Korkuyu yenmek
Korku, insanları sorumluluk almaktan, riske katlanmaktan ve teşebbüs etmekten alıkoyan en büyük etkendir. Reaksiyoner tavırların, aşırı hesapçılığın, cimriliğin arka planında hep korku vardır. Kaybetme korkusu bireyi risk almaktan, boğulma korkusu yüzme yeteneği kazanmaktan, hükmetme korkusu yönetici olmaktan alı koyar. Girişimcilik, eylemcilik, taraftarlık her şeyden önce risk almayı gerektirir. Hesaplı risk almak yapıcı ve yaratıcı bilinç işidir. Risksiz bir hayat kuru, heyecansız, renksiz ve sıradandır.
Korkusuzluk hem özgürlüğün hem de bağımsızlığın ilk şartıdır. Bu nedenle İstiklâl Marşı “Korkma!” hitabı ile başlar. Zira uygarlık adına üretilmiş ne kadar değer varsa, tamamına yakını korkusuz ve “başını bir gayeye adamış” insanların ürünüdür. Şamil’in “sonunu düşünen kahraman olamaz” sözü bu gerçeğe vurgu yapar. İnançları tebliğ ile görevli peygamberler, kıtaları keşfeden kâşifler, ülkeleri fetheden fatihlerin ortak yanı, cesur olmaları ve korkusuzca amaçlarına kendilerini adamalarıdır. Kuşkusuz burada cesaret ya da yiğitlikten; ölçülüp/biçilen, tartılıp/değerlendirilen akılcı bir şuura bağlı olarak üstlenilen riskler anlaşılmalıdır. Duygu egemen tavırlar ya da şartlı reflekslerle ortaya konan tepkiler, amaca hizmet eden sonuçlar doğurmazlar.
Bu bağlamda zaferler, gölgesinden ürkenlerin işi değildir. Başarı, her zaman cesur davrananlara gülümser. Başarının sürekliliği için sabır, akıl, bilinç ve strateji gereklidir. Sonuçların bir kısmı, ancak korkuya meydan okumakla elde edilebilir. Zaferin tamamı için rahata da bir sınır koymak gerekir. Gerçek başarı, çok yönlü düşünülmüş, soğukkanlılıkla üretilmiş, korkusuzca uygulanmış projelerin sonucunda gelir. Konjonktür ve rastlantılara dayalı olarak elde edilen geçici başarıların uzun vadede kaybettirme ihtimali yüksektir.
Rakiplerin başarısızlığı, beceriksizliği, hatası ve yetersizliği sonucunda elde edildiği sanılan zaferler hep yanıltmıştır. Geçici zaferlerin sarhoşu olan kahramanlar, sürekli rakibin kötü, hatalı ve dar görüşlü olacağı üzerine stratejilerini kurar. Ancak ortaya hata yapmayan, stratejik düşünen, açıkları ve fırsatları cesurca değerlendiren bir rakip çıkınca, yapılan bütün hesaplar bir anda alt üst olur.
Risk almadan, suya sabuna dokunmadan, hayatta bir kez dahi olsa korkunun üzerine yürümeden rastlantıların itmesi ile kahraman sanılan insanlar vardır. Bunlar başkalarının yorgunluğu üzerine rahatını bina ederek, birilerinin fedakârlığından ya da sabrından yararlanarak korkaklıklarını gizler. Sessiz bir köşede aniden hareketlenen bir kuş bile bu tür davranan insanların yüreksizliğini ele vermeye yeter.
Her şey doğal haliyle gerçekleşseydi, ne stratejiye ne de yönetime ihtiyaç olurdu. Olumsuz şartları yönetmek başlı başına bir sanattır.
Korkunun kendisi bir kapandır. İnsanları aşırı hesapçı yapar. Yüreğine inme indirir. Korku kapanına yakalanan insan; bir tutum, tavır, eylem ve karşı duruş göstermeden önce onlarca ihtimalle yüzleşmek zorundadır. Böylece birey soğan sarımsak hesabı yaparken “Atı alan Üsküdar’ı geçer”. “Ya yanlış tarafı tutarsam”, “ya yenilirsem”, “ya zarar edersem” duygusu, insanı cüretkâr davranmaktan alıkoyar. “Aşağı tükürsem sakal yukarı tükürsem bıyık” çelişkisi içinde bulunanları “ne şiş yansın ne de kebap” stratejisi izlemeye yöneltir.
Değerlerle davranan, ilkelerle yöneten, ideallerini kaybetmemiş insanlar aynı zamanda korkudan korkmaktan kendilerini alı koymasını becerebilmiş insanlardır. Ülkücüler de korkuyu yenen insanlar arasından çıkar.