Kulakların çınlasın...

Ermenistan’ın başkenti Kars olmalıymış!
Taşnak Ermeni Devrimci Federasyonu lideri Vahan Hovhannisyan öyle istiyor!..
“Sayın Cumhurbaşkanım,
İran haricinde Ermenistan’ı dünyaya bağlayan bütün yollar tıkanmış durumda...
Benzin gelmiyor, mazot gelmiyor, tahıl gelmiyor, bütün sevkiyatlar durmuş
durumda...
O geniş ufkunuza, iyi yüreğinize güvenerek soruyorum;
Ne olur sokakları size ayran ısmarlayacak insanlarla dolu olan bu ülkeyle sınırınızı açıverseniz...
Bakmayın siz diasporaya burası kendi yağında kavrulmaktan başka derdi olmayan bir garip ülke...
Ne olur burada yaşayan dostlarınızın elinden tutuverseniz, onlara sahip çıkıverseniz...” minvalinde açık mektuplarla Ermenistan’a jest dilenen Amberin Zaman’ın kulakları çınlasın...


Amerikan damada sor bakalım
Yetmez...
Ama evet...
Hovhannisyan’in sözleri, “Yok valla ne toprağı, ne tazminatı, acıları tanınsın, bir de özür dileyin; başka da bir dileği yok Ermenistan’ın” diyen bu bayana kapak olsun!
Uzun zamandır Amerikan görevlisi olarak Erivan’da bulunan eşine (Eee içlerinden biri olacak kadar tanımıştır herhalde ülkenin kanaat önderlerini) bir danışsın bakalım, hergün bir yenisine şahit olduğumuz bu küstahlıkları da “demokrasinin raconu” sayıp gülüp geçmeli miyiz!
“Ne olcak canım bunlar da Ermenistan’ın Kerinçsizleri” mi demeliyiz mesela!
İyi de nasıl oluyor da, buradaki “Kerinçsizler” ağızlarını açınca “darbe” oluyor da, oradakilerin frenleri patlamış kamyonu andıran konuşmalarına “demokrasi” denilebiliyor!


Diyaspora mazereti de yok
Washington’dan filan değil burnumuzun dibinden Erivan’dan gelen, ilk olmayan belli ki son da olmayacak bu niyet beyanlarına “Diyasporadır ne yapsa yeridir”muamelesi de çekemeyeceğinize göre bir “özür” dilersiniz artık değil mi?
“Duygu sömürüleri, iftira kampanyaları, yalan, dolan, medya kuşatmasıyla yıllar boyu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kafasını karıştırdığımız, yanlış yönlendirdiğimiz, haksız yere suçladığımız, kandırdığımız için özür dileriz. Kars’ta Timurpaşa Tabyasının bulunduğu şehitler tepesinin üzerine dikilen “ucube”ye bakıp da, betonlaşmış “vuslat”ın ete, kemiğe büründüğü güne iç geçirenler de varmış, size anlattığımız gibi bir “güvercin” kafesi değilmiş Ermenistan; nebbaşlar da çokmuş, kana susamışlar da, topraktan başlayıp insana kadar, Türk olan, Türk’ün olan ne varsa tecavüzü vazife sayanlar da!...” dersiniz artık!
“Yaptık bir hata... Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne göz diken, Ağrı’ya, Iğdır’a, Kars’a göz dikenlerin “hücum cephesi” olarak kullandığı Civilitas Vakfı’nı “Kabe”miz bildik, ne zaman Ermenistan’a gitsek ille de önce orayı “tavaf” ettik, o ruhla toplumsal bilincin içine ettik” de dersiniz tabii.


