"Kör Agop Çetesi"nden Bebek ittifakına

Eski MİT Müsteşarı Köksal, eski TRT Genel Müdürü Duna, TESEV Başkanı Paker, eski terörist Çandar, eski provokatör Cemal, Büyükelçi görünümlü CIA ajanı Parris’i buluşturan o yemeğin karanlıktaki ismi Karen Fogg muydu?


Ümraniye Soruşturması’nın 12. dalgasında gözaltına alınıp tutuklanan Prof. Erol Manisalı, hakkındaki iddiaları yalanladı. Manisalı, açıklamasında önemli bir soruyu gündeme getirdi: Taraf gazetesi ve onun malum bazı köşe yazarları ile buradaki haberden ya da iddianameden alıntı yaparak, olmayan bir şeyi varmış kabul eden diğer köşe yazarlarına, belki adalet, hak, hukuk, ahlak, vicdan denilen kavramların kırıntısına denk getiririm diyerek bir kez daha sesleniyorum: Sizce, sizden farklı düşündüğüm için ben her suçlamaya, yargısız infaza, her türlü cezaya müstehak mıyım? (Cumhuriyet, 23.04.2009)
12. dalgadan birkaç gün önce Taraf, aralarında Manisalı’nın da bulunduğu muhataplarınca “asılsız” olduğu bildirilen iddiaları manşetine taşımış, bir grup gazeteciyi “darbeci” ilan etmişti.
“Biz” ve “onlar”
Ahmet Altan dünkü yazısında ‘biz’ ve ‘onlar’ diye bir ayırımdan söz etti. Bu türden bir ayrım yeni değildi. M.Ali Birand’ın ‘kandırıldık’ itirafı ile hatırladığımız Karen Fogg ile bugünün ‘darbe karşıtı’ liberallerinin ‘sivil darbe yazışmaları’nda da benzer şu kodlar vardı: “uyuyan güzeller” ve “uyuyan köpekler” ..
Altan’ı dinleyelim: Biz ve onlar durumu çıktı. Bazı gazeteler ve yazarlar, ‘darbe hazırlığındaki büyük bir cinayet’ şebekesini saklayabilmek için olağanüstü çaba gösteriyorlar. Ya biz ‘satılmış’ ve ‘sersemiz’ ya da onlar cinayet şebekesinin yardakçıları. Anlamanın tek yolu somut olaylarla konuşmak. Anlatsınlar anlayalım kim kör, kim işbirlikçi, kim suç ortağı.
Kör Agop’ta buluşma
Altan’ın istediği gibi ‘biz’ ve ‘onlar’ı yaratan somut olayları konuşalım.
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 7 Şubat 2002 günü basın toplantısı düzenleyerek dönemin AB Türkiye Temsilcisi Karen Fogg’un ‘istenmeyen kadın’ ilan edilmesini talep etti. Buna neden olan gelişme, Fogg’un sergilediği ‘kışkırtıcı’ tutum değildi. Ortada, ülkede bir darbe planlandığına dair ‘somut’ veriler vardı.
Fogg aralarında Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Mehmet Altan, Mehmet Ali Birand, Metin Münir, Oral Çalışlar, Lale Sarıibrahimoğlu gibi birçok gazetecinin de bulunduğu bir grupla internet ortamındaki yazışmalarında hükümetin devrilmesinden, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın etkisizleştirilmesine, Uyum Yasaları’nın içeriği ve tepkilerin organizasyonuna kadar bir dizi talimat veriyordu. Fogg ile düzenli ilişki yürütenler arasında diplomatlar, TESEV ve TÜSİAD gibi sivil kuruluşlar ile bazı siyasiler ve emekli subayların da adı geçiyordu. Bu isimler, misyonları ve Fogg’un “Gayri resmi bir akşam yemeği için akşam 7.30’da Kumkapı’da Kör Agop’ta buluşmaya ne dersiniz?” mesajı, kulağımıza kaçan karsuyu, ‘O yemekte adı açıklanmayan kişi kimdi?’ sorusunun cevabını, çok da uzakta aramamamız gerektiğini işaret eder gibiydi. Ülkemizde diplomat kılığındaki ajanların işbilikçileri ile toplantı biçimi ‘gayrı resmi yemekler’ ise... Cevaba yaklaşıp yaklaşmadığımızı, ancak Fogg’un talimatları ile Türkiye’deki gelişmeleri ve elbette Bebek İttifakı’nda yer alanların bu gelişmelerde rolü olup olmadığını karşılaştırarak anlayabilirdik.
Sadakati benimsetmek
Fogg’un verdiği talimatlara göre AB’nin Türkiye’ye ilişkin stratejik hedefi ‘özgürlükler’i kullanarak “Türk devletinin ve tarihinin hakkından gelmek”ti.
