Köstebek kurtarma timi
Gazeteciler bu sorunun cevabını arıyor: Arınç ve medyadaki vokalistlerinin, akıllara zarar suikast iddiasındaki ısrarları, TSK’nın kimler tarafından ve kimler adına kevgire çevrildiği bilgisini saklamak için mi?
Süpheli şahısların Bülent Arınç’ın evinin etrafında dolandığı ihbarı yapıldı.
Emniyet “film gibi” baskın verdi. Şüpheliler hem en özel eğitilmişinden “subay”, hem de ceplerinde tehlike anında yutmak üzere suikast adresi taşıyacak kadar sakil çıktı.
Başbakan Yardımcısı “Canıma kast ettiler” dedi, savcı ne “suikastı” deyip “suikastçıları” serbest bıraktı.
Genelkurmay “Onlar suikastçı, değil istihbaratçı, bilgi sızdıran köstebeği yakalayacaktık” dedi.
Başbakan ve yardımcısı bunlar söylenmemiş gibi, “mağdur edebiyatı”nın, “devletin askeri de canımıza kast ederse...” başlıklı ölümsüz eserini sergilemeye devam etti.
Ve...
İş döndü dolaştı, “Saraydan kız kaçırma”ya bin basacak bir “Operasyondan köstebek kurtarma” oyununda düğümlendi.
Geçmişinde “Bakana suikast mahali keşifçiliği”de olan tecrübeli provokatör Hasan Cemal “Kafalar özellikle karıştırılmak isteniyor. Bazı odaklar bunun için kaç zamandır sistemli bir çaba içinde.
Kafalar karışsın ki gerçeğin üstü örtülsün, meselenin özü dikkatlerden kaçsın. Dezenformasyonlar, psikolojik harekâtlar hep bunun için...” dedi.
Bu işlerin kitabını yazan adam böyle diyorsa vardır bir bildiği.
Bakalım bu kafa karışıklığını gider-meye çalışan “anti-dezenformasyon” yani “enformasyon” cephesinde dün neler yazılıp, çizilmiş...
* * *
Murat Yetkin / Radikal
Erdoğan’ı çembere alacaklar
Hükümet, hoşuna gitmeyen gelişmelerin oluşmasını engelleme, olanların kendi açısından duyulmasını sağlama safhasına giriyor. Yetersiz akıl hocaları nedeniyle de Erdoğan aslında kendi manevra alanını daralttığının farkında değil. Kimlerin kendisini Genelkurmay’la, Yüksek Yargı ile, en son MİT’le, belki yakında Dışişleri ile karşı karşıya getirerek bir çembere almak istediklerini gördüğünde iş işten geçmiş olabilir.
* * *
Bekir Coşkun / Habertürk
İktidarın devletle savaşı
Savcımız hakimimizi suçlayınca, hukukumuz savcımızı sorguladı ve o sırada yargımız adliyemizi bastı...
Polisimiz Emniyet Müdürü’müzü yakaladığından hemen sonradır ki, jandarmamız karakolumuza girdi...
Güvenlik kuvvetlerimiz ile asayiş ekiplerimiz arasında çatışma son anda önlenirken, zaten valimiz de vilayetimize kızdı...
Başbakanımızın devletimizi suçlaması ise Çankaya’daki Başkumandanımızın ordumuza kızmasına denk geliyor...
İşte tam bu sırada:
Bakanımıza askerimiz suikast mı düzenliyor ne derken... Halbuki ordumuz askeri mizi izliyordu...
Sonunu biliyorsunuz:
Polisimiz askerimizi yakaladı...
Tüm bu olanlar, devletimiz ile hükümetimiz arasındaki çatışmadan ileri geliyor... Bunun üzerine demokrasimiz ile cumhuriyetimizin mücadelesini koyarsanız, yönetim biçimimiz ile idare şeklimizin kavgasını daha iyi anlarsınız. Nitekim bu yüzdendir; iktidarımız devletimiz ile savaşıyor... Ve polisimiz askerimizi yakalıyor...
* * *
Melih Aşık / Milliyet
İktidar çatışmayı körüklüyor
Savcı, iki görevlinin, Bülent Arınç’a suikast yapmak ya da dinlemek değil, başka bir şüpheliyi izlemek amacıyla orada olduklarına ikna olmuş. Olmuş ki subayları serbest bırakmış. Fakat buna rağmen...