Şimdi özür sırası kimde
Ne de olsa “vicdan abideleri”siniz siz bu ülkenin; hak ve hakkaniyet sizden
sorulur...
Yaptığı organizasyonlar ve yayınlarla, bu ülkeyi seven, “tehlike”ye dair farkındalık yaratmaya çalışan aydınları “nefret suçlusu” ilan edip hedef gösteren Hrant Dink Vakfı mesela... Nefretin daniskasının belgesi olan bu sözlerden sonra, bu sözlerin söylendiği organizasyonun ev sahibi Civilitas Vakfı’yla olan “ortaklığı”na bir nokta koyar mutlaka değil mi!
Empatiden yanadır çünkü!
Bugüne kadar hakaret ettiği kişi ve kurumlardan özür dilemekle başlar mesela işe; bu vakıfla bir olup Türkiye’deki gazete ve yazarlarını fişletmeye devam etmez!
Etmez değil mi?
Bugüne kadar çok yazıp çizdik bu
gazetede;
“Ermenistan”ın;
Resmi kayda geçmiş 106’sı kadın, 83’ü çocuk 613, tahmini rakamla bin 300 sivil Azerbaycan Türk’ünü, derilerini soyarak, diri diri yakarak, hamile kadınların karınlarını deşip bebeklerinden top yaparak işkence tarihini yeniden yazdığı Hocalı Soykırımı için özür dilemediniz...
Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde ‘16 yıldır’ devam eden ‘işgal’i için özür dilemediniz...
1973’ten 1984’e kadar 42 Türk diplomatını şehit eden Terör Örgütü ASALA’nın kanlı suikastlerinden ötürü, PKK’ya kucak açmasından dolayı özür dilemediniz...
Ama bakın hazır fırsat ayağınıza kadar gelmişken...
Geleneksel 24 Nisan taarruzu öncesinde... Haksızlığınız gün gibi ortadayken...
Belki bu kez bir özrü çok görmezsiniz bu ülkenin insanlarına ha!
Belki bu defa, kızaramıyorsa dahi, az da olsa pembeleşir yüzünüz; utanç emareleri belirir...
Kimbilir; olur belki.
Umut fakirin ekmeği...

+++

Değnekçiliğe fena alıştı...

TSK’nın yargı organlarını muhatap alarak sorduğu sorulara Star yazarı Ergun Babahan cevap verdi. Bilgi Üniversitesi’nin otoparkını işletmeye başladıktan sonra anlaşılan o ki değnekçiliğe iyice alışmış Babahan. “TSK yargıya müdahale eder mi” dedikten sonra “savcılar şunu da yapsın, bunu da yapsın” diye görevlendirmeye girişiyor. Basın yargıya müdahale eder mi peki?
Yahut yargının yerine geçer mi? TSK’nın sorularını yargı adına cevaplamaya da kalkıştığına göre Babahan kendini yargının da değnekçisi sanmaya başlamış olabilir mi!

+++

Böyle elçiyle turizm patlar

İhracatta ilk kez hizmet sektörüne de destek verdiklerini belirten Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, “ülkemizin tanıtımının ve turizminin arttıtılması için”
5 yılda 500 milyon dolarlık dizi satmayı hedeflediklerini ilan etmiş... Çağlayan’a göre bu diziler sayesinde kültürümüz “marka” haline geliyormuş...
Da acaba neyin markası!
Kavak Yelleri’ni yahut Küçük Sırlar’ı izliyorsa; Berlusconi’nin Türkiye’yi yeni “Bunga Bunga cenneti” yapması an meselesidir benden
söylemesi!
Yahut Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü filan sattığımız ülkelerdeki “Türk kültürü” nün karşılığını düşünün, “kimin eli kimin cebinde belli değil” ... Kendine “Ednan Bey” arayan Avrupalı kız kuruları için hayli çekici olabilir bundan böyle İstanbul!
Ben mesela Fatmagül’ün Sulçu Ne’yi özellikle tavsiye ederim Ortadoğu ülkeleri’ne!
Çarşıda pazarda gördüğü her kızımızı potansiyel Bihter varsayacak Hans’ların, Coni’lerin sağlığını düşünüp Kurtlar Vadisi, bilmem ne ağa dizilerinden de yollamalı ama... Evin yanaşmasından çocuk peydahlamamış olanını görmedik henüz ama, mahallenin yanaşması yaptırmayacak kadar düşkündür “namus belası”na bir dizi ağa!
Savaş sahneleri “Ben 10”i andırsa da aman diyeyim Muhteşem Yüzyıl bize kalsın; hiç lüzum yok yeniden Viyana’ya kadar gidip de kendimizi yormaya... Harem’le Has Oda arasındaki altın yol yeter bu bahar yorgunluğunda!

