Kuyucu Murat Paşa’nın kalemiyle zulmedeni!..
Cumhuriyetin resmi dilini “Kürtçüler”e emanet eden Türköne ile Türkmenlere zulüm mekanizmasına dönen imparatorluğun selametini(!) Hamidiye Alayları’na emanet eden devşirme sadrazamlar arasında ne fark var!
“Özgür Gündem’in PKK’lı yazarları mı, yoksa Yeni Çağ’ın Türkçü yazarları mı Türkçeye daha fazla hakim?” diye sormuş Mümtaz’er Türköne son “eser”inde... Türk’ten, Türkçü’den ve Türkçe’den ne anladığını bilmeden cevaplamak zor bu soruyu... Kaşgarlı Mahmud’dan; Divan-ı Lügat-it Türk’ten mi öğrendi “ana dili”ni yoksa Maarif Nazırı Rumbeyoğlu Fahrettin’in “Türk” kelimesini yasakladığı kitaplardan mı? Bunu bilmeden bir tahminde bulunmak zor... Türkçü’den ve Türkçe’den anladığını, Türk’e yüklediği anlamı keşfetmeden idrak zor...
Bizi gidi eşek Türkler
Bir göz gezdirelim bakalım, belki “bilinçaltı” na dair bir tür “parmak izi” bırakmıştır satırlarında...
Şöyle bir bölümü var mesela; “Vatan haini olarak yaftalananların ise neredeyse bütün hayatı, bu millete hizmet etmekle geçiyor. Şişmiş bir enaniyet duygusu ile ortalıkta dolaşıp, böbürlene böbürlene kendinden gayrıya düşman gözü ile bakanların bu ülkeye ve bu millete verdiği zararın hesabını artık görmemiz lâzım. Bu özgüven yoksunu dar milliyetçilik ’Küçük Türkiye milliyetçiliği’. Maalesef yaptıklarının neye hizmet ettiğinin farkında değiller.”
Korkuyorum anne! Bu “bütün hayatı, bu millete hizmet etmekle geçen devletlüler” söylemi tüylerimi diken diken ediyor; devşirmelerin ikametgahına dönen saray önlerinde “eşkıya Türkmenler(!)in kesik başlarından çöplükler” oluşturan, “kahraman ve fedakâr devlet büyükleri” ni hatırlatıyor zamanın!..
“Neye hizmet ettiğimizin farkında değilmişiz...” “Etrak-ı bi idrak...” mişiz yani;
Bizi gidi idraksiz, akılsız “eşek Türkler” bizi... “Köyümüzü, çiftimizi, çubuğumuzu bırakıp terk-i diyar ettiğimiz” vatan toprağında yeniden bittiğimiz, “kuytulardan, orman içlerinden, ağaç kovuklarından” çıkıp “hiç utanmadan” devlet kurmaya cüret ettiğimiz o 1923 var ya, bütün suç onda aslında... Bizi gidi “Etrak-ı Mütegallibe” ler, “Etrak-ı Harici” ler, “Etrak-ı Havaric” ler...
Efendim? Bir şey anlamadınız mı?
Türköne’nin anlayacağı dilde yazıyorum ondandır! Türklüğü, yahut Türk’ü taltif ifadeleri olmadığını bilin yeter!..
Zaten Türklüğü ve Türk’ü taltif etmediğindendir ki, dün sözde “cahil, idraksız, akılsız, cühela Türk Milliyetçileri(!)nin savunamadığı Türkçe” nin hamisi pozu kesen Türköne, fazla değil sadece birkaç gün önce, o Türkçe’nin resmi dil olduğu, “uryan ve puryan olan Türkmenler” in kurduğu Cumhuriyete dair biriktirdiği kini kusuyordu aynı köşede: “95 yıllık tarihle ve özellikle Cumhuriyet dönemiyle sınırlı Türklük epeyce sorunlu görünüyor. Değişen dünya dengeleri Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da Osmanlı’nın yarım bıraktığı işi Türkiye’nin önüne koyuyor. Kısaca Osmanlı gibi büyük düşünmek ve büyük işlere kalkışmak gerekiyor. Savunmacı, karşıtlıklar ve düşmanlıklar yaratıcı dar bir milliyetçiliğin yerine özgüveni ile korkusuzca ilerleyen ve düşmanlıkları çözerek herkes için kurtarıcı mertebesine yükselen emperyal bir vizyona ihtiyacımız var...”
