Kurşun da "yeşil" çıktı

Yeşil Devrim’in sembol açığını kapatmak için kurban edilen Nida’nın ’Amerikan yapımı’ bir cinayet sonucu öldüğü ortaya çıktı. Tahran“toplumsal dinamikler”i harekete geçiren “o el”i açıkladı: CIA!


Barack Obama Kahire’de İslam dünyasına hitaben yaptığı konuşmada, “zaman ayarlı bir itiraf”ta bulunmuştu:
“Musaddık darbesinde sorumluluğumuz var!”
Aslen “Allah’ın bildiğini kuldan mı saklayacağız” kıvamında olan bu itirafın, ABD’nin ipini çekmek istediği liderler sıralamasında liste başı olan Ahmedinecad’ın idaresindeki İran’da seçime birkaç gün kala yapılması manidardı.
Bu “zaman ayarı”ndan mesajın sandığa gitmeye hazırlanan İran halkına yönelik olduğu anlaşılıyordu:
Artık sütten çıkmış ak kaşığız, bize güvenin!
Türkiye’deki tapınak şövalyeleri tamtamlarını çalmaya başladı:
Yaşa, varol Mr. Füme Renki Emperyalist!...
Ne erdemli adamdı şu ‘bizim Obama’... Dünya barışı, demokrasi uğruna yaptığı fedakarlığı anlamayanlardan “cacık” dahi olmazdı. Baksanıza adam burnundan kıl aldırmayan ABD karizmasını kendi eliyle çizmiş, baş düşmanından özür dilemişti...
Breh, breh, breh...
Ne kadar etkileyici değil mi?


Değirmenin suyu
Hikayenin devamında İran’da seçimler yapıldı. Ahmedinecad büyük oy farkıyla seçimi kazandı.
Daha oy verme işlemi başlamadan ‘kaç milyon sahte oy çıkacağını öngörenler’i de yabana atmamak gerekirdi. Teçhizatları tam teşekküllüydü:
Ahmedinecad karikatürleri, alınlarına bağlayacakları yeşil bantlar, parmaklarını saracak yeşil kurdeleler, ağızlarına iğneleyecekleri rozetler, provoke edilen olayların fotoğrafını çekecek kameralar, cep telefonları, hepsini profesyonelce kağıda basacak sistem, çoğaltacak matbaalar, İngilizce dövizler....
Ya reformcularda “para gani”ydi, ya da bu işte bir bit yeniği aramak vakti gelmişti. İlk günden itbaren Tahran sokaklarındaki sivil gençlere tek soru sorduk: Nereden geliyor bu değirmenin suyu?


400 milyon dolar bütçe
Ahmet Altan ekolüne bağlı olmalılar ki, ceplerine giren paranın kaynağını fazla kurcamadan İran bayrağını indirdiler, devrim flamalarını çektiler gönderlerine...
Tam o günlerde, meydanı boş bıraktığını düşünen Taha Akyol, yemedi içmedi Yeniçağ’ın “paranoya”larını küçümseyen ifadelerle aydınlattı yurdum insanını:
Olaylar İran’ın toplumsal dinamiklerinden kaynaklanıyor...
Gökten vahiy, bonus olarak da bir miktar dolar yağmıştı demek.
1980’lerde şefkatiyle onları saran kuşak yeşil, devrim yeşil, dolar da yeşil olduğuna göre, sivil gençler açısından da “konsepte aykırı” bir durum yoktu...
Nitekim ABD’nin 2006’da İran direktörü olarak Dubai’ye gönderdiği Jillian Burns’e 400 milyon dolarlık bütçe tahsis ettiği ortaya çıktı.


Toplumsal dinamikler
Derken bir sabah uyandık ve Hürriyet gazetesinde o manşeti gördük:
İran’ın Nida’sı susturuldu!
“Bütün dünyanın göz hapsindeyken, işbirlikçi Şah’ın mirasçıları ‘dış müdahale’ diye mandacı çağrılar yaparken, halkı çeşitli vaadlerle kışkırtılırken” İran yönetimi “vur” emri vermiş ve “o ilk kurşun” hem kadın, hem adı Nida, hem de kalbi hedef alınan çok fonksiyonlu bir kurban”a isabet etmişti. İşin sinemografik kısmı da ihmal edilmemiş, arkadaşlarını kurtarmaya çabalaması, hiç değilse şaşkınlık, şok yaşaması gereken sivil dostları, Nida’nın öldürülüşünü en duygu sömüren açılardan görüntülemiş ve internet aracılığıyla dünyaya yaymıştı.
Biz o gün ” Buna inanmak ahmaklık değil mi? “ diye sorduğumuzda kimi meslektaşlarımıza ağır geldi...
Ne de olsa biz ‘İran’ın toplumsal dinamiklerini bilmeden’, uzaktan, ezbere yazıp çiziyorduk...
Oysa Nida’nın 16 değil 26 yaşında olduğu, boynundaki haçlı kolyenin ortaya çıkması için birkaç gün yetmişti. Gelen her haber, bir ikon kırıcı gibi, sembole sarsıcı darbeler indiriyordu.


