Kuzuların sessizliği (14 Aralık 2007)

Hükümetin “çözüm”diye millete dayattığı yasaların hepsi lehimize ya... Sesimiz çıkmıyor... Ne verilirse, onu yiyoruz!

Bizdeki sessiz, kuzu gibi bir vatandaş topluluğu, dünyanın hiçbir ülkesinde kalmadı artık!
Ülkemiz güllük-gülistanlık, hükümetin “çözüm” diye dayattığı yasaların hepsi lehimize ya...
Sesimiz çıkmıyor... Ne verilirse, onu yiyoruz!
İktidar birkaç ay içinde yürürlüğe girecek yeni sosyal güvenlik paketiyle emekli maaşı, sosyal yardımlar, yıpranma payı gibi kazanılmış haklarımıza bile göz dikti...
Ama bu, ne sendikaların umurunda, ne işçilerin, ne de emeklilerin...
Bunları dert edinenlerin sayısı o kadar cılız ki, sesleri bile çıkmıyor.
Oysa bizdeki paketin onda biri kadar bir başka paket Yunanistan’da gündeme geldi diye ülkede yer yerinden oynuyor...
Gemi ve uçak seferleri iptal ediliyor, mahkemeler, okullar kapanıyor, televizyonlar ve radyolar yayın yapmıyor, gazeteler basılmıyor!
Yani sağcısı-solcusu, iktidar yanlısı-muhalifi bütün halk el ele verip genel greve gidiyor!
Bizde ise bırakın “genel grev” i, “grev” bile “vatana ihanet” muamelesi görüyor!
Sadece sıradan vatandaş mı bu kadar tepkisiz kalan?
Hayır; okumuş-yazmışların da hali aynı!
İğneyi kendimize batıralım: İktidar, gazetecilerin yıpranma payı hakkını ellerinden almaya çalışıyor; bu girişimi protesto etmek için düzenlenen yürüyüşe sadece 60 gazeteci katılıyor...
İşin ilginci bunlardan 40 kadarı da zaten emekli, yani karardan etkilenmeyecek kişiler...
On binlerce kahraman(!) meslek mensubu ise devekuşu gibi başını toprağa gömmüş, kaderine razı!

* * *

Uzun söze gerek yok:
Toplumlar, layık oldukları iktidarlar tarafından yönetilir...
Ne yazık ki bu kural bizim için de geçerli!
* Mustafa Mutlu/ Vatan

* * *

Sıfıra sıfır elde var sıfır
Yarın 100. gün.. Hükümet herhalde 100. günün hesabını verir.. Yaptıkları, yapamadıkları..
Gelenek böyledir..
Hele hele yeni kurulmuş bir kabine değil de bir öncekinin devamıysa, bu hesap daha keskin olmalı..
Bahanesiz..
500 gün falan beklenmemeli..
100 gün nasıl geçti?
Biraz hayhuyla, bolca gürültüyle.. Bol bol atamayla.. Aslında somut bazı şeyler var, onlara geleceğim.. Ama önce şu gürültülü kısmına bakalım..
AKP hükümeti yola yeni anayasayla çıkmak istedi.. Slogan da şuydu, ilk sivil anayasa..
Komisyonlar kuruldu..
Kamplar yapıldı..
AKP MYK toplandı..
Sivil anayasanın asıl hedefinin üniversitelerde türbanı serbest bırakmak olduğu anlaşılınca ortalık gerilidi.. Taslak rafa kaldırıldı..

* * *


Aslında yeni anayasa çalışmasının askıya alınmasına biraz da PKK terörü yol açtı..
13 askerimizin şehit olduğu Dağlıca saldırısı..
Ardından sınır ötesi operasyon geldi..
Barzani ile ağız dalaşı başladı.. Bush’a gidildi.. ABD, Ankara’ya destek verdi.. Bu arada PKK militanları kampları boşaltıp uzak bölgelere çekildiler ki operasyon falan yapılmadı.
Tezkere elde bekliyoruz..
Dağa çıkışı önleyecek, dağdan inişi kolaylaştıracak bir şeyler de yapılmalıydı..
Hükümetin bir planı olmalıydı..
Acaba o plan nedir derken, Başbakan öyle bir söz sarfetti ki, tamam dedik ciddi bir hazırlık var..
Yokmuş!
Meğerse uçaktaki gazeteciler yanlış anlamış..
Başbakan, eve dönüş yasasıyla ilgili çalışma yapılabilir demiş..
Yapılıyor, böyle bir çalışma sürdürülüyor dememiş.. Başbakan yeter ki önerileri görelim diyor.. Kimden öneri beklediğini de söylemiyor!
Yani bu konuda da sıfıra sıfır elde var sıfır..

