayanı kovar’şeklindeki serbest medya piyasasının ilkesinin doğal ifadesi olarak görelim. Nitekim Sayın Başbakan Bekir Coşkun’un işine son verilmesiyle ilgili olarak “Gazetecilerin işe alınmalarında bir rolüm yok ki, çıkarılmalarında olsun” cevabını verdi. Olması gerekenin bu olduğunu söyleyip geçelim.
Bekir Coşkun, Mehmet Barlas ve darbe
Gelelim mevcut iktidarı kutsayan kalemlerin çifte standartlarına. İktidar ile yandaşlıkta yüzde yüzlük bir görüntü veren liberal Eser Karakaş, Bekir Coşkun’un Haber Türk’te kaleminin kırılmasıyla ilgili olarak şunları yazıyor: “Sayın Bekir Coşkun 29 Nisan 2007 günü, yani meşhur ve ahlaksız muhtıradan iki gün sonra ne yazmış: “Muhtıranın özünde bir anlayış farklılığı yatıyor. Çağdaş-uygar bir yaşam biçimine ulaşmak isteyenler, ilkel ortaçağ yaşam biçimine dönmek isteyenlere engel olmak istiyorlar. Muhtıranın özü bu.” Ve Bekir Coşkun’un yazarlık meşruiyeti bu yazıyla bitiyor. Askeri darbeyi, muhtırayı savunmak şiddeti savunmak demektir. Şiddet savunmasının ise meşruiyeti olamaz”. Eser Karakaş, muhtırayı savunduğu için Bekir Coşkun’un meşruiyetini yitirdiğini ve bu nedenle de kendisine yazı yazdırılmamasını doğru (!) buluyor.
Ancak Karakaş’ın da üstadı olan liberallerin liberali Mehmet Barlas ise bırakın muhtırayı 12 Eylül darbesini savunuyor: İşte 12 Eylül 1981 tarihli Milliyet Gazetesinde darbenin birinci yıl dönümünde Mehmet Barlas’ın yazdığı baş yazı: “En büyük güvencemiz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokrasiyi vazgeçilmez bir felsefe olarak kabul etmiş olmasıdır. 12 Eylül’ün biçimi bize bu güvenceyi vermektedir. 12 Eylül bir askeri rejim olmaktan çok bir devlet yönetimi sergilemektedir. Müdahaleyi, bir cunta değil, ‘emir ve komuta zinciri içinde emirle’ tüm Silahlı Kuvvetler yapmıştır. Devletin bütün kadroları buna katılmıştır. Halk bunu geniş biçimde desteklemiştir. 12 Eylül iktidarının kaynağı bir grup değil, devletten ve halktan almaktadır. Bu yüzdendir ki, arkalarında milyonlarca kişinin oyunu taşıyan siyasi parti kadroları ve liderleri, dönemin gereği olan bazı kısıtlayıcı kurallara, direnmeden uymuşlardır”.
Meslektaşı işinden kovulunca, onun hukukunu savunacak yerde meşruiyetini sorgulayanların kendilerine dönüp bakması gerekir. Bugünün liberalleri içinde sicili en iyi olanlardan birisidir Mehmet Barlas. Onun da 12 Eylül’deki tavrı yukarıdaki gibiydi.