Hatırla sevgili...
Bazen böyledir... Ayrıntılarla boğulmak yerine fotoğrafı bir bütün halinde görebilecek kadar uzak olmak gerekir...
İran’ın birkaç sokağında sahnelenen oyunu locadan seyretmek yerine, Türkiye’yi, Irak’ı, Afganistan’ı, Vietnam’ı, Gürcistan ve Ukrayna’yı bütün Amerika kıtasını görebilen bir mevki belirlemek gerekir...
Boşta öyle bir koltuk görürseniz oturun Sayın Akyol...
Sizinki gibi rahat değildir, sağdan soldan batar, ara ara iğneler ama hafızanızı törpüler:
1 Mayıs 1977’de ‘Bizim Çocuklar’ın beklediği ‘şartları olgunlaştıracak’ kargaşaya ihtiyaç varken, 36 kişinin ölümü ve 136 kişinin yaralanmasına neden olan olayları başlatan... Sular İdaresi’nden ilk kurşunu atan o eli hatırlatır...
11 Eylül 2001’de Ortadoğu’yu genişletmek için girişeceği istilayı meşrulaştıracak bir nedene ihtiyacı varken Dünya Ticaret Merkezi’nin 94. ve 98. katlarının arasına dalıp 3 bine yakın insanın ölümüne sebep olan uçakları kumanda eden o eli hatırlatır....
Hatırlamak iyidir... İnsana “ABD bunu hep yapıyor” deme lüksü yaşatır.
Ve binlerce gence ezberlettiğiniz gibi “unutmak tükenmektir”!
Nitekim dün Tahran’dan yapılan resmi açıklama ile “Yeşil Devrim’in sembolü Nida’nın vücudundan çıkan kurşunun İranlı milislerin kullandığı türden olmadığı” duyuruldu.
Cinayet kaçak bir silahla işlenmişti ve arkasında CIA vardı!


Nida’nın sembolik değeri
İran’ın Meksika Büyülelçisi “Gösterilerin yoğun olmadığı bir noktada, bu kadar kameranın önünde öldürülmesi ilginç bir durum. Bu CIA’in bir oyunu” diye konuştu. Özetle Nida’yı vuran kurşun da, darbenin tüm diğer aksesuarları gibi “yeşil” çıktı!
Madem geçen gün vurguladığımız gibi, Amerikan emperyalizmi bu aralar fazla mesaide, o zaman Nida, kalbine saplanan “yeşil kurşun” ile bir sembol olarak kalmalıdır.
Tıpkı Nida haberinin gazete manşetlerinde yer aldığı gün dediğimiz gibi “Sadece İran için değil, sömürgeleşmeyi demokratikleşme gibi gören, algılarıyla oynanmış bütün gaflet toplumları için...”
Günlerdir İran’dan gelen ve “ben kurguyum” diye haykıran fotoğraflara ‘Pavlov’un köpekleri’ gibi tepki verdiklerine göre bu acil bir ihtiyaçtır.


