Kulis şehrinde kısa günün kârı
Bir gece önce TV 8’de birbirine giren AKP Diyarbakır Milletvekili adayı Galip Ensarioğlu ile MHP Ankara adayı Özcan Yeniçeri’nin de bulunduğu uçakla yolculuk ettiğimi fark ettiğimde artık herşey için çok geçti! Neyse ki beklediğim deprem havada değil ayaklarımız karaya bastığında yakaladı beni. Esenboğa’dan şehir merkezine yolculuğumuzun tesellisi, akşamdan kalma “kimlik” tartışması uzlaşıyla son bulmuş oldu. Ensarioğlu, anı kurtarmak için mi bilmem ama “Kürt” dayatmasından vazgeçti ve Yeniçeri ile “İnsan kendini ne hissediyorsa odur” noktasında buluştu.
AKP’li vekil adayını arayan vali
Yeniçeri, “paket”lerine takmış durumda AKP’nin. Yüklendikçe yükleniyor Ensarioğlu’na. “Galip Bey söz verdi kömür dağıtmayacak” diyor bir ara.
“Öyle mi?” diye soruyorum AKP adayına... Gülerek cevaplıyor:
“Dağıtmayacağız tabii, yazın ne işimiz var kömür çuvalıyla!”
Demek ki durmak yok un, pirinç, şekere devam... Basın huzurunda “bunları da dağıtmayacağız” diye söz istiyor Yeniçeri. Ensarioğlu, “Kamyon gelince sizi de çağırayım, bütün adaylar birlikte dağıtalım Hocam!” diyor bu sefer de...
Bir ara ciddi bir ifadeyle, “haksız rekabet”e itibar etmeyeceğini kanıtlamak ister gibi oluyor, adaylığının açıklanmasından sonra Diyarbakır Valisi ile arasında geçen konuşmayı aktarıyor Ensarioğlu. Tam Vali’en “AKP İl Başkanı değil devlet gibi davranmasını” istediğini anlatırken “Vali Bey”lerden biri arıyor Ensarioğlu’nu iyi mi!
Şans(sızlık) işte... Kötü zamanlama!
Yeniçeri’nin “derin vatandaş” yakıştırmasını pek seven Ensarioğlu’nun genel havası bozuk, belli ki şimdiden yıpratmış “amca-yeğen” rekabeti. (Amcası Salim Ensarioğlu Diyarbakır’dan “bağımsız” aday...)
Diyarbakır’da ağırlamak dileğiyle” araçtan inen Ensarioğlu’ndan ayrıldıktan sonra istikamet MHP Genel Merkezi.
Bir kaç gün daha parti genel merkezleri gazeteciler için bereketini koruyacak.
Sonra herkes kendi bölgesine.. Bölgesi olmayan(!) da artık ya bu seçimin “tarihi önemi”ni kavrayıp üzerine düşeni yapacak, var gücüyle çalışacak ülkenin bu virajı uçuruma yuvarlanmadan alması için... Ya da bir eski zaman alışkanlığıyla “rakip” lerin sesi olan yayın organlarından başlayacak veryansına...
İstanbul’dan bakınca siyasetteki “liste depremi”ni “hasarsız” atlatmış gözüküyor MHP. Yerinde yaptığımız inceleme sonrasında “hasarsız” olmasa da “en az hasarla” atlattığını söyleyebiliriz biz de.
İstanbul gibi, Erzurum gibi “istifa” haberlerinin geldiği veya “itiraz”ların yükseldiği yerler var ama genel kanı şu Balgat’ta:
“1999’dan bu yana yapılan en geniş kapsamlı “törpü”ye karşı en makul tavrı bu seçimde sergiliyor parti teşkilatları.”
Alparslan Türkeş zamanından beri partide görev yapanlar “toplu istifalar mı istersiniz, basın açıklamaları mı, toplanıp Ankara’ya gelmeler mi...” diye anlatıyor daha önceki “artçı şokları” ...
