Korkma Ergun, Nuri Alçolar artık ilaç değil virüs atıyorlar

Odatv davası sanıklarını “sosyetik semtin ergenekoncuları” ilan eden Ergun Babahan “Yakında “Gazozuma ilaç koymuşlardı” derlerse şaşırmayın...” yazmış.
Merak etme demezler...
Demezler çünkü Nuri Alçoların artık ilaç değil değil virüs attığını yaşayarak öğrendiler.
Anlamadın mı?
Hakkında atıp tuttuğun insanların savunmalarını okuma zahmetine girmezsen, körlemesine yazıp çizersen anlamazsın tabii...
Müyesser Yıldız bak günler önce yaptığı savunmasında nasıl gidermişti suçu “ilaca atarlar” endişeni:
“Efendim devlete sızmış 3-5 virüs var. İyi çocuklar seçilmiş, aranmış bunlar. Ben bunlara Nuri Alço diyorum. Bilmiyorum yaşınız hatırlamaya yetiyor mu? Nuri Alço’nun filmlerini bilirsiniz, iyi aile kızlarının gazozlarının içine ilaç atarlar, sonra kötü yola düşürürler. Bizim bilgisayarlarımıza bu iyi çocuklar, bu Nuri Alço’lar virüs attılar. Çok şükür Silivri’ye düşürdüler; ama kötü yola düşüremediler. Biz hala gazeteci oğlu gazeteciyiz. Onlar ne derlerse desinler.”




Yatırım uzmanı...

Hey maşallah, hey maşallah; Rabbim onu ahaliyi “en doğru yatırıma” teşvik etsin diye yaratmış...
Nazarlara gelecek diye hop oturup hop kalkmama sebep olan kişi Yasemin Çongar. Dünkü Taraf’ta yaptığı Abdullah Gül güzellemesini öyle bir bitiriyor ki, finalde tam bir “yarınını düşünen ayağını denk alsın” tehdidi gizli...
Abdullah Gül, Çankaya sonrasında siyasete geri dönme eğilimi gösterirse, bunda bugünlerde kendisine yaşatılan sıkıntı da etkili olacakmış!
Ne yani “intikam meleği” rolüyle mi dönecek Gül siyaset sahnesine!
Herkesin hesabını kitabını yapıp safını ona göre mi belirlemesi gerekiyor?
Gül, bugünden ondan yahut fikirlerinden yana saf tutmayanları bir kenara not mu ediyor yoksa?
Bunu mu demeye çalışıyor Çongar!




Kimyası bozuldu

Acaba aşırı botoks yüklemesi yapılmış bünyeler vücudun refleks olarak ortaya koyduğu birtakım kimyasal tepkileri verme kabiliyetlerini kaybedeler mi?
Mimik yapamaz hale geliyorlar ya onun gibi deri gerile gerile, enjeksiyona maruz kala kala ter bezleri de işlevsizleşiyordur belki süreç içinde...
Hayır onca operasyona rağmen hâlâ içinde ter bezi barındıran deri kaldıysa suratında, muhtemelen içi su dolu baloncuklar basmıştır Nazlı Ilıcak’ın alnını bu ara.
Bilsek kağıt mendil filan yollarız, insanlık ölmedi ya!
Kolay değil çünkü Ilıcak’ın içine düştüğü travma... 12 Eylül defteri açıldı; eh ne kadar ört bas edilmeye çalışılacaksa da kim alacaklı, kim verecekli bütün hesap kitap çıkacak illa ki ortaya.
Tamam darbeciler yargılansın, cezalandırılsın, astıkları, işkence yaptıkları, hayatlarını kaydırdıkları insanların, geride kalanlarının çektiklerini misliyle çeksinler inşallah da... Biri de çıkıp deşeleyecektir herhalde; iyi de bu darbe neden oldu, nasıl oldu, bu insanlar birbirlerine nasıl düşman edildiler diye?
Hani dünkü yazısında saymış ya Ilıcak:
Kanlı 1 Mayıs...
İstanbul Üniversitesi’ndeki 16 Mart katliamı...
Savcı Doğan Öz’ün öldürülmesi...
Bahçelievler’de 7 TİP’linin öldürülmesi...
Maraş olayları...
Abdi İpekçi suikastı...
Hani hepsinin müsebbibini “devletin zihin haritasında, bir zamanlar komünizm tehlikesinin baskın oluşu” ilan etmiş ya...
İlla biri sorup soruşturacaktır; “bir sorgucu” beklemeye de lüzum yok Türk Milleti’nin huzurunda biz soruverelim hemen buracıkta:
“Komünizm”i, bir politik hareketi, bir ideolojik akımı, zihinlere “tehlike” olarak kim yerleştirdi?
Kim “devletin zihin haritası”nın sınırlarını CIA’nın menfaatlerine paralel yeşil bir hat üzerinden çizdi?
Komünizmle Mücadele Dernekleri’ni kuranlar kimlerdi?
İpucu vereyim mi; hani sonradan İlim Yayma Cemiyeti’ne çevrildi!
Aaaaaa, Nazlı Hanım bunlar senin ancak müştemilatına yanaşabildiğin mahallenin ağabeyleri değil mi? Hani elinden tutsunlar diye gözlerinin içine baktığın? Sen bunların yetiştirmeleri ile ud, kanun, keman çalıp şarkılar söylemiyor musun beş yıldızlı otellerde?
Devletin “komünizm tehlikesi” adlı düşünce esaretinden kurtuluyor olmasına bu denli seviniyorsun madem Allah aşkına o “esareti” yaratanlarla işin ne al takke ver külah halde!
Bugünlük bu kadar yeter... Giderayak bir de küçük tavsiyesi sana; yazdıklarının hangi “yazılmışları” hatırlatabileceğini hesap et bundan sonra. Çünkü sen solo yaparken ayrı telden çalmaya çalışıyorsun ama beraber sahne aldığın koro bir bilsen daha neler ele veriyor üzerine yalılar inşa ettiğin vebal dolu geçmişe dair!