Yekten “empire” diyememiş de “emperyal” demiş, siz de “etrak-ı bi idrak” misiniz anlamadım ki, leb demeden leblebiyi anlayıverin işte! “Çözmek” buradaki anahtar kelime! “Düşmanlık” diyerek “değerleri” çözmek, devletin temelindeki harcı “sulandırmak, gevşetmek” gaye, sütunlarını “esnetmek” ... Milli kimliği pilates topuna bindirmek netekim! İzabella’dan doğma, Elif’lerin ancak “yanaşma” muamelesi gördüğü, alerjili bir “milliyetçilik(!)” tezi öne sürdüğü!
Tanzimat Fermanı yazıyor
2010 model Tanzimatçı üslubuyla döktürmüş: “Sen, yalnız Osmanlısın. Sakın, başka milletlere bakarak, sen de milli bir ad isteme!” demiş işte... Geçmişten farklı olarak “Milli bir ad istediğin anda, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına neden olursun!” dememiş de, “Osmanlı’nın yarım bıraktığı işi bitirmesine mani olursun” buyurmuş...
Malum “dönem dizileri” nde senaristliği de var. Şimdi sana da, “ey Türk Gençliği” , bir rol biçiyor senaryosunda.
Neden mi sen? Çünkü sen o “kutlu” çağrıya yürekten bağlı kaldın 80 yıl boyunca; “Türk istiklalini, Cumhuriyetini ilelebet, muhafazaya ve müdafaaya” adadın kendini.
Olabildiğince “zavallı” bir üslupta, mümkünse dizlerinin üzerinde filan sürünerek, merhamet dilenerek, “Vallahi Türk değilim, Osmanlılıktan başka hiçbir topluluğa ait değilim” diyeceksin... Bu rolün hakkını verdin mi Oscar bile alırsın vallahi!
Bütün hikaye, hani sırtında Türkistan “çıbın”ı (kaftan), başında “çağatayi tarzdaki horasani tac”ı, “kızıl börk”ü ile tarihin sahnesine gerçek bir Oğuz Bey’i olarak çıkan “Ataman” Otman Bey’i; “Osman”laştırıp, kuruluşunu Oğuz töresine uygun bir “toy”la kutladığı devletini, Oğuz soyunu “Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler fakat düşman kuvvetli gelince kaçarlar” diyerek aşağılayan “emperyal” bir milliyetçilik anlayışına teslim edenlerin başladığı işi bitirebilmek... Sana biçilen rol bu: “Tamamlamak”. Tercih senin, sen sen isen hâlâ, seni senden almalarına göz yummadan kalabildiysen ayakta; “inceldiği yerden tümden koparmak” da boyunduruklarını senin elinde, unutma!
“Ey Türk Gençliği!” durma işkillen: Bu mümtaz zat; “Türkçenin yaşayan en büyük ustalarından biri” olarak pek ala, doğrudur; Yaşar Kemal’i sayıyor da, Bejan Matur’u, Orhan Pamuk’u örnek gösterirken; neden mesela “Yunus Emre” demiyor, diyemiyor dersiniz! Türkçe fakiri midir Yunus? Türköne’nin deyişiyle “PKK’lı yazarlar kadar” hakim değil midir diline? “Devlet dairelerinde evlerde sokaklarda dinsel mekanlarda Türkçe’den başka bir dil kullanılmayacak” diyen Karamanoğlu Mehmet Bey’inki hizmet değil midir Türklüğe?