MHP Genel Başkan Yardımcısı Metin Çobanoğlu yüzünde muzip bir gülümsemeyle giriyor söze: “Ben bile Kırşehir’den üç dört otobüs dolusu insanla gelmiştim, listeye itiraz etmeye!”
“Ne zaman?” diyorum. Daha da şaşırtıcı oluyor cevabı: “Başbuğ’un döneminde!”
Süha Tanık’tan destek telefonu
12 Haziran’da yarışın kıran kırana geçeceği iller arasında İzmir ön sırada. Rövanş peşindeki AKP’ye karşı, DYP destekli ve Mustafa Balbay’ın adeta “payanda” vazifesi göreceği liste ile yarışacak olan CHP’nin bahsi yapılıyor çokça. Oysa İzmir Milletvekili Şenol Bal’a gelen telefon gösteriyor ki MHP de iddiasını geniş bir tabana yaymayı başarmış bu şehirde. DYP’den dört dönem İzmir milletvekili olan Süha Tanık arıyor Bal’ı. Tanıklığımızda yapılan konuşmada “Bütün gücüyle MHP’ye destek” sözü veriyor Tanık telefonda...
(Not: Telefonda yapılan her konuşma telekulak eliyle aleniyet kazandığına göre, sakıncası yoktur herhalde bunu da kamuoyuyla paylaşmamda!)
Bu arada eski Bayındırlık ve İskan Bakanı Koray Aydın’la karşılaşıyoruz MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin makamının da bulunduğu katta. Haftasonu yaptığı Trabzon çıkarması öncesi görüşmeye gelmiş. “Erken kalkan yol alır” diyor ve yarın Ankara’da yapılacak aday tanıtımına Trabzon’un tozunu attırmış olarak gelmeyi vaat ediyor.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın Gaziantep yolcusu... “Şamil Tayyar’la yarışacaksınız” diyorum, “Kendisi üçüncü sıra adayımızla yarışacak” diyor manalı bir gülümsemeyle.
Karşımdaki Ülkü Ocakları’nda onca eğitim vermiş bir “hoca” olunca soruyorum:
“Ne oldu gençlerin akıbeti?”
Hemen kendi seçim bölgesinden veriyor örneği. İkinci sıradaki genç avukat Emine Aybüken Yıldırım’ı anlatıyor övgüyle.
Fazlasını beklediğimi görünce önündeki dosyalardan birini açıp istatistiki bilgilerle anlatıyor durumu: “30 yaşından küçük 12 aday var listelerde. Ama 30’ların ilk yarısı da artık genç sayıldığına göre, onları da ekleyince 88’e çıkıyor bu sayı. Yani 550’de 88, yüzde 16 aday listemizdeki genç oranı.”
Gaziantep yolu göründü
Yalçın yaptıkları istatistiklerde en çarpıcı sonucun “eğitim düzeyi”ne dair olduğunu da ekliyor: “Adaylarımızın yüzde 82’si, üniversite, yüksek lisans ve doktora mezunu. Ama 27 ilkokul mezunu arkadaşımız da var mesela. Profesörle hayvan yetiştiricisi, ordu mensubuyla ilahiyatçı, tıp doktoruyla sanayici, sporcuyla avukat toplumun her kesiminin temsil şansı bulduğu bir liste oldu” diyor.
Seçim gezilerinden kalma alışkanlıkla “yeme-içme” mevzuundan vuruyor Yalçın beni bu arada. Öyle bir Gaziantep menüsü sıralıyor ki, “Nisan sonu” temelli gideceği seçim bölgesine yaptığı davete “hayır” demek imkansız gibi...
Yemek demişken doğma büyüme “Trakyalıyım” diyen ben “Selanik kurabiyesi” ile MHP Genel Merkezi’nde tanışıyorum. Olacak iş mi bu şimdi...
