Krizin gerçekleri
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)Tüketici Güven Endeksi’nin Nisan ayında yüzde 80.75 olduğunu açıkladı. Endeks değeri Kasım 2008’de, yüzde 68.9’a kadar gerilemişti.
Endekste 100 sınırı güven sınırını gösteriyor. 100’ün altı güvensizliği, üstü ise güveni gösteriyor. Bu kriz ortamında tüketici güveninden söz etmek elbette mümkün değil. Ancak, Nisan ayında bu endeksin 8 puan artış göstermesi, ilk bakışta beklentilerin olumluya dönüşme yolunda olduğu şeklinde algılanabilir. Ne var ki istatistikleri her zaman ihtiyatlı ve altyapısını inceleyerek yorumlamak gerekir.
Krizlerde, ekonominin iç dinamikleri harekete geçiyor. Örneğin dayanıklı tüketim malı talebini uzun süre ertelemek mümkün olmuyor. Ancak bu süre ne kadar oluyor... Bu süre krizin yapısına, sosyal ve siyasi yapıya göre değişiyor.
Örneğin eğer makro dengeler, sektörel dengeler bozuk ise, yapısal sorunlar devam ediyor ise, ekonomide canlanma konjonktürü zikzaklı bir seyir gösterecektir. Kalıcı büyüme ve istikrar sağlamak imkanı olmayacaktır.
Dün sabah radyoda, bir yorum dinledim. Yorum yapan Tüketici Güven Endeksi’nin arttığını söylüyordu. Ve ilave ediyordu... “Hatta dayanıklı tüketim malı almak isteyenler endekste yüzde 120’ye çıktı ” diyordu. Bu yorumu dinleyenler, “herkes dayanıklı tüketim malı almak istiyor” diye düşünecekti.
Oysa ki endeksteki soru, “Mevcut dönemin dayanıklı tüketim malı almak için uygunluğu’’şeklindedir. Gerçekten endeks değeri 120’dir. KDV ve ÖTV indirimi olduğu için elbette herkes bu dönemi dayanıklı tüketim malı almak için uygun dönem olarak kabul edecektir. Söz konusu yüzde 120 endeks değeri de tüketici güven endeksini hesaplamada kullanılan sorulardan birisidir... Nisan ayında güven endeksinin 8 puan artmasına neden olan faktörlerden birisidir.
Asıl önemli olan, dayanıklı tüketim malı almanın zamanıdır diyenlerin kendilerinin bu uygun ortamda dayanıklı tüketim malı alıp almayacağı hususudur.
Endekste “dayanıklı tüketim malı satın alma ihtimali” (gelecek dönem) diye ayrı bir soru da var... Bu sorunun karşılığı yüzde 16.5’dir. Yani kimse gelecek dönemde dayanıklı tüketim malı satın almak istemiyor. Başka bir ifade ile talep artışı olmayacak. Maalesef beklentiler olumsuz yönde devam edecektir.
Hepimiz aynı gemideyiz... Kriz hepimizi olumsuz etkiliyor... Hepimiz krizden çıkmak istiyoruz. Ancak, rakamlara takla attırarak bunu beceremeyiz. Kendimizi kandırarak, önlem alamayız.
Merkez Bankası Başkanı da, “Toparlanma kademeli ve yavaş olacak. Türkiye de toparlanma daha erken olacak” diyor...
Merkez Bankası Başkanı ya bazı olayların farkında değil veya farkındadır, bilerek beklentileri olumlu yönetmek istiyor.
1)Türkiye’de bankaların durumunun iyi olması, aynı zamanda riskin yüksek olması demektir. Zira reel sektörün batması pahasına bankalar iyi durumdadır. Özel bankalar kredi vermiyor... Kredi faizleri mevduat faizinin 3 katıdır. Ayrıca hazine kağıtlarından yüksek faiz alıyorlar. Hazır devlete para satarken, özel sektöre kredi vermeye gerek bile duymuyorlar. Dünya’da reel sektörün en zorda olduğu ülke Türkiye’dir.
2) Seçim nedeniyle mali denge aşırı bozuldu. Bu bozulma eğer yatırımların teşviki, altyapı yatırımlarının yapılması, istihdama yönelik tedbirler nedeniyle olsaydı, krizden çıkış için yararı olurdu. Ancak bütçenin seçim popülizmi içinde çar çur edilmesi diğer ülkelere göre bu bir avantaj değil, dezavantaj oldu.
3) Dünya para sistemi çökme riski içindedir. Bu nedenle merkez bankaları altın rezervini artırıyor. Eğer sistem çökerse dolarizasyonunun yüksek olduğu ülkeler bu işten en zararlı çıkacak ülkeler olur. Türkiye’de ise dolarizasyon yüksektir. Buna karşılık, dolar değer kaybedeceği için, dış borcu olan ülkeler kârlı çıkar. Türkiye’de özel sektörün dış borcu yüksektir.
Yani “Türkiye, krizden diğer ülkelere göre daha çabuk çıkar” demenin açık bir nedeni yoktur.