Laik demokrasi de ne?..

Radikal yazarı Türker Alkan AB Komisyonu Başkanı Barroso’ya sordu: Siz hiç ’dini demokrasi’ veya ’teokratik demokrasi’ gördünüz mü?

AB Komisyonu Başkanı Barroso bir telaş geldi ’AKP’ye destek olabilir miyim’diye. Ama bu işin hiç de Avrupa’dan gözüktüğü kadar kolay ve basit olmadığını gördü sanırım. Türkiye’de yaptığı açıklamalarda daha düşük tonda bir üslup kullandı. “Laiklik ve türban konusunda bir standart empoze edemeyiz” dedi. “Avrupa ülkelerinin her birisi kendine göre bir formül bulmuştur, elbette Türkiye de kendine uygun modeli bulacaktır.”
Ve yeni bir terim attı ortaya: “Laik demokrasi!”
Barroso’nun ziyareti Türkiye’nin AB için taşıdığı önemi gösteriyor. Sarkozy’nin ’Türkiye’yi dışlama’görüşünü AB politikası haline getirmesi o kadar da kolay olmayacak galiba.
Barroso’nun dediği doğrudur: Avrupa’da her ülke laiklik konusunda kendi tarihsel koşullarına göre bir yol çizdi. Din eğitimi, aile hukuku, kılık kıyafet konularında tam da aynı yolu izlemediler. Fakat izledikleri yol ne olursa olsun, yolun sonunda laiklik vardı.
Bu süreç sona ermiş değil, hâlâ devam ediyor. Örneğin İtalya, İspanya, İzlanda gibi Katolik Kilisesi’nin etkili olduğu ülkelerde kürtaja getirilen sınırlamalar sona ermiş değil. Fakat laiklik tartışmaları bu ülkelerde artık toplumsal barışı bozacak kadar sert rüzgârlar da estirmiyor.
Ama Avrupa ülkeleri de din-devlet ilişkilerini rayına oturtuncaya kadar çok çalkantılar yaşadı, krallarla papalar arasında bitip tükenmeyen savaşlara, katliamlara tanık oldu. Siyasal iktidarın meşruluğunun hangi temele oturacağı kavga konusu edildi.
Avrupalılar çok akıllı ve bilge oldukları için “Haydi biraz da laik olalım” demediler. Barışçı bir dünya kurmak için benimsemeleri gereken bir seçenek laiklikti. Modernleşmenin, bireyselleşmenin, demokratikleşmenin yolu laiklikten geçiyordu.
Tabii ki bu konuda Avrupa’dan farklı bir deneyim yaşadık. Avrupa ülkeleri modernleşmenin bir sonucu olarak laikleştiler, biz ise laikleşerek modernleşmeye çalışıyoruz! Barroso’nun dediği gibi, her ülke kendi yolunu çiziyor.
’Laik demokrasi’deyimine gelince, tam bir ’adçılık’(nominalism) deneyimi gibime geldi. Bir şeye ad koyarak onun gerçekleşeceğini sanmak gibi bir çaba.
’Laik demokrasi’den söz edilecekse, bunun karşı tezinden (mefhumu muhalifinden) sanki ’laik olmayan demokrasi’de olabilirmiş gibi bir sonuç çıkarmak gerekir ki, bu olacak şey değil!
Siz hiç ’dini demokrasi’veya ’teokratik demokrasi’gördünüz mü? Ben görmedim. Türkiye de zamanla daha laik hale gelecek ve demokrasiye giden yolda gelişmesini sürdürecektir.
Avrupa’da yüzyıllardır süren laikleşme ve demokratikleşme sürecini biz bir yüzyılda tamamlamaya çalışıyoruz. Arada bir tökezlemeler, aksaklıklar oluyor işte. Fakat düzelecektir. Türkiye’de laikliğin de, demokrasinin de sağlam tabanı var zira.
* Türker Alkan / Radikal