BASINDAN SEÇMELER


“Acaba soykırdık mı!”

İstediğin kadar bağır, istediğin kadar küfür et... Nicholas istedi, Valerie önerdi, sırasıyla Jacques, Sebastian, Patrick, Jean Pierre, Philippe, Isabelle, Nathalie filan konuştu, Ayşe’yle Mehmet’in soykırım yok demesi suç oldu... Kabaca özeti budur.
Çünkü...
Avustralya kıtasını tesadüfen keşfeden James Cook’un tayfası, karaya ayak basar basmaz, Aborijin yerlileriyle karşılaşır. Tayfalar, Aborijince bilmiyor. Yerliler, İngilizce’den bi haber... İncik boncuk takas ederler, el kol işaretleriyle muhabbet etmeye çalışırlar.
Tayfalar o sırada bakar ki...
Tuhaf bi yaratık var.
Hoplayıp zıplıyor.
Hiç görmemişler o güne kadar.
Parmakla gösterip, sorarlar:
“Bunun adı ne?”
Yerliler cevap verir:
“Kanguru.”
Aradan yıllar geçer...
Karşılıklı lisanlar öğrenilir ve anlaşılır ki, “kanguru” Aborijince’de “bilmiyorum” demek!
Soykırım, kanguru’dur.
Körler sağırlar birbirini ağırlar’ın...
Nesilden nesle aktarılan yanlış bilgi’nin sıfatı.

***


Memlekette sanki cami yokmuş gibi, okullara mescit açarlar ama... Arapça’yı monte ettikleri müfredata “1915 gerçeği”ni koymazlar... Tehcir nedir? Katolik ve Protestan Ermenileri neden göç ettirilmedi? Sırtımızdan hançerlendiğimizde, Çanakkale’de balık mı avlıyorduk? Asala nerede kuruldu, hangi ülkeler eğitti, kaç diplomatımızı hangi ülkelerde katletti? EOKA’yı bitirdiğimiz sene Asala’nın kurulması, Asala’yı vurduğumuz sene PKK’nın ilk kez vurması tesadüf müdür? Soykırımsa bu, en başta Fransa, niye Lahey Adalet Divanı’na gitmiyor? Çoluk çocuk binlerce Ermeni’nin öldüğü kesin...
Çoluk çocuk kaç Türk öldürüldü?
Öğretmezler.

***


Tek başına mücadele eden... Sözde soykırım iddiasını ABD, Rus, İngiliz belgeleriyle çatır çatır çürüten Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Profesör Yusuf Halaçoğlu, yüce (!) Türk basını tarafından neden linç edildi? Bizzat kendi hükümetimiz tarafından neden görevden alındı?
Öğretilmediği için... Ukala dümbeleği Fransız’la, Alman’la, Amerikalı’yla yüz yüze gelen gençlerimizin boyunları bükük kalır. Hem mevzuyu doğru dürüst bilmedikleri için doğru dürüst cevap veremezler. Hem de “Acaba soykırdık mı?” diye, için için şüpheye kapılırlar.

