'Kuzey Suriye'den davet almaları an meselesi
Fahri konsolosum olur musun!
Son üç ayda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğünü korumaya çalışırken tam 55 ana kuzusunu şehit vermiş bir ülkede, yüzleri bırakın kızarmayı pembeye bile dönmeden, pişkin pişkin “Kürdistan’a eyvallah demeliyiz” yazabiliyorlar. Diyarbakır’daki mayınlı pusuda iki şehit verdiğimiz, Van’da polis otosunun, Hakkari’de askeri karakolumuzun PKK saldırısına uğradığı gün Radikal’de aynen böyle yazdı Oral Çalışlar:
“Eyvallah demeliyiz”
Aynı gazeteden Koray Çalışkan Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri yorumlarken “müjde” verir gibi şendi:
“Kürtler adım adım hak ettikleri özerkliği kuruyor. Türkiye bu konuda hata yapmıyor. Barzani ile ilişkiler iyi...”
Zehir zemberek “Büyük Kürdistan kuruluyor” ifadesi Mehmet Ali Birand’a göre “bal gibi”:
“Bölgede öyle gelişmeler yaşanıyor, sınırlar öylesine oynaklaşıyor ki, artık “Olmaz böyle şey” veya “Biz buna müsaade etmeyiz” gibi büyük sözler edilemez.
Böyle bir şey bal gibi olur ve Türkiye de buna müdahale
edemez...
Ne yapacaksınız ?
Savaş mı açacaksınız?”
Ama hepsi bir yana, İhsan Dağı bir yana... Üçünün yazdıklarını toplasam bile dünkü yazısıyla boy ölçüşemez.
“Irak’ta, Suriye’de ne zaman Kürtler biraz nefes alsa, rahatlasa, haklarına ve özgürlüklerine kavuşsa Türkiye’den birileri bunları ‘tehdit’olarak görüyor” derken bir “tüüh size” deyip yüzümüze tükürmediği kalmış!
Ne ulus, ne üniter devlet
bırakmış:
“Kürt meselesini ulusal bütünlük içinde çözebilmek için radikal bir paradigma değişimi şart. Alışılagelmiş düşünce kalıplarıyla çözüm, hatta kısmi rahatlama bile mümkün değil. Öncelikle şu ‘ulus devlet’ konusu... Bunun ‘tek uluslu-tek dilli’ homojen bir ulusla alakasının olmadığını iyi anlamak durumundayız. Toplum veya ulus inşa eden devletler modeliyle Kürt sorunu çözülemez.
Ayrıca bir de üniter devlet konusu var. Üniter devletle aslında merkezden yönetilen, merkezde de vesayet kurumlarının yönettiği devlet kastedildi. Oysa güçlü yerel yönetimlerin, eyalet sisteminin, bölge yönetimlerinin bulunduğu ülkeler de ‘üniter’dir. Bizdeki üniter devlet takıntısı aşılmadan Kürt sorununda yaratıcı ve tatmin edici adımlar atılamaz.”
Böyle “aydın”ın varken Esad’ın yahut başkasının fitne salmasına ihtiyacın yok ki:
“Türkiye Kürtleri, etrafında Kürt kimliğiyle özgürce yaşayabileceği ülke veya ülkeler oluştukça o insanları burada tutmak zorlaşacak.
Unutmayalım; bölgede en büyük Kürt nüfusu Türkiye’de yaşıyor, bizim Kürtlerimiz Kürtler arasında en eğitimli, en zengin, en kentli, siyasal olarak en bilinçli ve de en aktif kitleyi oluşturuyor. Böyle bir etnik grubun haklar ve özgürlükler bakımından bölgedeki diğer Kürtlerden geri kalmasını, aza razı olmasını beklemek abes olur.”
Siz de okudunuz... Mübalağa var mı başlıkta? Yarın bir gün Suriyeli isyancılar veya ayrılıkçılar korsan yapılanmalarının “PR”ı için çalışacak fahri konsoloslara ihtiyaç duysa teklifte bulunmazlar mı bu kadroya?
+++
“Dünyayı kurtaran Bakan”a“ hayalperest” eleştirisi
Dış politika romantizmi kaldırmaz
Türkiye, Suriye’de bir insanlık trajedisi yaşanırken kendini öne attı. Mesele doğrudan Birleşmiş Milletler’i, ABD’yi, AB’yi, Rusya’yı ve İran’ı da ilgilendirirken, Türkiye sanki Suriye’nin tek muhatabı bizmişiz gibi davrandı. Dış politikada, gürleyip gürleyip yağmadığınız zaman, karşı taraftakilere koz vermiş olursunuz. Gücünüz test edilir.
