Kudüs-Şam-Bağdat üçgeni!
Trump'ın birbiriyle çelişen görüşlerine, verdiği sözlere kısacası askerî ve siyasi stratejisine güven verilemeyeceği ortaya çıkmış bulunuyor.
Nitekim; "Trump yine şeytani planlar peşinde", "İran'dan sonra Türkiye mi namlunun ucunda", "ABD'nin tuzağına yine düşmeyelim", " ...Ve ABD'nin tuzağına düşüyoruz" başlıklı yazılarımızı hatırlatmamız icap ediyor. Hatta dün ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton'un Türkiye bizden tam mutabakat almadan Suriye'ye bir harekâtta bulunamayacağına dair ültimatomu andıran sözleri her şeyi açıkça gösteriyor.
Uzun yıllardan beri kim "Başkan" olursa olsun ABD'nin Orta Doğu'daki asıl hedefi, petrol ve İsrail'in güvenliğini korumakla özetleniyor.
Afganistan'ı "kule" gibi kullanan ABD, petrol ve enerji yollarının denetiminin yanı sıra İsrail'in güvenliği için her türlü siyasi ve askerî planı devreye sokmaktan asla vazgeçmiyor.
Hatta terörist örgütleri bile yanına alarak daha doğrusu kullanarak bölgeyi kana bulamaktan çekinmiyor.
Oysa, sözde "Arap Baharı"nın proje babaları ne demişti, ne oldu ve neler oluyor.
Her ne kadar, bölgeden çekileceğini beyan ediyorsa da, ABD'nin parmağı daima dolanıyor.
Bir yerde İsrail'in mutlak güvenliği için; Suriye ve Irak'ın Kuzeyi'nin üzerinde tehlikeli planlar ve operasyonlar sürerken, Irak ve Suriye'nin parçalanması Türkiye'yi tehdit, İran'a askerî müdahale gündemden kalkmıyor.
Tabii ki; Orta Doğu anılınca, akla petrol, gaz, su kısacası "enerji" geliyor.
Bir bakıma Orta Doğu bu kaynaklarıyla süper güçlerin her zaman iştahını açıyor dünyanın başına "bela" kesiliyor.
Orta Doğu'yu "siyasal" dayatmalar hatta tarihî istemler ve iştahlar daha da gizemlendiriyor.
Son senelerde, Suriye ve Irak'ta akıtılan kan bölgeyi daha da tehlikeli hale sokuyor.
"Kudüs olmadan asla"!
"Enerji" ve çatışmalar bütün ağırlığıyla bir yana bırakılırsa Filistin ve İsrail'in anlaşmazlığı yıllardan beri Orta Doğu'ya hem diplomatik hem askerî damgasını vuruyor.
Filistin ve İsrail düşmanlığının en önemli faktörünü Kudüs'ün teşkil ettiği de bütün dünyada kabul ediliyor.
Kudüs'ün, üç dinin de şehri olduğu biliniyor.
Ne var ki, özellikle İsrail bunca insan kaybına rağmen Kudüs'ten asla vazgeçmiyor.
Gerçekten de Kudüs, hem Orta Doğu'nun hem de İsrail-Filistin'in "mihenk taşı"nı oluşturuyor.
Kudüs'ün konumunu, ağırlığını ve üç din üzerindeki etkisini kavramadan, kabul etmeden barışı düşünmemek gerekiyor.
Bir yandan askerlerimiz yıllar sonra yine Suriye'de çarpışırken ve yeni cephelerden bahsedilirken diğer yandan Kudüs'ten yükselen acı çığlıklar sanki tarihi çağrıştırıyor.
Tayyar Arı'nın kapsamlı "Orta Doğu" eserinde, Kudüs'ün önemi şöyle açıklanıyor;
"Orta Doğu bugün, dünyada insanlığın tamamına yakınını kapsayan üç büyük dinin doğduğu yer olması açısından önemlidir.
Yahudilerin ilk yerleşim yerleri, ilk kurulan Yahudi devletinin başkenti ve Hz. Süleyman Mabedi'nin burada bulunması gibi nedenlerle Yahudiler için oldukça önemli olan Kudüs, diğer dinler açısından da en az bu kadar önemlidir ve dolayısıyla bu açıdan bakıldığında stratejik bir değer taşımaktadır.
Çünkü İsrailoğulları kendi tarihsel kökenlerini buraya bağlarken; Beytüllahim'de (Betlehem) doğan ve Nasıralı (Nezareth) olarak bilinen Hz. İsa da Peygamberliğin başlamasından (M.S. 27) çarmıha gerildiğine inanıldığı M.S. 30 yılına kadar Kudüs'te yaşamıştır.
Kur'an'da adı geçen peygamberlerin yaşamış olduğu yer olmasının dışında Miraç olayının da gerçekleşmesi Kudüs'ün (ve özellikle Mescid-i Aksa, El-Aksa veya Harem-i Şerif) Müslümanlar açısından da ayrı bir değer ve öneme sahip olmasına neden olmaktadır.
Ayrıca Kudüs, İslamiyet'in ilk yıllarında bir süre için de olsa (Hicret'ten iki yıl sonra 624'e kadar) Müslümanlar için kıble işlevi de görmüştür.
Halife Hz. Ömer'in 637'de Yermuk savaşında Bizanslıları yenmesi üzerine bölge Müslümanların egemenliğine geçmiş ve Hz. Ömer, Kutsal Mabedi diğer adıyla Mescid-i Aksa'yı tamir ettirmişti."
Ve en son; ABD'nin terör örgütleri kuracağını, besleyeceğini ve destekleyeceğini bilmek akıllara durgunluk veriyor.
Anlaşılan odur ki; Kudüs-Şam-Bağdat üçgeninde ateş sönmüyor..