***


Taksi durağında atıp tutmakla olmuyor bu iş... Devlet üstüne düşeni yapamadı.
Bari, daha fazla gecikmeden liselerde, üniversitelerde öğretin de, millet kendi kendini savunsun.
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Birkaç gün şamata yapıp unuturlar diyorlar

Fransız Hükümeti 2008 yılında Türkiye - AB üyelik müzakerelerinde beş faslın görüşülmesini veto etti. Türkiye’ye AB yolunu tıkadı. Herhangi bir tepkimiz olmadı. Bir yıl sonra 3-4 Nisan 2009 tarihindeki Strasbourg zirvesinde Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönüşü konuşuldu. Veto hakkımızı kullanabilir ya da şarta bağlayabilirdik. Kullanmadık.
Aldığımız darbelere karşı bir tepkimiz olmuyor. Karşı taraf da bunu biliyor. Türkler birkaç gün şamata yapar, sonra susar unutur, diyorlar. Bu defa da öyle olacağına emin olmasalar bu kadar rahat hareket edebilirler miydi?
Melih Aşık / Milliyet




Önce Erdoğan vazgeçsin devleti suçlamaktan

Fransız tarihi, Alman tarihi, Amerikan tarihi kanla doludur ama buralarda hiçbir lider çıkıp böyle kendi tarihine sahte belgelerle böyle saldırmaz.
Şimdi bizim başbakanımız düşmanla işbirliği yaparak Kurtuluş Savaşı’nı arkadan vuran hainleri masum gösterir de TBMM bunu alkışlar ise; kimse çıkıp da Fransa’nın Türkleri Ermeni soykırımı ile suçlamasına kızmasın.
Sarkozy’nın yasalaştırdığı iddiaya benzeyenleri söyleyeceksiniz; alkışlayacaksınız sonra da Sarkozy’ye kızacaksınız. Bu tavır samimi olabilir mi?
Umarım ki Başbakan Erdoğan kendi yönettiği devleti yalan yanlış bilgilerle suçlamaktan bir an önce vazgeçer.
Rıza Zelyut / Güneş




Bu karar Türkiye’ye karşı kapsamlı bir kampanyanın başladığının önemli işareti. Bizim “kof kabadayı, korkak tüccar iktidar” hala “sağduyu bizde kalsın” diye toplumu uyutuyor.
Necati Doğru / Sözcü




Paris’te 30-40 bin kişiyi bir araya getiren şuuru, ’Özlediğimiz Lobi’ye dönüştürmek çok mu zor? Eurovision’da bile on binlerce SMS toplayan bizimkiler, bu işi pekala yapar. Yeter ki
Türkiye’yi yönetenler, ön ayak olsun.
Burhan Ayeri / Akşam




Bu arkadaşlar hakikaten Fransız galiba

Ermenistan ile Ekim 2009’da imzalanmış protokolleri kendi elimizle bir kenara itmeseydik. Fransa Parlamentosu’nda bugün gelinen noktaya gelinebilir miydi? Çuvaldızı başkasına batırmadan iğneyi kendimize batırmak özdeyişimizi siyaset alanına tercüme edersek, bir çok şeyi halledebileceğiz...
Cengiz Çandar / Radikal

***


Çoğumuz Başbakan’dan, Davos’taki “van minüt” protestosu dozunda bir tepki patlaması bekliyordu. Ama o, ret oyu kullanan senatörler üstünde milliyetçi bir hassasiyet yaratmamak tedbiri olarak ölçülü olmaya çalıştı ve “Umudumuzu kaybetmedik; sabrediyoruz” dedi. Doğru yol bizce de budur.
Güngör Mengi / Vatan

***


Aşırı tepkiler bizi yalnızlaştırır, haksızlaştırır ve kendi kendimizi yaralar... Unutmayalım, yarın sırada Amerika var...
Mehmet Ali Birand / Posta

***


Türkiye hâlâ asıl yapması gerekeni yapmıyor. Kendi sorumluluğuyla yüzleşmiyor...
Etyen Mahcupyan / Zaman

***


Başbakan’ın dün beklendiğinin aksine hemen bir eylem planı açıklamaması bu konuda sağduyunun hâkim olacağının göstergesi olmalıdır.
Can Ataklı / Vatan

***


Fransa’ya hakaret, Fransız kamuoyunu olumsuz etkileyecek yaptırım açıklamaları toplum psikolojisinde ters rüzgârlar estirir. Üzerlerinde toplum baskısı ağırlaştığında senatörler tedirginlik duyacaklardır. Zaten konu fazlasıyla duyarlı. Onları köşeye sıkıştırmak yanlış olur. Hukuki yoldan çözümün önü tıkanır.
Güneri Cıvaoğlu / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları