Kriz Grubu'nun Kıbrıs Raporu Krız yaratacak
Parasal gücünü kullanarak ülkelerin iç işlerine karışmakla ünlü George Soros‘un finansörlüğünü yaptığı, Merkezi Brüksel’de bulunan Uluslararası Kriz Grubu (ICG) tarafından hazırlanan “Kıbrıs: Bölünmeye Giden Yolu Tersine Çevirmek” başlıklı rapor geçtiğimiz hafta açıklandı. Uluslararası Kriz Grubu dünyadaki kriz bölgeleriyle ilgili raporlar hazırlayarak, krizde olan bu ülkelere yön vermeğe çalışmakta ve gerek gördüğünde de müdahale etmektedir. Kadife devrim denilen emperyalist müdahalelerde Soros Vakfı’nın üstlendiği misyon bilinmektedir. Gürcistan’da 2003 yılında gerçekleşen Kadife Devrim’i mali olarak desteklediğini bizzat Soros açıklamıştır. Soros Vakfı, ABD hükümeti ve RFE/RL ile birlikte, CIA’ce oluşturulan Radio Free Europe - Radio Liberty’yi işletmektedir. Faaliyet alanı Kafkaslar ve orta Asya’ya kaymıştır. Soros Open Society Institute’un (Açık Toplum Enstitüsü) kurucu ve destekçisidir. Onun kurduğu International Crisis Group (ICG), diğer şeylerin yanısıra Yugoslavya’nın yıkımından beri Balkanlarda da faaldir. Soros açıkça U.S. Institute of Peace (ABD Barış enstitüsü) ile birlikte çalışmaktadır; bu kuruluş CIA’in açıkta çalışan bir kanadıdır. Uluslararası Kriz Grubu’nda birçok etkin siyasi yer almaktadır. Bu nedenle Uluslararası Kriz Grubu’nun Kıbrıs konusunda hazırladığı raporlar önemlidir. Bizi bekleyen tehlikeler açısından dikkate alınmalıdır. Emperyalizmin başımıza ne çoraplar örmeyi planladıklarının izlerini bu raporlarda tüm açıklığıyla görmek mümkündür.
“Kıbrıs: Bölünmeye Giden Yolu Tersine Çevirmek” başlıklı raporun geçmiş Kıbrıs raporlarındaki gibi hala daha Kıbrıs sorununa teşhis koyamamış olmasına dikkatinizi çekmek istiyorum. Rapor Rumların soykırım teşebbüslerinden-Akritas Planından-,adayı bir Yunan adası yapma-Enosis ve Megali İdea ülkülerinden- bahsetmemekte, 1963’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rumlar tarafından nasıl yıkıldığını, Kıbrıs Türklerinin devletten nasıl dışlandıklarını ve eşit ortak oldukları devletteki haklarının nasıl gasbedildiğini es geçmektedir. 1963-74 arasında ise adada hiçbir olayın olmamış olduğu iddiası ve Türklere karşı girişilen tedhiş hareketlerine yer verilmemesi raporun inandırıcılığına oldukça gölge düşürmektedir. Neyse son raporun diğer ayrıntılarına geçelim.
Raporda 17 Şubat’ta Kıbrıs Rum Kesimi’nde yapılacak seçimler sonrası soruna çözüm bulma amacıyla yeni bir girişim başlatılmazsa adada bölünmüşlüğün derinleşeceği ve kalıcı hale geleceği belirtilmektedir. Adadaki tarafların kapsamlı çözüm için BM arabuluculuğunda müzakereleri yeniden başlatma niyetlerini ortaya koymaları çağrısının yapıldığı raporda, BM ve AB’nin de güçlü teşvikinin önemine dikkat çekilmektedir. Uzlaşmadan iki tarafın da sağlayacağı çok büyük kazançlar!! olduğuna işaret edilmekte, Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlığının faydalarından istifade edebileceği, Rumların da güvensizlik kaygılarını gidererek bölgenin en dinamik ekonomisi olan Türk ekonomisine açılabileceği kaydedilmektedir. Raporda, herhangi bir kapsamlı çözümün iki bölge ve iki toplum temelinde olması gerektiği belirtilmektedir. Rapor hoş vaatlerle Kıbrıs Türkünün gözünü boyamaktadır. Raporun bizim açımızdan dikkate değer en önemli kısmı ise tavsiyeler bölümüdür.
Tavsiyelerde Anavatan Türkiye’nin Gümrük Birliği Ek Protokolünden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesi istenmekte, Türkiye’deki sivil ve askeri liderlerin iki toplumlu, iki bölgeli bir federal çözüme ve çözümün ardından da Türk askerlerinin adadan tamamen çekilmesi fikrine bağlı olmaları gerektiği kaydedilmektedir. Türkiye’nin “Kıbrıs Rumlarının korkularını hafifletecek tüm yolları” araştırması gerektiği, buna Yeşil Hat yakınında askeri tatbikat yapmak, Yunan ve Kıbrıs Rum hava sahalarında askeri uçuş düzenlemekten kaçınılmasının dahil olduğu belirtilmektedir. Türkiye’nin, müzakere sürecine girildiği takdirde, adadaki askeri varlığının uluslararası gözetim altına alınmasını kabul etmesi ve güveni inşa etmek amacıyla yetkilileri, iş adamlarını ve aydınları Rumlarla iş yapmaya teşvik etmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Kıbrıs Türklerinin de Rumların mülkiyetindeki arazilerin üstüne inşaat yapılmasını durdurması önerilmekte, ’Kıbrıs Türk yönetiminin’Rum limanları üzerinden ihracat yapmak isteyen tüccarları engellememesi ve AB’nin mali destek sağladığı tek taraflı projelere izin vermesi gerektiği belirtilmektedir.
Raporun Anavatan Türkiye ve adı zikredilmese de KKTC’den hayati ödünler koparmaya yönelik zemin yaratmak üzere yazıldığı açıktır. Bunlar tavsiye midir, adada yeni krizlerin yaşanmasına davetiye midir, yoksa yakında başlayacak süreçte bize dikte edilecek dayatmalar mıdır, bekleyip göreceğiz.