+++++

Devletler arası saygısızlık
AVRUPA KOMİSYONU’NUN Başkanı, devlet başkanı olmadığı halde, protokol kuralları olumlu yorumlanarak devlet başkanı gibi karşılandı. Marşlarla, törenlerle. O da, inşallah, bütün bunlardan gereken dersi çıkarmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurallarına saygının gereğini kabul etmiştir. Eksik olmasın, Anıtkabir’e gitmeyi ihmal etmedi ama, bu devletin kurallarına göre “ekümenik” sayılmayan Fener Rum Patriği’ni ziyaret edişte AB başkenti Brüksel’in Ortodoks piskoposunun kabulde bulundurulması saygısızlığına onay vermiş oldu.
İnşallah, kendisiyle görüşen devlet adamlarımız ve parti liderlerimiz devletler ve kuruluşlar arası ilişkilerde karşılıklı saygının vazgeçilmezliğini kendisine anlatmışlardır. Hiçbir komplekse kapılmadan.
Zira, asıl kompleks içinde olması gereken onlardır. Gerek Kopenhag, gerekse Maastricht ölçütleri açısından şimdiki AB üyelerinin en az üçte birinden daha iyi durumda olan bir Türkiye’yi yıllardır oyalayarak en büyük saygısızlığı gösteren onlar değil mi? Birliğe bir an önce girmek için çırpınsanız ya da artık yaka silker duruma gelmiş olsanız da, buna kızmadan durabilir misiniz?
Şu günlerde, AKP için açılmış kapatma davası vesilesiyle, AB çevrelerince dolaylı dolaysız söylenip yazılanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine ve kimliğine karşı büyük saygısızlıktır. Bunun affedilmezliği mutlaka yüzlerine söylenmelidir. Biz, AB üyesi olan devletlerin kendi toplum yapılarından ve tarihlerinden ve özelliklerinden gelen özgün kurumlara ve kurallara ses çıkarıyor muyuz?
Bize ne denli değişik, çağdışı, hatta tuhaf gelirlerse gelsin.
Örneğin, Birleşik Krallığı, yani “İngiltere” dediğimiz ülkeyi alalım.
Devlet başkanı sayılan kraliçenin mutlaka Hıristiyan Protestanlığının Anglikan Kilisesi’nden olması gerek.
Lordlar Kamarası denen üst mecliste, bugün bile, babadan oğula soyluluk yoluyla üye olanlar var. Toplantı yetersayısı sadece üç.
Seçimden çıkan altı yüz küsur üyeli Avam Kamarası her gün papaz duasıyla çalışmaya başlıyor. Toplantı yeter sayısı ise sadece kırk.
Ama biz, bütün bunları İngiliz demokrasisinin “yüzü suyu hürmetine” tarihten gelme ve oraya özgü nitelikler olarak görüp saygıyla karşılıyoruz.
P eki, zorlu bir savaşla yedi düvel istilasından ve yüzlerce yıllık halife istibdadından kurtulmuş bir halkın hem “ulus” olmak hem de laik devlet kurmak için edindiği kurumları ve kuralları onlar niçin yadırgamaktadır?
Yoksa, niyetleri mi bozuktur?
* Mümtaz Soysal / Cumhuriyet

+++++

Kim kimi
kurtarıyor?

IMF ile ilgili olarak gelen haberler hiç de iç açıcı sayılmaz! IMF açısından en kötü sayılabilecek haber artık müşterisinin kalmamış olması!
Türkiye dışında bir iki müşterisi daha varmış, o kadar!
Adamlar o kadar itibar kaybına uğramış durumdalar ki artık hazırdan yemeye başlamışlar!
Stoklarındaki altınları satıp ayakta durmaya çabalıyorlarmış!
Artık dünyanın pek çok ülkesi IMF ile anlaşma yapıp ekonomilerini kurtarmaya çalışmıyor!
Çünkü IMF reçeteleri ile iflah olmuş ekonomi yok gibi!
IMF ile iş tutan nadir ülkelerden biri olan Türkiye’nin ekonomisini yönlendirenler ise hala bu kurumdan medet umuyorlar!
IMF ile genel anlamda mutabakata
vardık diye seviniyorlar!
Bir iki hafta içinde anlaşmayı imzalarız diye neşeleniyorlar!
Yahu kim kimi kurtarıyor?
Hazırdan yemeye başlamış IMF mi Türk ekonomisini kurtaracak yoksa yapılan anlaşma IMF açısından bir cankurtaran simidi gibi mi olacak?
Pek çok çalışanının işine son verme zorunda kalan IMF ile işbirliği yapmak Türkiye’ye ne kazandıracak?
Bunu anlamak zor!
Bugün pek çok insanımız sokaklarda iktidar tarafından alınan ekonomik ve sosyal kararları protesto ediyorsa bunda en büyük sorumluluk payı elbette IMF’ye aittir!
Çünkü insanları sokağa döken kararların altında hep IMF’in istekleri yatmak-
tadır!
Memur maaşlarına zam yapmayın
önerisi IMF’ye aittir!
İşçi maaşlarını düşürün önerisi de IMF’ye aittir!
Emeklilik yaşıyla oynanması ve daha önceden kazanılmış hakların geri alınması gibi insanları sokağa döken istemlerin altında da IMF imzası vardır.
IMF reçeteleri ile kapısını çalan ülkeleri perişan ederken kendisi de ekonomik bir çıkmaza girmekten kurtulamamıştır!
Çünkü IMF reçetelerinin derde deva olmadığı pek çok ülke tarafından anlaşılmış ve IMF büyük ölçüde müşteri kaybetmiştir!
Belli ki şimdi de zaruri ihtiyaçlarını, Türkiye gibi hala IMF ile ilişkilerini sona erdirememiş birkaç ülke ile karşılamaya
çalışıyorlar!
Türk ekonomisini yönlendirenler en azından bu durumun farkına varabilseler IMF temsilcileri ile daha sıkı pazarlık yapma şansına sahip olurlar.
IMF temsilcilerine “Kim kimi kurtarıyor, siz mi bizi yoksa biz mi sizi?” diye soruverseler yeter!
Türkiye gibi birkaç ülke daha olmasa belki IMF eleman çalıştıracak mali gücü bile kendisinde bulamayacak!
Görünen o ki, artık IMF ülkelerin ekonomilerini düzeltmelerine(!) yardımcı olamıyor.
IMF bu ülkeler sayesinde ayakta
duruyor!

