Kriz yönetiminde medya
Kriz ve geçiş dönemlerinde en önemli görev basına düşmektedir. Marjinaller neyse de, köklü ve çok satan gazetelerin sorumluluğunu yıllar sonra tarih yazacak olsa da yayın esnasında okuyucu sorgulayacaktır. Bu sorumluluk sadece gazetelerin yönetici ve yazarlarına ait olmayıp, rdönemin memleket yöneticilerine de aittir. İşine geldiği zaman siyasal destek aldığı medyaya ekonomik özerklikler tanıyan hükümetlerin, işlerine gelmediğinde yasak koymaya, boykot çağrısında bulunmaya hakkı yoktur. Zaten istese de yasaklar ters tepecek, boykot çağrıları karşı cephe oluşturarak, tirajın artmasını sağlayacaktır. Bunun en bariz örneğini Başbakan Erdoğan’ın Doğan Grubuna karşı boykot çağrısı olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım.
Tarihten ders olmayanlar, musibetlere de katlanmaya mahkumdur. Tek partili rejim döneminin Ulus gazetesi gibi DP ve AP’nin tek başına iktidar olduklarındaki yandaş gazetelerin tirajları malumunuzdur. Fikri çizgisinde kırıklık yaşayan basın organları da aynı kaderi paylaşmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca gelip geçen 57. Hükümet’ten hiçbirinin cesaret edemediği besleme ve yandaş medya oluşturma icraatı, gırtlağa varan yolsuzluk ve ültümasa rağmen şimdilik fena gitmiyor.
Yazdan kalma güzel Pazar günü en çok dağıtılıp, en az okunan gazetelerden ziyade, yandaş medyanın perişan haline göz atmaya çalışacağım. Kadrosunu büyük ölçüde korumasına rağmen, kayıtsız şartsız iktidar şövalyeliği yapan Sabah, sadece ağırlığını yitirmekle kalmayıp okuyucusunun güvenini de kaybettiği için baş aşağı gidiyor. Uzanlardan sonra bir süre TMSF’nın kontrolünde tirajı ile beraber çizgisini korumaya çalışan Star’a kelimenin tam anlamıyla yazık oldu. Uzun süre köşe başlarında hava alanlarında ve metrolarda ücretsiz dağıtılan Bugün’ün içler acısı durumundan ziyade, Yenişafak’a değinmek istiyorum. AKP iktidarından önce entelektüel görünüm sergilemeye çalışırken, zaman zaman sevimli görünüyordu. Ancak iktidar nimetlerinin dayanılmaz cazibesi Yenişafak’ı parti pravdası haline dönüştürdü. Vakit’in yeni rakibi Taraf ile kıyasıya yarışması, Erdoğan’ın uçağında koltuk bulup, Çankaya’da Gül tarafından ağırlanması dışında değişen tek şey, küfrün ve iftira ile birlikte, Ordu düşmanlığının artışıdır.
Bugün son krizlerde iyi yönetildiğine inandığım Hürriyet ve Akşam gazetelerini yazacağım. Dünya görüşlerimizin asla bir araya gelemeyeceği Ertuğrul Özkök ve Serdar Turgut, PKK terörü, Cumhurbaşkanlığı seçim süreci ve 22 Temmuz seçimlerinin öncesindeki ve sonrasındaki krizi iyi yönetmişlerdi, ama Serdar Turgut 500 bin tirajın üzerinde yer aldığı Akşam’ı, dogmaları ve fantezileri yüzünden tepetaklak düşürürken, Ümraniye davasındaki tutumuyla sınıfta kaldı.
Doğan grubunun amiral gemisi kaptanı Ertuğrul Özkök, holdingin çıkarlarını korumak adına meslek ilkelerini çiğnemiş olsa da Hürriyet’i kriz dönemlerinde dengeyi sağlayacak şekilde yönetti. Ancak dünkü “İmralı’da neler oldu” başlıklı yazısı kafasının arkasındakini öne çıkarmasına sebep doldu. Dikkatli ve duyarlı okuyucusunun tepkisini alacak olan Özkök’ün bu yanlıştan döneceğini umuyorum.
Gelelim Fatih Altaylı’ya. Ciner Grubu’nun Haber Türk kanalını almasıyla beraber, buraya çeki düzen veren Altaylı’nın programlarını zevkle izliyor, internetteki yazılarını dikkatle okuyorum. Korkusuz ve ilkeli yayıncılığa yakında çıkacak olan gazetede devam etmesi durumunda medyada taşlar yerinden oynayacaktır.