Krizi yaratanlar krizi yönetemez

Bu sene dünyanın en zor yılı olacak... Birçok kuruluş 2009 yılında dünya ekonomisi ve ticaretinin küçüleceğini tahmin ediyor.
Örneğin, IMF’ye göre, 2009 yılı dünya ortalama büyüme oranı -0,6 olacak. Yani resesyon yaşanacak. Büyüme oranının nüfus artış hızının altına inmesi, fakirleşme demektir. Başka bir ifadeyle 2009 yılında herkesin refahı azalacak.
Aynı şekilde yine IMF tahminine göre, 2009 yılında dünya ticaretinde de küçülme yaşanacaktır. 2009’da dünya ticaret hacmi 2008 yılına göre yüzde 2.8 oranında daralacaktır.
ILO’ya (Uluslararası Çalışma Örgütü) göre ise 2009 yılında dünyada 50 milyon çalışan işini kaybedecek ve işsiz kalacaktır.
Dünyada hisse senetlerinin yarı yarıya düşmesi, üretimin azalması, servetin küçülmesi demektir.
Gelirin düşmesi, işsizlik ve servetin azalması 2009 yılında tüketicilerin harcamalarını kısmasına neden oldu. Durgunluğun daha da artmasına yol açtı.
Ekonomik krizlerin dibe vurmasını önlemek, sosyal patlamaya kadar gitmesine engel olmak için, hükümetler “kriz yönetimi” geliştirdi.
ABD’de, Avrupa’da ve birçok ülkede, ekonomik krizi hafifletmek için özel sektörü, bankaları kurtarma operasyonu yapılıyor. Talebin artması ve ekonominin canlanması için vergi indirimleri yoluyla veya doğrudan halka da destek sağlanıyor.
Bu destekler, yeterli olmasa da, krizin daha derinleşmesini önlüyor... Ekonomik ajanların da paniklenmesini önlüyor.
Herkes Mersin’e, Türkiye tersine...
Türkiye’de Başbakan ve hükümet kendine güvenmediği için IMF’ye takıldı. Hemen IMF ile müzakereler yapıp dışa güven vermeye çalışıyor... Başbakan “Ne zaman pazarlık biterse o zaman anlaşma yaparız” diyor.
Pazarlık, eldeki imkânların takası için yapılır, verdiğine karşı alırsın... aldığına karşı verirsin... Para verip mal alırsın, mal verip mal alırsın... Yahut da NATO’ya üs verip silah desteği alırsın...
Acaba Türkiye ile IMF arasında pazarlık nasıl oluyor?
İlgili bakan, “IMF Türkiye’ye çıpa olacak, sigorta olacak...” diyor. Ayrıca Türkiye’nin IMF’den 25 milyar dolar kredi istediğini de biliyoruz. Peki Türkiye IMF’ye ne verecek?
Bizim gibi IMF’nin kapısında bekleyen, iflas etmiş bir ülke olarak kabul edilen İzlanda, IMF’ye ne verecek? Neden IMF’nin kapısında içinde bulunduğumuz G-20 ülkelerinden bizim dışımızda hiçbir ülke yok?
Kaldı ki, IMF ile anlaşma yapılmaz, stand-by düzenlemesi yapılır. Hükümet taleplerini niyet mektubu olarak IMF İcra Direktörleri Kurulu’na bildirir. İcra Direktörleri Kurulu da kabul veya ret kararı alır.
Sayın Başbakan, IMF’yi iki türlü kullanıyor... Dışa karşı müzakerelere devam imajı yaratıyor. İçeride de Kasımpaşa kabadayılığı yaparak halkı kandırıyor.
Hükümetin tez elden, toplam talebi artıracak, yatırımların önünü açacak bir önlemler paketi veya “krizden çıkış programı” hazırlaması gerekir. Aksi halde yalnızca Merkez Bankası’nın aldığı birkaç dağınık önlemle güven ortamı oluşmaz. 1 milyon KOBİ’ye 350 milyon can suyu değil, çay parası ancak olur.
Kaldı ki bir kriz yönetimi olmadığı için, herkes kendine göre krizden korunma yolu arıyor. Panik oluştu. Krizin dibe vurma riski ve sosyal patlama riski var.
Hükümet, reel sektörün “Kriz geliyor” endişesini dikkate almadı. Şimdi şirketler kapanıyor. İşsizler artıyor.
Kriz nedeniyle sosyal sorunlar da tırmanıyor. Her ay yüz bin kişi işten çıkarılıyor. Boşanmalar arttı. Suç oranı artıyor. Hükümet bunları görmezse, kriz kendi başında patlar. Zira bugüne kadar ekonomik krizlerden sağ çıkan hükümet yoktur.

Yazarın Diğer Yazıları