“Çok şey borçlu olduğu koca koca isimler” arasına neden sokmamıştır dersiniz onları Türköne? Çünkü “bizden”dir onlar; “etrak-ı bi idrak”tır onların gözünde; işbirlikçiliğin, teslimiyetçiliğin, kimliksizliğin mükafatı olan şatafatı ellerinin tersiyle itip, “devletin en parlak devrinde, karnını ot otlayarak doyuracak kadar idraksiz” olabilmişlerdir.
“Neden Kürtçenin özgürce öğretilmesini temel düstur edinen Özgür Gündem’in Türkçesi, Kürtçenin kullanımına karşı çıkan Yeni Çağ’ın, Orta Doğu’nun Türkçesinden daha zengin ve daha ileri? Dil, yaşayan bir organizmadır. ” diye yazıyor da, yaşayan bir organizma, “öldürerek” nasıl yaşatılır onu da anlatsa ya Türköne?
“Oxford vardı da biz mi okumadık?” diyenler baştacı ediliyor da... Osmanlı toprak düzeni “Türkmenlere karşı kılıç sallayan” 33 Kürt beyine özel olarak, bizzat “sultan” tarafından delinirken, Kürt aşiretleri “devletin” olan toprağın “ebediyete kadar” sahibi yapılırken, Hamidiye Alayları’nda “faaliyet gösteren” Kürt beylerinin çocukları “devlete karşı gösterdikleri öz kulluk ve dilaverlikleri karşılığı” İstanbul’da özel mekteplerde eğitilirken, ücralara sürülen Türkler, kundağını kurtuluşun cephanesiyle paylaşan çocukları bu ülkenin; Türkmenler yani, saray usulü, üzerine biraz Arapça, biraz da Farsça serpilmiş “mozaik bir dil kültürü” edinememiş olsalar dahi, en azından “ana / ata dilimizi” bugüne taşıdıkları ve “millet” olmanın en önemli unsurunu korudukları için tarihe gururla kaydedilmeyi hak etmiyorlar mı?
Sonra hem Türkçe’ye sahip çıkmayı savunup hem de “Türkçe” nin en arı haliyle öğretildiği “Cumhuriyet mektepleri” ni kuran ideolojiyi karalamak niye? Türk Dil Kurumu’nu Atatürk kurmadı mı? Türk Tarih Kurumu’nu? Göktürk’le kim buluşturdu? Binbir Gece masallarından uyanıp, Ergenekon’da nasıl doğrulabildik? Kimin sayesinde? Ebu Suud Hazretleri’nin mi, sayın Türköne?!
“Ben Gürcü’yüm, karım Arap” diyen devlet büyüğünüzle birlikte, “Babam Arnavut’tu, anamsa Çerkez, bilmeyen var ise öğrensin herkes” diyen Şurâ-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik’in izinden gittiğinize göre, belli CIA’nın ısıtmaya doyamadığı o bayat “yem”i yutmuşsunuz bile... Nasıl bir iştahsa artık, kaç yüz yıllık bir açlıksa, dibi tutmuş küresel yemi sindirebilmişsiniz içinize! Hiç mi bulantı yapmıyor? Hiç mi bir kurt gezinmiyor; ne ola bu “kozmopolit milliyetçilik” diye?
Sorsanız “en büyük milliyetçi”olan bu zat, açıklasa da öğrensek; “Milliyetçi” bir imparatorluk var mıdır mesela tarihte? Milli sınır, milli çıkar, milli dil, milli marş, bölünmez bütünlük konusunda hassasiyeti olmayan bir “milliyetçilik” mümkün mü? Tımar vaadinin cazibesiyle biraraya gelen tebaaya benzer mi millet; sadakat değil menfaat birlikteliği midir onu bir arada tutan sadece? O zaman pek kolay olmaz mı yeni Şeyh Sait’ler keşfetmek, yeni Dersim’ler tezgahlamak !