* * *


Peki hükümetin ilk 100 gününde ne oldu?
Gelelim somut verilere..
Olan şu: Büyüme üçüncü çeyrekte yüzde 2’ye indi.. 2002 yılının ilk üç ayından sonraki en düşük seviyesine..
Büyüme hedefi tutmadı..
Enflasyon hedefi de tutmadı.. Şimdiden yüzde yüz saptı..
Hedef yüzde 4’tü, yüzde 8’in üzerine çıktı..
Cari açık ise 35.2 milyar dolar ile rekor kırdı.. Bu, Ekim ayı rekoru.. Eylül ayında da rekor kırmıştı!
Peki niye böyle oldu?
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek de diyor ki; belki de çok olumlu bir dönemin yani yüksek büyümenin, bol likitidenin olduğu dönemin sonuna yaklaşmış bulunuyoruz..
Yani tatlı hayat bitti mi?
Ekonomi programlarını izliyorum.. Sonbahara giriyoruz diye yorumlar yapılıyor..
Eyvah!
Sonbahardan sonra kış gelir de..
İkinci AKP iktidarının ilk 100 gününde durumumuz kısaca budur..
* Mehmet Tezkan/Vatan

* * *

Mütareke basını
1918’de Mondros ve 1920’de Sevr Antlaşmaları ile bizi tarih sayfalarından silmek, Türk’ün defterini kapatmak istediler. 87 yıl sonra Sevr dosyası yeniden açılıp önümüze konulmak isteniyor. Günümüzde laik cumhuriyeti bile tartışılır hale getirdiler! Mondros Mütarekesi’nden sonra vatanın her yanı işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, tüm ekonomik kaynaklarına el konulmuş, 623 yıllık (1299-1922) Osmanlı İmparatorluğu parça parça edilmişti. “Mütareke basını” adı verilen İstanbul basınının önemli bir bölümü, Anadolu ateşini söndürmek için Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını “káfir” ilan etmiş, Padişah “ölüm fermanı” yayımlamış, Şeyhülislam da “idamları vaciptir” diye “fetva” vermişti.
Yıllar sonra “satılmışlığın ifadesi” olarak “Mütareke basını” biçiminde anılacak olan yayın organlarından Alemdar, Peyám-ı Sabah, Vakit ve İkdam gazeteleri, işgalcilere sevgiyle yaklaşırken direniş gösteren ulusalcılara sövgü yağdırıyordu. Hulki Cevizoğlu’nun “İşgal ve Direniş” adlı kitabında bu konu geniş olarak anlatılıyor. “Mütareke basını” bakınız neler yazıyordu:
“...Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuva-yı Milliye maskaraları, Yunan askerlerinin önünden korkakça kaçarken, zavallı saf ve gafil halk ile askerlerden topladıkları kuvvetleri düşmanla savaştırıp, zavallı askerlerimizi ve halkımızı boş yere kırdırmak yöntemi izliyorlar!”
“...Çaresiz millet, bu yankesicilerin hilelerini hálá tümüyle anlayamamıştır! Memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor!”
“...Ey yalancı ve azılı eşkıyalar... Yağmacılar! Kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuva-yı Milliye unvanını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek milletin hakkını savunacaksınız, öyle mi?”
*

O günleri unutmamamız lazım... O kapkara dönemleri dileriz bir daha yaşamayız. Bunun için kararlı, cesur ve azimli olmamız gerekiyor. Biz bu ülkeyi sokakta bulmadık!
* Rahmi Turan/ Hürriyet

* * *

YÖK’e paraşütle indi
Bu, 5’inci YÖK Başkanı.
1’inci, Ankara Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi rektörüydü.
2’nci, 19 Mayıs Üniversitesi.
3’üncü, Karadeniz Teknik.
4’üncü, Galatasaray rektörüydü.
Ya 5’inci?
Rektör değil.
Dekan bile değil.

* * *


Herhangi bir fakülteyi ya da üniversiteyi yönetmemiş biri, hepsini birden yönetecek.

* * *

Albayın, tuğ, tüm, kor ve or’u atlayıp, direkt genelkurmay başkanı olmasıdır.
Muhabirin, editör, yazı müdürü olmadan, genel yayın yönetmeye kalkmasıdır.
Vali olmamış kaymakamın, İçişleri Bakanlığı koltuğuna kurulmasıdır.

* * *

Yönetemez.
Yönetemeyeceğini göreceğiz.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet

Yazarın Diğer Yazıları