+++++

Hürriyeet
Yılmaz Özdil

Kurtar bizi Barroso

PİRİNÇ, yüzde 100 zamlandı.
Mercimek, yüzde 70.
Fasulye, yüzde 160.
Zeytinyağı, yüzde 133.
Un, yüzde 70 zamlandı.
*
Pilav, 50 kuruş.
Çorba, 50 kuruş.
Kuru, 1.5 lira.
Zeytinyağlı, 1 lira.
Ekmek, bedava.
*
İlk fiyatlar, piyasadan.
Öbürleri, Meclis lokantasından.
Evet, enflasyon tek hane...
Ama Meclis’te!
*
Onlar 2 senede emekli.
Bizi 65’te yapıyorlar.
İlaç ve tedavi parası ödememek için kendilerini “gazi” ilan ettiler. Memura yüzde 2 verirken, kendi maaşlarına yüzde 50 zam yapıyorlardı, son anda yakalandılar... Vergilerimizle alınan kontörleri, çocuklarına dağıtmışlar.
*
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, hazır gelmişken, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Barroso’dan rica ediyorum... Bizim millet olarak etkimiz yok, sizi dinlerler. Malum, egemenlik sizin... İlla bir reform yapacaksak, önce Meclis’te reform yapılsın... Avrupa Birliği parlamentolarındaki “etik” kurallar, bize de getirilsin. Çok şey istemiyoruz... Gariban ülkeyiz, haddimizi biliyoruz; Alman’la, Fransız’la, İspanyol’la eşit tutulmayı talep etmiyoruz... Anayasamızda bulunan “eşitlik” ilkesi gereği, milletvekillerimizle “eşit” olmak istiyoruz. Hepsi bu. Lütfen.

+++++

Vatan
Mustafa Mutlu

Söz konusu çıkarsa
millet teferruattır!

Her beş yılda bir seçim yapıp Meclis’teki milletvekillerini değiştiriyoruz; ama “sadece kendine yontan çıkarcı vekil” tipini değiştiremiyoruz!
Eski vekiller kendilerine kıyak emeklilik icat etmişti... Bu yetmemiş; memurun, emeklinin maaşını bir artırırken, kendilerininkini beş artırmıştı...
Yeni milletvekilleri de onlardan aşağı kalmayacaklarını kanıtladı... Sadece gazilere tanınan “sağlık hizmetlerinde katkı payı ödememe” ayrıcalığını bir çırpıda kabul ediverdi!
Böylece hepsi oturdukları yerde “gazi” oldu!
Üstelik hemen her konuda kavga ederken, ne ilginçtir ki bu konuda büyük bir uzlaşma örneği sergilediler...
Biri bile itiraz etmedi bu “ayıplı” yasa maddesine!
Hani Atatürk’ün son yıllarda çokça tekrarlanan bir sözü var, “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır” diye...
Meclis’in bu haline bakıyorum da bu söz dudaklarımdan başka türlü çıkıyor:
“Söz konusu çıkarsa gerisi teferruattır!”
Yüzsüzlüğün bu kadarını en yoğun isyan duygularımla kınıyorum!

Yazarın Diğer Yazıları