+++
Gündem böyle belirlenir işte
“Dünya yıkılıyor... Memlekette kan gövdeyi götürüyor... Ortalık kan revan... Milyonlarca işsiz, aşsız... Küresel ısınma... Türban, Kürt meselesi, Hrant’ın katilleri, Ergenekon, daha sayayım mı? Biz ne konuşuyoruz? ” Ayşe Arman anadan üryan soyunmuş... “Dikkat ettim ne zaman çok ciddi bir mesele olsa... Ayşe gene gündemde... Ya memesi, ya orgazmı, ya bacağı, ya poposu...”
Bu satırları Serdar Akinan aylar önce yazmıştı... Dünkü Hürriyet’in birinci sayfasını süsleyen “Ayşe yatakta” konseptine bakınca, haksız mı?
+++
Yiğidim havaya yumruk attı!
Yiğitlik kayasından yontulmuş olmanın hoş yanı da var. Avrupa Parlamentosu’nda “havayı yumrukluyorsun” Türkiye’nin işsizlerle dolu kahvehanelerinde dalga dalga “yiğidim, aslanım” alkışı alıyorsun.
***
Yiğidin, aslanım!
Bir geri dön, bak.
Sen neler yaptın?
Kulübe girmeye o kadar yürekten istekli olmuşsun ki, “limanlarımı Kıbrıs Rum kesimine açacağım” diye imza attığın gün; Yunanistan Başbakanı Karamanlis “Avrupa Birliği tarihinde ilk kez bir ülke kendini kelime kelime bağlamıştır. İster yazılı, ister sözlü olsun Türkiye artık bu durumdan kesinlikle geri adım atamaz” diyerek sevincini dile getirmiş, İsveç Başbakanı Göran Persson da “Sayın Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, siz ne yaptınız? Çok ağır şartları kabul ettiniz. Biz sizin bu şartları kabul etmeyeceğinizi, tartışma ve ve hatta kavga çıkartacağınızı sanıyorduk” diye şaşkınlığını dışa vurmuştu.
Yiğidim, aslanım!
Yiğitliğini bile sakatladın.
Kulübe alsınlar diye “Almanya silah sanayiinin ürettiği defolu denizaltıların Türkiye’ye satılmasına” hiç ses çıkartmadın.
Fasılları açmadılar.
Dosyaları kapatmadılar.
Sen görmezlikten geldin.
Avrupa Birliği Müktesebatına Uyum Programı yapıp, “188 yasayı ve 576 ikincil düzenlemeyi bu kulübün yasalarına ve düzenlemelerine vidalanmayı” hedef diye koydun...
***
Yiğidim, aslanım!
Şimdi işsiz kahvelerinden “vur vur inlesin, Avrupa sesimizi dinlesin” alkışı alabilmek peşindesin.
Avrupa Parlamentosu’nda “Biz, size mi soracağız?” diyerek dedesi ile nenesi İstanbullu çıkan Fransız hanım milletvekilini koma haline sokacak cümlelerle azarlıyorsun.
Yiğidim, aslanım!
Bu ne temel çelişkidir
Girmek istediğin kulübün toplantısında “siz bana ne karışıyorsunuz” diye havaya yumruk
atıyorsun!
Bu ne yaman çelişkidir.
Necati Doğru / Sözcü
+++
Pınarhisar’dan Başbakanlığa; Silivri’den nereye?
Zulmün en korkunç hali, olağanlaştığı, genel kabul gördüğü ve artık günlük yaşamın gerçeklerinden biri olduğu, esprilerde bile kullanıldığı haldir.
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri, dürüst bir yazar ve solcu olmanın ölçütünü neredeyse “hapis yatmış olmak” özelliğine indirgemişti:
“Hapse girmiş olmak”, dürüstlüğün ve etkinliğin bir “garanti belgesi” olmuştu sanki.