+++

İki komutan sehven aklanamıyor

Elimde; Feyyaz Öğütçü’nün ve Kadir Sağdıç’ın suçlanmalarına neden olan dijital sayfa ve bu belge hakkında yapılan adli incelemeleri içeren kararlar bulunuyor.
Öncelikle belirtelim ki; her iki komutan da böyle bir notu kabul etmiyor.
Bunun üzerine o dijital sayfa, İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü’nde inceleniyor. Uzman Mehmet Fatih Akman ve Asistan Sema Alver Özbek 26 Şubat 2010 tarihinde şu kararı veriyor:
“Meçhul dokümanlardaki el yazıları ile Ahmet Feyyaz Öğütçü isimli şahsın mevcut mukayese el yazıları Belge İnceleme Laboratuvarı’nda doküman inceleme cihazları ve diğer optik aletler yardımıyla karşılıklı olarak incelenmiş ve neticede; aralarında kaligrafik ve karakteristik özellikler yönünden ilgi ve irtibat tespit edilememiş olup, adı geçen şahsa ait örnek el yazıları iade edilmiştir.”


Belge küflenmeye bırakıldı
Bu rapor çok önemli... Çünkü Terörle Mücadele Şubesi’nin (TEM) ve savcıların elinde başka belge olmadığından; bu rapora göre iki subayın iddia edilen darbe planıyla ilişkileri kanıtlanamıyor.
Ama...
Yukarıda yayınladığım bu karar, TEM tarafından savcılığa bir ay sonra sunuluyor!
Ne ilginçtir ki; sunulduğu günden bir gün önce de İstanbul 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde Kafes Eylem Planı Davası açılıyor!
Gelin görün ki bu karar, savcılık makamı tarafından İstanbul 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ne değil de... Balyoz Eylem Planı Davası’nın görüldüğü İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderiliyor.
Yani; 12’nci Ağır Ceza’ya gitmesi gereken ve belki de Kafes davasının açılmasını önleyecek, sanıkların aklanmasını sağlayacak belge, konuyla ilgisi olmayan 10’uncu Ağır Ceza’nın Balyoz dosyaları arasında küflenmeye bırakılıyor!


Bedelini kim ödeyecek
Peki; olay nasıl ortaya çıkıyor?
Allah’tan Emekli Koramiral Feyyaz Öğütçü iki davada da yargılanıyor ve yanlışlıkla (!)Balyoz
Davası dosyalarına konulan bu belgeyi şans eseri fark ediyor!
İşin ilginci; bu çok önemli belge İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nin “Balyoz Darbe Planı” klasörü içinde yer almaya devam ediyor ama; olması gereken yere, yani 12’nci Ağır Ceza’ya bir türlü ulaştırılmıyor!
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ve soruşturmayı yürüten savcılara soruyorum:
12’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulması gereken belge, iddiayla ilişkisi olmayan bir diğer mahkemeye neden ve nasıl gönderiliyor?
Eğer bunun da bir “sehven” (istenmeden yapılan hata) olayı olduğu söylenecekse... Çok önemli iki subayın bir yıldan fazla bir süredir belki de haksız yere suçlanmalarının ve cezaevinde tutulmalarının bedelini nasıl ödemeyi düşünüyorsunuz?
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Erdoğan, AKP’li vekillere seslenmiş: “Bazı arkadaşlar 12 Haziran’dan sonra dinlenecek.” Haklıdır.. Çoğu dört yıldır parmak kaldırıp indirmekten helak oldu...
Haldun Ertem