Yoksa, sayın Türköne; bu menünün aşçı yamaklığı da mı var serde? Şu anda bulunduğunuz yer “bayiliği” mi, hoşgörü, diyalog, demokrasi, özgürlük maskeleri altında yürütülen zihni işgal şirketinin...
Tarihi referans göstermesi iyi
Prof. Dr. Taner Timur’un, anlamlı tespitidir:
“Osmanlılar Balkanlar’ı fethederken, Balkan aristokrasisi de Osmanlı devletini fethetmektedir...”
Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ne, pardon Türköne’nin tasarımına göre “Türkiyeli İmparatorluğu” na düşen, “Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu” yu fethederken, devleti teslim mi ettirmek BOP’çu teşkilata!
“Hristiyanlar’dan mürekkep Yeniçerileriyle ve Sırplar, Yunanlılar gibi Hristiyan vassallarının gönderdikleri kuvvetlerle” , Türk olan Anadolu’yu fethe kalkışan devşirme sadrazamların biçare çırpınışlarını andırıyor Türköne’nin satırları... Türkmenlerin Farslılaştırılan Selçuklu Sarayı’na karşı sorumluluğunu, “İhtiyaç hasıl olduğu zaman köleler gibi teçhizatlanarak hizmete koşarlar” diye özetleyen Nizamülmülk’ü andırıyor Türk’e bakışı...
İsmail Hakkı Danişmend’in tarifiyle, “Anadolu Türkünün ebediyen lanetle anacağı bir zalim” olan ve “komşularını bile kılıçtan geçirtecek derecede kana ve bilhassa Türk kanına susamış bir canavar” olan Kuyucu Murat Paşa’yı hatırlatıyor Türkmen örfüne alerjisi...
Hakimiyetin Türk töresiyle örtüşmediğini gördükleri için Farslaşan Türk illerinden Anadolu’yu Türk yurdu yapamaya gelen Türkmenleri, “Ateş saçan kılıçları ile dilim dilim etsinler diye cellatların önüne atan, nice haneler söndürüp, yüz bin masumun canını, ten kafesinden uçuran...” yöneticileri canlanıyor Osmanlı sarayının, Türköne’yi okurken...
Ama varsın olsun...
Madem “tarihi referanslar” öneriyor Türkiye Cumhuriyeti’ne... Türkiye Cumhuriyeti de, tarihi referansı olan cevaplar verecektir kendisine...
Tıpkı “boyundan büyük işe” kalkışıp 1919’da Samsun’dan, Havza’dan, Erzurum’dan, Sivas’tan “mütarekecilere” cevap verdiği gibi... Tıpkı 1923’de Ankara’da; Ademi Merkeziyetçilere, Ahrar Fıkrası’nın prenslerine, eyalet düşüne dalanlara rejimin adını haykırarak verdiği gibi... Tıpkı, Erzurum Defterdarı Mehmet Paşa’nın raporuna göre, Çıldır, Kars, Kağızman, Diyadin, Göle, İspir’e yerleştirilen Türkmen grupların, beş asır sonra; 2010’da, Alparslan’a, Selçuklu’nun, Anadolu Beylikleri’nin ruhuna, Anı’da erişmesi gibi!
+++
Kaç şehidin adı Kamil’di acaba...
Bill Clinton geldi. Boğaz’ı filan gezdirdiler. Vazo hediye ettiler. Vazo, öyle dandik vazo değil. “Mükemmel insan”ı sembolize eden “Kamil” adını taşıyor: Kamil Vazo...
“Bu vazoya her baktığımda, daha iyi insan olmak için gayret edeceğim” diyen Clinton, vazoyu hak etmek için yaptığı konuşmada, şunları söyledi:
“İnsanla samimi olarak ilgilenmeniz gerekir. Sizin sahip olduğunuz şanslara sahip olmayan insanları düşünün. Kör olmamaya çalışın.”
