Koreli ve Maganda
“Aslında bizim buralı Cabbar
Demişler haydi ileri Cabbar
Harbetmiş Kore’de Koreli Cabbar
Esanslar sıkar fıs fıs da fıs fıs
Ekmek parasına hokusla pokus
Gazilik madalyası esans şırıngasıyla
Geçim derdinin kralı Cabbar
Yardım ettirdim diye fak-fuk-fonundan
‘Mamafih, binaenaleyh, hakeza ve zira...’
Ardı ardına lügat paralar
Candan gönülden,
içten
Dualar eder bana Koreli Cabbar
Geniş günü olmayacak
Sığmayacak bir yere yorgun gölgesi
Hep sıkacak/Paraya sıkışacak
Bir gün gelecek ‘Esansçılık da öldü’diyecekler
Öleli Cabbar”
Beytullah Özilhan’ın “Koreli” aldı romanı (Sone Yayınları), bana 25 yıl önce Sarıkamış’ta yazdığım ve “Saman O Yana Buğday Bu Yana” adlı kitabıma da aldığım yukarıdaki şiirimi hatırlattı. Koreli Cabbar, şiirimde anlattığım gibi bir adamdı, anlattığım gibi yaşadı ve öyle de öldü.
Gelelim Beytullah Özilhan’ın Koreli’sine... O da “Koreli Zeynel” ... Benziyor Cabbar’ın yazgısına, ne ki onun yaşamı daha trajik ve bir roman boyutunda anlatıldığı için, çevresi de giriyor işin içine.
İçinde kopan sessiz çığlıklı fırtına ile kendini sıcak yuvasından dışarıya, dışarıdaki doğal kar ve borana atan kolsuz bir Kore kahramanının son gününü, koca yaşamına kurgulayarak aktarıyor yazar. Yarattığı tipler, hayatın içindenler, silik değiller, hepsinin rolü ve işlevi yerli yerinde. Remzi, Parmaksız Zeki, Şair, Gülşen, Komiser Şevki, Şahin... Hepsini çok sevdim.
Bu romanda iki sahne var, dehşet ve heyecan içinde, nefesimi tuttum okurken. Yazar bu sahnelerde ustalığını konuşturmuş. İki olay... İkisi de çocuk yuvasının kömürlüğünde... Birincide, kudurmuş bir cinsî sapık, ufacık bir çocuğa tecavüz ediyor; ikincisinde de bu vahşi sapık, bir başka çocuğa aynısını yaparken, ilk tecavüzü yaşayan ve bunun travmasından kurtulamayan çocuk tarafından sivri bir demirle gebertiliyor.
Romanda “Bizim Kore’de ne işimiz vardı?” sorgulaması sık sık yapılıyor. Özilhan, Koreli’yi sılasına kavuşturmadan Mevla’sına kavuşturmuş, yani son “mutlu” değil. Yazar, bunu hep yapıyor, Kaval romanında da böyle idi. Acıtsın, daha çok yer etsin, iz bıraksın istiyor. Doğru yapıyor bence...
Maganda
A.Metin Akpınar (bu tiyatro ve sinema sanatçısı Metin Akpınar değil), tam üç sene önce yani 4.7.2008 tarihinde bana verilmek üzere imzalayıp, Berfin Yayınları’nın sahibi ve editörü, dostum İsmet Arslan’a bırakmış. Bir dalgınlık eseri, kitap, yayınevindeki onlarca kitabın arasına karışmış ve 3 yıl sonra tesadüfen bulunmuş. Maganda, işte böylece, gelip sonunda beni buldu. Yo yoo, kaygılanmayınız, beni bulan insan suretinde bir maganda değil, magandaların anlatıldığı, Maganda adlı o roman.
Maçlarda, düğünlerde silaha sarılıp ateş eden ve bu yüzden nice canlara kıyan magandalarla yapılan örgütlü, büyük bir mücadeleyi anlatıyor bu roman. Bir zamanlar, televizyon kanalı kurmak için silah lobilerinin ülkeyi yönetenlere finansal destekte bulunduğu bir ortamda, bu mücadele elbette çetin olacaktı. “Silahsız Toplum Derneği” , bir avuç idealistle; zekâsını, yaratıcılığını, birikimini ve iş ilişkilerini bu amaç doğrultusunda ustaca kullanan Yakup adlı komiser sayesinde büyük mesafeler alıyor, gündemine oturuyor o ülkenin.
İlgiyle okunacak, dernek kurma ve yaşatma açısından da yararlanılacak bir eser Maganda.