+++

Öz’ün meşruiyet aracı olarak ‘devlet’

Zekeriya Öz’ün, görevini devrederken yaptığı konuşmada ’devlet adına yaptık’cümlesi öne çıkarılmış.
’Normali bu değil mi, yapılan işler tabii ki devlet mekanizması içinde olmalı’ diyebilirsiniz. Doğrusu bu, devletin bütün organları bu nedenle var, hukuk sisteminin de bu çerçevede işlemesi gayet tabii. Ancak, sorun burada değil, sorun yapılan göndermenin ’devletin meşru çerçevesi’nden bahisten ziyade ’devlet için’ şeklini alması. Öne çıkan veya daha doğrusu ’çıkarılan’vurgu bu. Öyle olunca, sanki hukuki sürece ilişkin eleştirilere karşı da, ’ne yaptıysak devlet için yaptık’çağrışımı akla geliyor veya getiriliyor. Bu konuda fazlasıyla titizlenmesi gereken bir toplumuz.
Öz’ün, ne yaptıysak ’hukukun tecellisi için yaptık’ gibi bir ifadesi daha teskin edici olurdu. Türkiye’de ’demokratik değişim’ adına, ’kurunun yanında yaş da yanar’, ’bazı durumlarda basın özgürlüğü kısıtlanabilir’ noktasına gelmiş bir ülkeyiz. Şimdi iktidar partisi, ’demokratik değişim’ adına, Anayasayı tek başına değiştirebilecek çoğunluk istiyor, birçok değişimi seçim sonrasına ve bu koşula bağlı olarak erteliyor. Birçok ’demokrat’ın aklı da bu ertelemeye ve koşula yatıyor. Bu uğurda, yine kredi sistemi uygulanıyor, kendine ’demokrat’diyen herkesin sorması gereken sorular sorulmuyor, eleştiri yapmak bir yana, yapanlar bin bir yolla itham ediliyor.
...’sivillik ve demokratlık şampiyonlarından’ ses seda yok.
Nuray Mert / Milliyet

+++

Bu gazetelerin duruşu bi acayip

İktidarla uğraşmayayım diye muhalefete muhalefet etmeyi gördük.. İktidara muhalefet edenlere toplu saldırıları da yaşadık.. Vay kimsin ki bizim iktidara laf atıyorsun kıvamındaydı her biri.. Ama bir iddiayı, bir bulguyu ortaya koyanlara hakaret edilmesiyle yeni tanışıyoruz..
Zaman ve Taraf gazetelerinden söz
ediyorum..
ÖSYM’de şifre iddiası ortaya atıldığından beri medyaya savaş açtılar..
Sanki soruları kendileri hazırladı..
Mehmet Tezkan / Milliyet

+++

Bin defa şüphe duyalım. ÖSYM’nin sınavına hile girmişse Haziran’da yapılacak seçimlere de hile girer. Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim sonuçlarını değerlendiren
bilgisayar yazılımı ne durumda ondan da şüphe duyalım.
Necati Doğru / Sözcü

+++

Engin Ardıç’a...

Gerçekten yeteri kadar liberal değilsin; sadece avamsın. Ve sanırım yaşlandıkça da bir faşiste dönüşüyorsun.
Bana ’Kötüsün’ diyorsun. Peki... En azından karaktersiz değilim.
Oray Eğin / Akşam

+++

Rasim öder artık...

Soner Yalçın, Ümraniye soruşturması kapsamında gözaltına alınmasından sonra Odatv ve şahsı hakkında “peşinen suçlu ilan eden, adeta yargısız infazda bulunan, suçlayıcı, karalayıcı, kişilik haklarını ihlal edici” dokuz ayrı yazıya imza atan Akşam yazarı Nagehan Alçı hakkında 50 bin TL tutarında tazminat davası açtı.

Yazarın Diğer Yazıları