Herkes ağzının içine bakıyordu. Bakarkör olmayanlar gördü... Sağ elinde bileklik vardı. O siyah plastik bileklikte, Shane Padraig Duffy yazıyordu... Yani? 2008 senesinde, henüz 22 yaşında, Irak’ta hayatını kaybeden çavuşun adı...
Clinton gibi, tek kız evladı varmış.
“Kahraman Bilezik” deniyor ona...
Irak’ta, Afganistan’da, Vietnam’da hayatını kaybeden askerlerin anısına üretildi. Siyah’ı var, beyaz’ı var; her askerin adına var. Her sene ortalama 500 bin adet satılıyor. Alıyorsun, asker ailelerine yardım için kullanıyorlar.
Obama da takıyor... Onunki, Ryan David Jopek, mayınla ölen 22 yaşındaki çavuş... Annesi hediye etti, adının altında şu cümlecik yazıyor:
“Herkes bir şeylerini veriyor, o her şeyini...”
Son seçimde “demokrat” Obama’nın rakibi olan “cumhuriyetçi” Mc Cain de takıyor... 2006 senesinde Irak’ta ölen 21 yaşındaki Matthew Stanley adındaki er... O da annesinden hediye. Mc Cain’in yardımcısı olarak seçime giren Sarah Palin de takıyor; kendi evladınınkini... 19 yaşındaki Track Palin, Irak’a gitti, ölmeden dönmeyi başardı, annesi hâlâ onun bileziğini taşıyor. Partileri farklı. Duyguları tek tip.
Clinton sayesinde öğrendik; 2008’de ölmüş, Shane Padraig... O sene, bizim 150 şehidimiz var mesela... Girip, tek tek sormak isterdim TBMM sıralarına... Kaçının adı “Kamil” di acaba?
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Devlet eliyle Kürtçülük propagandası
Aileler, işe yaramayacak bir eğitim için çaba göstermeyince; Kürtçüler; Kürt milliyetçiliğini yayacak alan bulamıyorlar. İşte bu yüzden devlet eliyle Kürtçülük propagandası yapmak olacak olan Kürtçe eğitim istiyorlar. Buradaki amaç, Kürtçe ile ayrı bir millet imal etmektir. Türk milletinin yanına Kürt milleti konulunca sıra ikinci adıma gelecektir. O millete bir de vatan istenecektir. Ve bu süreçte Türkiye’nin Güneydoğusu Kürdistan ilan edilecektir.
Kürtçe eğitim isteği, içimizdeki bir farklı grubu (Kürt etnik yapısını) ayrı hale getirmek için yürütülen kampanyanın en önemli ayağıdır. Eğer Türkiye Cumhuriyeti kendi okullarında Kürtçe eğitim verirse, Kürdistan’ın ilanını hiçbir güç engelleyemeyecektir.
Evet; Kürtçe eğitim isteyenlerin nihai amaçları budur. Bizim liberal denilen işbirlikçi-çıkarcı okumuşlar için bunun bir zararı yoktur. Çünkü onların ne milleti vardır ne devleti... Sadece cüzdanları bulunur.
* Rıza Zelyut / Güneş
+++
MİNİ YORUM
Sürüklenmek....
Sayfanın genel ahval ve şeraitine uygun olsun, bir de Sedat Laçiner’in Star için yaptığı analizden haberdar edelim sizi. MHP’nin “Türkçülüğe sürüklendiğini” yazmış.. Önyargılı bir değerlendirme olmasın diye TDK’ya baktım; “gelişigüzel hareket etmek” diyor sürüklenmek için, “kontrol dışı” bir hal yani; istemsiz! Neredeyse Türkçülük uçurumundan yuvarlanmak diyecekler; intihar bir tür... Öyleyse de, epey şereflisi olmaz mı ölümün!