++++++

“Monşer polis” modeli mi?
Yenişafak’tan Evin Göktaş’ın haberine göre “8 daire başkanı ile 5 il emniyet müdürü, Bakan Atalay’ın talimatı ile AB ülkelerine gönderilecek. Entelektüel emniyetçiler, AB ülkelerinde “sözde Ermeni soykırımı”, “Kürt sorunu”, “terör” ve “insan hakları “gibi konularda Türkiye lehine lobi faaliyeti yapacaklar.”
Dış göreve yollanan polislerin sıfatı “emniyet ataşesi” olacak.
21 Haziran 2008’de Resmi Gazetede yayımlanan “Emniyet Genel Müdürlüğü Yurtdışı Teşkilatına Sürekli Görevle Atanacak Personel Hakkında Yönetmelik” hükümlerinde “Emniyet ateşesi”nin görev alanı şöyle tanımlanıyor: “Uluslararası suç ve suçlularla mücadele etmek üzere ülkemiz ile diğer ülkeler ve uluslararası kuruluşlar arasında imzalanan hukuki metinler ile mütekabiliyet esasları çerçevesinde, akredite bulunduğu ülke veya ülkeler nezdinde ve diğer uluslararası kuruluşlarla, her türlü uluslararası polis işbirliği çalışmalarını yürütmekle görevlidir.”
Aynı yönetmelik emniyet ateşelerinin ‘Başkomiser, Emniyet Amiri, Dördüncü, Üçüncü veya İkinci Sınıf Emniyet Müdürü rütbesinde’ki personel arasından atanabileceğini söylüyor.
AB ülkelerinde “lobi faaliyeti” yapmak üzere gönderildiği haber verilen Emniyet Müdürleri 1. sınıf olduklarına göre, EGM bu göreve ayrı bir önem veriyor olmalı.
Lakin aynı haberden tayin kriterinde de farklı bir ölçü kullanıldığı anlaşılıyor. “200 bin kişilik Polis Teşkilatı’nın “entellektüel” takımını oluşturan” ateşelerin “büyükelçi” kadar vakıf olmalarına özen gösterilmiş.
İnsan Hakları veya Terör gibi başlıkları anladık da “Sözde Ermeni iddiaları”na karşı lobi faaliyetinin bunca diplomat, siyasi hatta akademisyen varken polis üzerinden yürütülmesini anlamak mümkün değil...
Ama tam da Tayyip Erdoğan’ın Emniyet teşkilatını, “hukuk sisteminin, demokrasinin ve daha genel anlamda rejimin sarsılmaz güvencesi” ilan ettiği şu günlere gelene kadar polisin yetkilerinin nasıl adım adım genişletildiğini hatırlayınca; Jandarma’nın yetkilerinin polise devri, askere silah ruhsatı yetkisinin polise bağlanması, Ümraniye soruşturmasında iddianamenin “emniyette hazırlandığı” yönündeki iddialarla karşılaşıyoruz.
İster istemez de soruyoruz;
Acaba TSK ve yargıdan sonra emniyet mensupları şimdi de, zaman zaman iktidar ile doku uyuşmazlıkları olduğu gözlenen monşerlerin yerini de polis mi alacak?
Veya kestirmeden:
Freni boşalmış bir kamyon gibi, polis devletine doğru mu sürükleniyoruz?


++++++


LİBERAL DEMOKRASİYİ, FAŞİZAN SALDIRGANLIĞA ÇEVİREN TEŞHİS:

Müşahede altına alınması gerekir
Mehmet Altan’ın isim vermeden kendisini eleştiren Oktay Ekşi’ye verdiği “müptezel dalkavuk” cevabı, “demokrasi havarisi” maskesini düşürdü.
Ekşi geçtiğimiz Pazar günü yayımlanan yazısında Altan için şu ifadeleri kullanmıştı:
“Yeminli bir” asker düşmanı “değilseniz, ister iç ister dış bir mihrakın uzantısı sıfatıyla konuşuyor, yazıyor değilseniz, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un önceki günkü basın toplantısını” demokrasiye karşı asimetrik savaş açmış bir kadronun sesi “olarak değerlendiremezsiniz. Değerlendirirseniz sizi müşahede altına almak gerekir.”
Mehmet Altan dün “müşahade altına alınması” öneirlen kişinin kendisi olduğunu ilan ederek, Ekşi için “dalkavuk, müptezel, akıl ve yetenek fukarası, çapsız ve meczupluk abidesi” gibi hakarete varan ifadeler kullandı.
Bu üslup ile Altan’ın “barış gönüllüsü, sevgi böceği” duruşunun “imaj çalışması” ndan ibaret olduğunun ortaya çıkması bir yana, benim asıl garibime giden Ekşi’yi “görevli” ilan etmesiydi.
Kişi kendinden bilir demenin tam yeri galiba...


++++++

“Cesur haberciler”
TRT bir zamanlar suya sabuna dokunmayan “protokol haberciliği” yaptığı için eleştirilirdi. Son dönemde ise TRT muhabirleri, programcıları fena halde atak, pervasızca taraf!.. Belge tartışmalarıyla ilgili bir programda sunucu, konuğuna “Ergenekon savcılarına kahraman diyebilir miyiz” sorusunu yöneltebiliyor. Bir yorumcu, “Türkiye
Rönesans ve reform yaşamamıştı. İşte şimdi bu Rönesans ve reformu
yaşıyoruz (!)” gibi değerlendirmeler
yapabiliyor.
* Parlamento Kulisi / Cumhuriyet


++++++

MİNİ YORUM
Tarih okumak zor zanaat

Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’nın “tarihimiz”i, ‘Trabzon’un rumlaşmasından sorumlu’ ABD’li Prof. Heath Lowry’den dinlediğini görünce bunu düşündüm. Bir tarih öğrencisi, hem Rik’a, hem siyakatı sular seller gibi okuyan bu adamın karşısına geçip “yalan konuşuyorsun” dese... Lowry de “Doğrusunu söyle” diye çıkışsa... İstisnalar vardır da büyük bölümü ABD’linin elinde sallaya sallaya konuştuğu Osmanlıca metinlere bakar kalır. Tarihçi yetiştirmek lazım, donanımlı tarihçi.

Yazarın Diğer Yazıları