(...)
Ortadoğu’da haritalar yeniden çiziliyor olabilir. Sayın Başbakan, “Suriye’de kadastro çalışması yaptırmayız.” derken, kadastrocular sahada çoktan çalışmaya başlamış olabilirler. Bölgedeki aktörler, sırtlarını büyük güçlere dayayarak Sayın Başbakan’a karşı ikili oynuyor olabilirler. Mesela Sayın Başbakan’ın önceki günkü TV programında; Mesut Barzani’yi kastederek; “Son olarak söylenen şu ifade çok daha çirkin; ’Biz Kuzey Irak’ta bunlara eğitim verdik ve bu eğitim neticesinde şimdi onları geri gönderiyoruz’yaklaşımları, bu işin çok daha farklı boyutlara doğru gittiğini gösteriyor.” demesi çok enteresan...
Romantizm, biliyorsunuz duygu, heyecan ve hayalin etkisinde kalmaktır. Bir de işin içinde kendinize çok güven varsa uçar gidersiniz... Edebiyatta, sanatta romantizm olur. Ama dış politika, romantizmi asla kaldırmaz.
Hüseyin Gülerce / Zaman
+++
İçmeye ayranı olmayanlar
PKK’nın üstüne atla gidecekler!
Bir Ahmet Davutoğlu analizi
Barack Obama ABD’de 20.01.2009’da Başkanlık koltuğuna oturdu. Hemen ardından Davutoğlu o zamanki “danışman” sıfatı ile ABD’ye gitti. Dönüşte verdiği demeçte “Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir”, dedi. Davutoğlu da 01.05.2009’da Türkiye’de Dışişleri Bakanı oldu. Kısa sürede meslektaşı Bayan Clinton’un da gözdesi haline geldi. Bakanlığı sırasında daha önceleri şiddetle ret ettiği “tek kutuplu dış politika” (ABD merkezli dış politika) baş tacı edilmekte, “komşularla sıfır sorun” hedefi de “ABD ile sıfır sorun” hedefi olarak düzeltilmektedir.
(...)
Ahmet Davutoğlu ile başından beri temel sıkıntım kendisinin “ideal dış politika” ile “gerçekçi dış politika” yı karıştırmasıdır.
(...)
Davutoğlu’nun hayal dünyasında “matris” kavramı yok. Sosyal olguların çok değişkenli yapısında; değişkenler arasında sizin denetiminiz dışında olanlarının birbirlerini sizden bağımsız etkilemesi bütün dengeleri anında bozar. Örneğin, siz (A) olarak (B) ve (C) üzerinde doğrudan politikalar üretebilirsiniz ama (B)’nin sizden bağımsız olarak güttüğü (C) politikası sizin kurduğunuz (A-B) ve (A-C) denklemlerini alt üst edebilir.
(...)
Bazı örnekler:
1) Ahmet Davutoğlu “komşularla sıfır sorun” hedefine dönük olarak başta Bayan Clinton olmak üzere 5 adet Dış İşleri Bakanı önünde Türkiye adına (A) Ermenistan (B) ile 11.10.2009 tarihinde “barış protokolü” imzaladı (A-B). Dünya “Türkiye muazzam bir atak yapıyor” , diyerek ayağa kalktı. Ancak, protokol imzalanırken Türkiye’nin en büyük enerji tedarikçilerinden Azerbaycan’ın (C) Ermenistan (B) ile yaşadığı tarihi “Dağlık Karabağ sorunu” unutulmuştu (C-B). Hali ile Azerbaycan hop oturdu-hop kalktı. Başbakan anında Azerbaycan’ın ayağına gitti. Ermenistan protokolü de yandı bitti-kül oldu. (C-B) dengesizliği (A-B) denklemini alt üst etti.
2) Ahmet Davutoğlu İran’a uygulanacak ambargoya, “çok kutuplu dış politika” ayağı ile karşı çıktı. “Ne var yani, İsrail’in de nükleer silahı var!” dendi. ABD, Davutoğlu’na merdiven altında ne gösterdi ise aynı Türkiye İran’ın nükleer saldırısına karşı İsrail’i korumak amacı ile Malatya-Kürecik’e füze kalkanı yerleştirdi. Bu sefer de ABD faktörünü hesap edememişti.