Yandaş basın bu iki subayın Bülent Arınç’a suikast hazırlığı yaptıklarını manşete çıkarıyor.
İddia bir gün sonra da “Bülent Arınç’ı dinliyorlardı” ya dönüşüyor. Genelkurmay olayın Arınç’la ilgisi olmadığını 4’üncü günde açıklıyor. Arınç ve Erdoğan, Genelkurmay açıklamasına kadar olayın gerçek yüzünü bilmiyorlar mıydı?
4 gün süresince Genelkurmay’la temasa geçip olayın gerçek yüzünü öğrenemediler mi? O takdirde büyük bir devlet zaafı söz konusudur. Yok eğer... Erdoğan ve Arınç gerçeği bile bile senaryonun TSK’yı suçlama altında bırakacak şekilde gelişmesine göz yumdularsa... Bu daha da büyük skandal... Ülkede bütün kurumlar birbiriyle çatışmaya girmiş ama anlaşılan yetmiyor. İktidar çatışmaları bilerek bilmeyerek biraz daha körüklüyor. Bir zahmet soruşturmanın sonucunu bile beklemiyorlar...
* * *
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
Operasyon ortaya çıkmış oldu
Elimizdeki “resmi bilgiler” şöyle:
Genelkurmay açıklamasına göre subaylar, bölgede “köstebek” takibindeymişler.
İddia edildiği gibi subayların kullandığı otomobilde “teknik takip araçları” ele geçirilmemiş.
Ele geçirilen ve üzerinde adres yazılı bir kâğıt var ama adres kime ait bilinmiyor. Subaylar savcılık tarafından serbest bırakılmışlar, demek ki savcılar da “eldeki kanıtları” tutuklamayı gerektiren ağır bir suç için yeterli bulmamış.
Tuhaf bir tablo çıkıyor ortaya.
Yürüyen bir operasyonun böylece açığa çıkması makul bir durum mu?
Polis içinde birileri asker ile hükümeti karşı karşıya getirmek için her fırsatı kullanıyor mu?
* * *
Yılmaz Özdil / Hürriyet
TSK’nın Çiçero’su arazi...
İlyas... Asıl adı, Elyesa’ydı. Kosova doğumlu. Arnavut. Türk vatandaşı.
Sene, 1943. Dünya savaşıyor. Yer, Ankara.
Çankaya Köşkü’ne komşu İngiliz Büyükelçiliği’nde uşak olarak işe başladı İlyas... Büyükelçi Sir Hugessen’a banyoda sırtını keseleyecek kadar yakındı. Ama aslında, nefret ediyordu İngilizlerden; babasının ölümünden sorumlu tutuyordu onları... Bi gün, Almanya Büyükelçiliği Müsteşarı Jenke’nin kapısını çaldı, “Özel ve gizli bilgilere ulaşabiliyorum, isterseniz satarım, fotoğraf çekerim, rulo başına 20 bin sterlin alırım” dedi.
Trafik başladı. İlyas ötüyor, parayı alıyordu.
Güzel güzel konuştuğu için “Çiçero” kod adını verdiler ona.
Ankara böyle bi yer. İstihbaratçıların savaş alanı.
Ve, şurası kabak gibi belli oldu ki, suikastçı diye yakalanan albayla binbaşı,
Genelkurmay içindeki Çiçero’nun
peşinde...
O halde ne yapmak lazım?
Ne yapıp edip, albayla binbaşıyı açığa çıkarmak lazım ki, Çiçero araziye uysun.
İzleyelim bakalım, gazete manşetlerinden yazılan senaryoların Oscar’ını kim alacak...
* * *
Orhan Birgit / Cumhuriyet
Altımızı oyanların marifeti
Birisi albay öteki binbaşı rütbeleri taşıdıkları söylenilen ve Genelkurmay Başkanlığı’nın Seferberlik Dairesi’nde görevli oldukları bildirilen o iki subayın, acaba Çukurambar mahallesinde izledikleri köstebek, TSK’yi aylardan beri töhmet altında bulunduran suçlamaların sahipleri olamaz mı?
Yoksa, köstebeğin izini süren askeri görevliler, kendisini kudretli bir politikacıya arzı hizmet ederken yakalamaya ramak kala, polis tarafından durduruldular da, avı ellerinden kaçırdılar mı?
