Kudüs hepimizin meselesi
Kudüs'ün elden çıkışı ne 1948, 1967, ne de Trump'un yaptığı açıklama ile başladı. Kudüs bundan tam 100 yıl önce (11 Aralık 1917) elden çıktı. Gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Kudüs'ü kaybedişimizin 100. yılında Trump'un böyle bir karar vermesi bir tesadüf mü? Bu kararın tarihsel olarak sembolik bir tarafı olduğunu görmek lâzım.
Kudüs Müslümanlar için sıradan bir İslam şehri değil. Müslümanların ilk kıblesi olması, Peygamber efendimizin Mirac'a çıktığı mekân olması gibi pek çok kutsal özelliklere haiz bir şehir. Onu sadece bizim için değil, kitabi dinlere inananlar için de önemli bir yer yapan şey üç din açısından da kutsal bir mekân olması. Osmanlı dört asır boyunca bu "önemin" sorumluluğunun bilincinde idare etti Kudüs'ü. Kudüs biz Türkler için İstanbul'dan farksız ve hatta daha muazzez bir şehirdi.
Sonunda olan oldu, Selahaddin Eyyübi'den yedi asır sonra sadece Osmanlıların değil Müslümanların da elinden çıktı. Bu durumda yerel Arapların tavrının da, dönemin şartlarının da tesiri oldu. Bu konular çok tartışıldı, hâlâ da tartışılıyor. Muhakkak ki geçmişten dersler çıkartmalıyız. Bir dönem Arap Coğrafyası'nın bir kısmı "Türkler olmasın da kim olursa olsun" gözüyle bakıyordu meselelere. Bir millet Şerif Hüseyinleri de çıkartabiliyor Senusileri de. İstiklâl harbinde bizim de Şerif Hüseyinlerimiz vardı. Tıpkı bugün Şerif Hüseyin ve onun türevlerini savunan Araplar olduğu gibi, bizde de İstiklal harbinde bizi sırtımızdan vuran içimizdeki Şerif Hüseyinlerin yaptığı ihanetleri yorumlamak için yırtınanlar var.
Bu sebeple "toptancı" değerlendirmeleri bir kenara bırakmamız lâzım. Trablusgarb, Kut'ül Amare ve Yemen'de bizimle omuz omuza savaşan Arapları unutmadan meseleye bakmak lâzım.
Arapların mevcut hali ortada. Filistin meselesindeki tavırları merak edilecek derecede "sürprizlere" açık değil. İsrail katliamlara devam ederken onlar yavaş yavaş toplanır "sert" kabilinden bir kınama yayınlar, Filistin meselesi rutinine döner; çocuklar ve kadınlar öldürülür, sivil bölgeler bombalanır, kimimiz Haniye'yi över, kimimiz Abbas'a söver, kimimiz meydanlarda kalabalıkları heyecanlandıracak konuşmalarla safları sıklaştırmanın derdine düşer.
Acı ama durumumuz bu... Mesele şu ki Kudüs'ün en büyük sorunu İsrail değil Müslümanlardır; kişiliksiz ve kimliksiz Müslümanlar. Bugünkü manzara sadece Arapların suçu veya eksikliği mi? Böyle zannetmek kendimizi kandırmaktan başka bir şey değil.
Mescid-i Aksa'ya gaz bombası fırlatıldığı zaman içinden bir şey kopuyorsa o zaman bu mesele senin de meselendir. O yüzden Kudüs herkesin meselesidir.
Kudüs meselesine bakışımızı "sorumluluk" eksenine kaydırmamız lâzım. Ve şunu unutmamak lâzım: Bu meseleyi Trump'un kuklası Suud ailesi değil dört yüz yıl bölgeyi huzur içinde çözen Türklerden başka kimse çözemez.
Tabii ki bu meseleyi politika malzemesi yapmadan.
***
Kudüs'te yaşananları endişe ile izlerken Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler hocası olan, Prof. Dr. M. Akif Okur sosyal medya üzerinden bir belge yayınladı. İsrail'in Golan Tepelerini işgali ile sonuçlanan 1967 savaşları öncesi Türkiye'nin meseleye bakışını izah eden bir belgeydi bu.
Belgeye göre Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş'in Kudüs meselesine bakışı Amerikan yazışmalarına konu edilmiş. ABD Ankara Büyükelçiliğinin muhtemelen kendi Bakanlığına konu ile ilgili verdiği bir raporda Türk hükümetinin meseleye bakışı "tarafsız olmaya çalışıyor" olarak nitelendirilmiş.
"Arapları açıkça destekleyen sadece iki lider var" diyor raporda: Alparslan Türkeş ve Osman Bölükbaşı.
1967'de Başbakan Süleyman Demirel'di... Bu olayda iki tarafa mesaj var. Birincisi "Araplar bizi sırtımızdan vurdu" yaklaşımıyla meseleyi değerlendirenlere: Bu mesele Arapların veya Türklerin değil, hepimizin meselesi.
İkincisi ise meseleyi bizim adımıza yürüten devlet yetkililerine: Bu konular iç siyaset meselesi yapılmaz. Türkeş bu ve benzeri meseleleri hiçbir zaman "iç siyaset" meselesi yapmadı. Tıpkı Cezayir Savaşına gönderdiği silahlar gibi. Onun hayatı bu gibi "millî" meselelerde nasıl davranılması gerektiğine dair önemli örneklere sahip.
Konunun siyasi muhatapları bu örneklere bakarak bir politika ve "davranış tarzı" seçerlerse Kudüs de, memleket de kazanır.