Dünyanın bütün baskıcı rejimlerinde özgürlük savaşımı verenler zaman zaman zulme uğramış, hapse girmişlerdir.
Daha sonra sadece hapisten çıkmakla kalmayıp devlet başkanlığına kadar bile yükselenleri vardır.
Bu arada Türkiye’nin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de Kurtuluş Savaşı’nı, boynunda padişahın, şeyhülislamdan onaylı idam fermanıyla yaptığını, daha önce de Harbiye’de öğrenciyken bir süre hapis yattığını anımsatmak isterim.
(...) Kimin kahraman, kimin hain olduğu, kimin ne zaman hapse gireceği, kimin kimi hapse atacağı “güncel” olaylara göre değil, “tarihin akışına” göre değerlendirilmelidir diye düşünüyorum.
***
Bir bakarsınız ki, bir gün Pınarhisar Cezaevi’ndeki bir mahkûm ertesi gün başbakan olmuş... Bir bakarsanız ki bir gün Silivri’deki bir tutuklu, ertesi gün bir milletvekili, bir bakan, bir başbakan olmuş!
***
Rahmetli annemin fazla mağrur görünenleri uyarmak için kullandığı bir söz vardı: “’Ne oldum’dememeli, ’ne olacağım’demeli” derdi.
Hiç kuşkusuz, bu söz, siyasal açıdan “mağrur” olanlar kadar “mağdur” olanlar için de geçerli...
Yeryüzünde zulüm ortadan kaldırılamadığı sürece, ne zalimler yok olur, ne de mazlumların trajedisi son bulur: Sadece zaman zaman yer değiştirirler o kadar!
***
Türkiye’nin en önemli sorunu, insan haklarına dayalı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti düzeninin kurulması ve kurumlaştırılmasıdır. Önümüzdeki seçimler bunun için bir fırsat daha sunuyor...
Emre Kongar / Cumhuriyet
+++
Kırca’nın AKP’lilerden son dileği:
Ölürsem kabrime gelme istemem
Ölürsem devlet töreni istemiyorum. Eksik olsun. Bir de mümkünse cenazemde bugünkü hükümet mensuplarını görmek istemiyorum. “Gelmezler” demeyin. Hiç belli olmaz. Politikacılar arsız olur. Varsayalım ki geldiler. Ne olacak? “Yuh” lanacaklar. Yuhlayan vatandaş tespit edip fişlenecek. Haydi cenaze merasiminden doğru “kodes” e. Derken “cenaze töreni yapmak” yasaklanacak. İnsanlar ölülerini “el altından” gömmek zorunda kalacak. Hayır bir şey değil, içeriye ata ata ortalıkta vatandaş kalmayacak.
Açık söyleyeyim; bir “mefta” olarak bütün bunlara sebep olmak istemem.
Ölürsem, bir “halkımı” isterim, bir de “Allah’tan rahmet”.
Levent Kırca / Aydınlık
+++
Ne Allah razı olur, ne de kul...
Solcular, ülkücüler, Türkeş’in oğlu, Alevi yazarlar falan...
AK Parti’ye rahatlıkla
girecekler...
Ve bırakın “Ne işi var bunların bu partide? Gitti partinin kimliği... Olmaz böyle şey” diye feryat etmeyi, olay “büyük açılım” olarak takdim edilecek.
Buna karşılık...
Birkaç merkez sağcı, CHP’den aday gösterildi diye söylenmedik laf bırakılmayacak. Bence bu açık çifte standart ve adaletsizliğe ne Allah razı olur, ne de kul.
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
Aç babam aç, ha bire açılım yaptılar... Tiyatroyu kapatıyorlar. (İspiyonlamış gibi olmayayım ama, Hamlet’te de cinayet işleniyor, çoluk çocuğa kötü örnek oluyor, yasaklayın gitsin anasını satayım... Othello zaten şerefsiz, seks meks gırla.)
Yılmaz Özdil / Hürriyet