Başbakan Yardımcısı ve arkadaşları olayı en başından beri biliyorlardı da, mahiyet değiştirip üstünü bir suikast savı ile değiştirmeye mi kalktılar? Yoksa Ankara polisi onları da mı yanlış yöne göndermek istedi?
Gerçek köstebeklerin devletin altını oymak isteyenler olduğunu bize anlatacak kimse yok mu?
* * *
Deniz Som / Cumhuriyet
Bilgiler Arınç’a mı sızıyordu?
Recep’in serbülenti Bülent Arınç’ı iki subayın suikast için izlediği yolunda polis kaynaklarından yapılan açıklama ne kadar komikse Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklama da o kadar ciddiydi. Genelkurmay, karargâhtan dışarıya bilgi sızdıran bir askeri personelin yani köstebeğin izlendiğini açıkladı. İnsan merak ediyor? Acaba, köstebek, Bülent Arınç’la temas mı kuruyordu? Köstebek, izlendiğini anlayınca “suikast senaryosu” yazarak hükümetin polislerini devreye sokmuş olmasın? Neden olmasın? Amerikalıların geçirdiği çuval ordunun başından henüz çıkartılabilmiş değil ki!
* * *
“Vurgun”un özgeçmişi
MAY-ET adını unutmayın. Bu Diyarbakırlı firma, Tayyip ve AKP’nin has adamıdır. Manisa’da Et-Balık Kurumu kombinası, özelleştirme adı altında bunlara ucuza verildi. Sonra, üretimi sürdürmek yerine, 88 dönümlük araziyi bunlar Klimasan isimli bir firmaya satmak için izin istediler. Tayyip’in imzasıyla sözleşme değiştirildi ve bu izin verildi. AKP ve Tayyip, bu işlemle MAY-ET’e çok büyük kazançlar sağladılar. O zaman Özelleştirme Başkanı, şu anda Enerji Bakanlığı Müsteşarı olan Metin Kilci, şimdi Ankara’da bu olaydan, ihaleye fesat karıştırmaktan yargılanıyor.
-Emin Çölaşan / Sözcü
* * *
TRT’deki “kamu hacıları”
“Bir TRT çalışanı” ndan gelen ve odatv’de yayımlanan mektuptaki ilginç iddia şöyle: Malum hac mevsimi bitti. Ama TRT’de “Hacı Ol, Başkan Ol “ kampanyası sürüyo... İşte kamu hacılarının birkaçı: Mehmet Alkaş (Yayın Denetleme Kurulu Başkanı), Ahmet Çavuşoğlu (Haber Dairesi Başkanı), Atilla Tunga (Haber Dairesi Başkan Yardımcısı), Fethullah Kırşan (TRT-6 Koordinatörü), Ersin Küçükbarak (Haber Dairesi Başkan Yardımcısı), Erhan Anzerlioğlu (Eski İstanbul Bölge Müdürü), Halil Kahveci (Çukurova İl Müdürü), İlyas Aksoy (Diyarbakır İl Müdürü), Kamu görevidir gidilir, bunda itirazımız yok, yapılan halis kalple ibadet ise de ona da itirazımız yok. Ne diyelim Allah kabul eylesin. Ama listeye bakınca da “Hacı Ol, Başkan Ol; Hiçbir şey Olmazsan Hemşeri Ol” açılımı da bizi dinden imandan ediyor Hocam...
* * *
GÜNÜN SÖZÜ
AKP ile Mehmet Ali Talat arasındaki ipler gerilmiş.“Satış” konusunda kesin bir anlaşmazlık çıkmıştır.
- Fahrettin Fidan
* * *
Eskiden kalabalık çekmek için siyasi partilerimiz yeni il binalarını, manken kızlarla açarlardı. Sözde açılımdan sonra yeni moda emekli teröristlerle açılış yapmak oldu...
- Engin Balım
* * *
MİNİ YORUM
Basın susturulmasın da...
Hadi hep beraber ağlayalım Mehmet Baransu ile Şamil Tayyar’a. Yeri göğü inletelim “basın susturulamaz” diye. Ya onlar? Hedef gösterdikleri için “sesi parmaklıklar arkasına hapsedilen” diğer gazeteciler için ne yapacaklar? Yazdığı kitapta “terör örgütü üyesi” olarak damgalanan bir gazetecinin sicilini nasıl temizleyecek Tayyar? Kitaplarını toplatıp, Sultanahmet Meydanı’nda “adalet ateşi”nde yakacak mı?