3) Bayan Clinton Suriye meselesi için “Rusya ve Çin bedel ödemeli” dedi. Ardından Davutoğlu da bu iki ülkeyi kasıt ederek mealen “Suriye’ye arka çıkan ülkeleri izole edelim” deyiverdi. Davutoğlu yine (C) ülkesinin denklemlerdeki “mana ve önemini” unutuvermişti. Apar topar Başbakan Rusya’ya gitti. Rusya ile “Suriye Meselesi” nde tam mutabık hale geldik!
4) Davutoğlu’nun Suriye’ye çatarken Rusya’yı unutmak dışında i)Suriye-PKK, ii)Barzani-Suriye Kürtleri, iii)Barzani-PKK ilişkilerini de unutmuş olmasıdır.
(...)
Davutoğlu’nun matematikte çok değişkenliler dünyası hakkında bilgisinin zayıf olmasının maliyeti:
a) PKK’nın Türkiye’nin sorunu olmaktan çıkıp, daha da büyüyerek bölgenin sorunu haline gelmesidir.
b) Daha önce PKK’nın etki alanı Kuzey Irak ile sınırlı olup, kabaca 331 k.m. iken, artık denkleme 877 k.m.lik sınır ile bir de Kuzey Suriye girmiştir.
Ahmet Davutoğlu ise “hiç hesapta olmayan bu gelişme” karşısında Suriye muhaliflerinin birilerinden garanti almış!
İçmeye ayranı olmayanlar PKK’nın üstüne atla gidecekler!
Dr. Cüneyt Ülsever / Yurt
+++
Lozan’ın doksanıncı
yaşını görecek miyiz?
Lozan Antlaşması’nın 89. yılını salı günü idrak ettik.
Bu yıl Lozan daha az hatırlandı, daha fazla hırpalandı.
“Türkiye’yi bağımsızlığı ve sınırlarıyla tescil eden bu anlaşmanın daha az hatırlanması, Cumhuriyetin kurucu felsefesinden daha da uzaklaşılması, hatta kopulmuş olması mıdır acaba” sorusunun üzerinde uzun uzun durulmalıdır.
(...)
Lozan bütün düzeltmeleriyle iki dünya savaşı arası düzenlemelerin ürünüdür.
İkinci Dünya Savaşı ertesinde, soğuk savaş döneminde, Türkiye açısından yaşamsal önemi olan Lozan varlık ve geçerliliğini yine korumuştur.
Ama 21. yüzyılla birlikte hiç değilse kısa bir süre dünyanın tek egemeni olduğunu sanan ABD, Ortadoğu’yu yeniden tanımlayıp düzenlerken bölgede sınırların da, devlet sayısının da değişmesini öngörmüştü.
Saddam’ın diktatörlüğü; “kimyasal, biyolojik ve nükleer silahları(!)” bahane edilerek başlatılan Irak operasyonu da, “Maşrık” tan “Mağrip”e bütün Arap âlemini sarsan, “Arap Baharı” da, onun bir uzantısı olarak gösterilmeye çalışılan Suriye olayları da Amerika’nın bölgeyi yeniden biçimlendirme planının parçalarıdır.
Orada, Amerika ve de bölgedeki kimi güçler açısından Lozan’a yer yoktur.
Bu durum “Lozan’ın 90. yaşını görebilecek miyiz” sorusunun neden önem kazandığını açıklamaya yeter.
Sanırım ki bu soru, aşağıdaki şu sorunun yanıtıyla yakından bağlantılı:
- Türkiye Cumhuriyeti’nde iktidar olanlar, Lozan’ı savunma iradesine sahipler mi?
Ali Sirmen / Cumhuriyet
+++
Din bezirgânlarına kanmayın
Ramazan her şeyden evvel Kur’an ayıdır. Bunu unutmayalım ve gereğini yapalım yani Kur’an’ı her zamankinden daha çok ve daha dikkatli okuyalım. Arapça bilenler özgün metinden, bilmeyenler Türkçe çevirisinden okuyacak. Önemli olan ne dediğini anlayarak okumaktır. Sakın ha, Arapçı-Emevîcî din bezirgânlarının, “Tercümesinden okursanız hatim sevabı alamazsınız” yalanlarına itibar etmeyin. Onların bu söylemi dine de Kur’an’a da iftiradır. Esas hatim sevabı, ne dediğini anlayarak okumakla alınır. O da bildiği dildeki çeviriyi okumakla olur.
Yaşar Nuri Öztürk / Yurt