Krizden kim kazançlı...
Günlerdir beklenen Bakanlar Kurulu değişikliği nihayet gerçekleşti. Başkentte “bakan toto” oynayanların çoğunluğu ters köşeye yatmış vaziyette. Gelişmeleri yakından takip edip AKP’nin yapısını iyi bilenler hükümetin gizli ya da açık ortaklarının güç mücadelesine de takıntı yaptı. Söz konusu dengeleri ürkütmeden değişikliğin kazasız-belasız atlatılmasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün etkin olduğu rivayetlerine katılmıyorum. Gül’ün bazı isimleri onaylamadığına dair söylentiler ortalıkta geziyor olsa da Tayyip Erdoğan, gücü başkalarıyla paylaşmanın tehlikesini sezip, kendi kadrosunu sağlamlaştırmak ve kamuoyunda tepki alan isimleri dinlendirmek için küçük bir operasyon yaptı. Çoğunluğun beklediği Ulaştırma Bakanlığı değişiminin gerçekleşmeyeceği belli idi. İstanbul Belediye ekibi gün geçtikçe güçleniyor. Enerji Bakanlığı’ndaki beklenti belki Çankaya kontenjanı olarak muhafaza edilmiş olabilir. Ancak kabinedeki revizyon yaz aylarında yeniden gündeme gelebilir. Bir kısım yorumcular başta Ertuğrul Günay’ın İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olacağı yönünde yorumlar yapıyorsa da yanılıyorlar. Tayyip Erdoğan, CHP ve MHP hatta BDP adaylarını görmeden hiç bir yerde şimdiden aday ilan etmez. Kaldı ki AKP tüzüğündeki üç kez üst üste milletvekili olanların dinlendirilmesi var. Bakanlar Kurulu’nun neredeyse yarısı, milletvekillerinin üçte biri bu kıstasa uygun. On yıldır iktidara ortak ettiği çeşitli cemaatlerin beklentilerini de hesaplamak zorunda olan Erdoğan, söz konusu güçlerin samimiyetini sorguladığı gibi diğer partilerle yapılan pazarlıklar hakkında elinde bilgi ve belgeler var.
AKP’den kurtulmak için muhalefetin yerel seçimlerde işbirliği yapma ihtimali genel merkezlerce fazla hesaplanmasa da tabanda, yoğun baskı var. Bütün bunları duyumlara dayanarak iddia etmiyorum. Son altı ayın hemen her hafta sonunu Milli Anayasa Formu Panelleri ve çeşitli konferanslarla geçirdiğim, her türden seçmen kitleleri ile bire bir temas kurduğum için yazıyorum. AKP’yi kuran, geliştiren elbette Amerikan planı ancak, yerel yönetimlerin etkisini inkar etmek siyaset bilimini inkar anlamına gelir. TBMM’de emrivaki ile yaptıkları Büyükşehir Yasası bir taraftan Türkiye’nin bölünmesine zemin hazırlarken diğer taraftan AKP’nin belediyeleri ele geçirme operasyonunun parçasıdır.
İzmir’i ele geçirme gayretleri boşa çıkan AKP’nin Ankara ve İstanbul’u kaybetmesi durumunda bir ayağının topal kalacağını, bütün faturaların kesildiği Sarı Çizmeli Mehmet Ağa bile biliyor. 1989 yerel seçimlerinin Turgut Özal despotizmi ve ANAP’tan kurtuluşun başlangıcı olduğunu yeni nesiller bilmese de orta kuşağın hafızasında. Türkiye’nin çok partili rejime geçişinden bu yana iktidarı uzun süre elinde tutan sol ya da sağ partiler on yılın sonunda değişime tabi tutulmuşlardır. Bu konudaki tarih ve istatistikleri uzun uzun yazmaya gerek yok. Bir önceki seçimde İstanbul ve Ankara’yı az farkla kaybeden muhalefet bir araya gelse AKP bugünkü ileri faşizmi uygulayabilir miydi. Sandık hilelerine rağmen bir kaç yüz oy ile kaybedilen milletvekilleri yüzünden AKP gece yarısı yasaları ile ülkemizi uçuruma hatta savaşa sürüklüyor.
Gelelim Türk Ordusundaki casuslara... İzin günü yüzünden pazartesi günleri okuyamadığım için gün hayatımda boşluk hissettiğim Yılmaz Özdil dün de “Casuslarımızı tanıyalım” başlıklı makalesi ile fikir dünyamıza ışık tuttu. Daha iddianame çıkmadan zanlıların ifadelerinden oluşan binlerce sayfayı okumuştum. Ümraniye ve Balyoz tezgahının daha da acemice hazırlanmış versiyonu... Birinci Ordu Plan Semineri’ne katılan subaylardan sadece 49’unun yargılandığı gibi İzmir davasında amirallerin evlerine kamera koyduğu iddia edilen astsubayların isimleri olduğu halde ifadeleri bile yok. Kaldı ki ortalıkta ne görüntü ne de telefon tapesi var. Sadece isimsiz ihbar mektubu ile bir kaç bekar subay-astsubayın gönül maceralarından oluşan telefon konuşmaları... Defalarca yazdım ancak tekrar etmekte fayda var. İstanbul’da da “amirallere suikast, fuhuş-şantaj ve casusluk davası” açılmış yüze yakın subay yargılanmıştı. Aralarında iki TÜBİTAK görevlisi sivil de vardı. Yirmi ay yattılar. Fuhuş-casusluk ve şantajdan beraat ettiler. Ama ortada yöneticisi, kasası, tüzüğü, amacı olmayan örgütün üyeliğinden 7 ile 9 yıl arası ceza alıp tahliye oldular. Top yine Yargıtay’a atıldı yani... İzmir’de de delil yok. İtibar infazı ile tasfiye gerçekleşiyor. Malum gazeteler “beraber tüfek çatalım” gibi manşetlerle iki bekar gencin erotik konuşmalarını yayınlayarak özel hayatın ihlali suçunu işliyor. Duruşmalar başlasın her dava da olduğu gibi orada olacağım. Büyük ihtimal iddianameyi çarşaf çarşaf yayınlayan basın, savunmaları ve ortaya çıkarılan sahtekarlıkları görmezden gelecek. Bir nevi yapanın yanına kar kalacak. Bu esnada Türk Ordusu içindeki milli kadro büyük ölçüde tasfiye edilmiş olacak. Bize de tarihe not düşme görevi kalacak.
Gündemi değiştirme konusunda son derece başarılı olanlara rağmen olayların perde arkasını dinleyerek geçmişten bu yana ip uçlarını yakalayan değerli meslektaşlarımız da var. On altı ayını Silivri zulümhanesinde tek başına geçiren Müyesser Yıldız, yalnız başına gazete çıkarıyor gibi günde en az 3-5 olayı yazıyor. “Karadayı’yı kim Koruyor” başlıklı odatv’deki yazısı ufkumuzu açtı. Nihat Genç, CHP’deki tartışmalardan, sözde casusluk davasına kadar gelişmeleri yorumladığı “Yeni elitlerin Özgürlük Sorunu” adlı yazısı arşivlik.
Bütün bu tezgahlardan sonra dedektif mantığı ile hareket eder olduk. Öyle ise yeniden soralım “Kim Kazançlı?”