Kültürel hedefin odağında gençlik vardı. “Millî kimliği tahrip” amaçlı öğrenci örgütleri kuruluyordu. Fogg, 29 Haziran 1999’da bu pilot örgütlerden birinin(AEGEE) toplantısında nihai hedefi açıkladı: Milli kafa yapıları ötesinde yeni kimlikler, sadakatler benimsetmek ve Avrupalı gibi düşünmeyi ve anlamayı öğretmek!
AB’nin yolunun Diyarbakır’dan geçtiğinin dillendirildiği zamanlardı. Fogg’un bir ayağı Diyarbakır, Mardin ve Şanlıurfa gibi illerdeydi. Federasyon zemini hazırlayacak biçimde, ülke değil şehir temelinde örgütleniyor, ‘yerelden yönetim’i gündemden düşürmüyorlardı. “Avrupalı üst kimliğine” bağlı, Türkiye’den koparılmış etnik gruplar oluşturma çabaları alenileşmişti.
Fogg’un e-postalarındaki belirgin siyasal hedefler “Türk Ordusu’nun Kıbrıs’tan çıkartılması, KKTC’nin tasfiyesi, PKK’nin yasallaştırılması, Diyarbakır merkezli ayrı yönetim oluşturulması, irticaya ve bölücülüğe hareket yeteneği sağlayacak kampanyalar yürütülmesi” olarak sıralanmıştı. İç çatışmaya ivme kazandırmak için sadece Kuzey Kıbrıs’a 30 milyon euroluk fon aktarıldığı saklanmıyordu.
ABD ile ülkü birliği
Bu hedefler bağlamında güncel operasyon alanı ise “AB’nin istediği uygulamaları gerçekleştirme yeteneğini yitiren Ecevit hükümeti”ydi. Hükümet bölünecek ve yerine AB ile daha uyumlu, mesela bir 29 Ekim günü, Türk Düşmanı Papa’nın gölgesinde egemenliğin devri sözleşmesini imzalayacak bir hükümet kurulacaktı.
Buraya kadar okuduktan sonra, “Bunlar Bebek’ten Washington’a uzun ince bir yol gider” tezinizi çürütmüyor mu diye sorabilirsiniz?
Bebek ittifakının katılımcılarından Mark Parris’in sırrı belki de burada çözülüyordur. ‘Yeni bir hükümet’ o dönemde sadece AB değil, Irak işgaline hazırlanan ABD için de elzemdi. Bazı AB yetkililerinin, “Türkiye’nin resmen aday ilan edilmesinin arkasında ABD’nin diplomatik baskısını”nın yattığı itirafı boşa olmasa gerekti. Elini kirletmesine gerek kalmadan, AB eliyle bölünüp, parçalanmış bir Türkiye’ye ‘model ortak’lık önermek, ABD için de cazip yol olmaz mıydı?
Sivil darbe finansörü Soros, Sabancı Üniversitesi’nde Amerikan emperyalizminin Türkiye’ye bakışını özetlemişti: En iyi ihracat ürünü olan ordu kullanılarak kriz bölgelerine müdahale gücü... Özetle:maşa!
Bütün bu hedeflere ulaşabilmek için ‘Uyuyan güzeller’ olarak adlandırılan; Anadolu’da etnik kimlik siyaseti yapanlar, genç aktivistler, Mason Atatürkçüler!, para karşılığı AB’yle çalışan sivil toplum kuruluşları ve neoliberaller kullanılacaktı. Psikolojik savaşla yıpratmayı planladıkları milliyetçi kesime ise ‘uyuyan köpekler’ adını takmışlardı. Bu uğurda ‘gizli, sinsi hareketle bilgi toplama’ dahil her yola başvuracaklardı.
Buna ‘pişti’ deniyor
‘Somut olaylar’ üzerinden konuşmaya devam etmek gerekirse: AKP iktidarının devrilmesini istediğini söyleyen kişi ve kurumları ‘darbeci’ diye yaftalayanlar, 57. hükümeti devirmek için dış güçlerin güdümüne girmekte sakınca görmeyenler değil mi?
O günlerde de, Mehmet Altan’ın savunduğu gibi ‘Dünya sisteminin Türkiye’yi tedavi’ süreci yaşanıyordu da, bu isimler, kalemlerini şırınga yapıp, aldıkları talimatları topluma enjekte etmek yoluyla hastabakıcılığa mı soyunmuşlardı?
Yüzlerce insanın telefonlarını, adreslerini, mahrem görüşmelerini yayınlayıp “kamu yararı var” diyenler, bu mesajlaşmalar yayımlandığında “özel hayatın gizliliği” deyip soluğu adliye kapısında almadılar mı?
Dost meclislerinin fotoğraflarını basıp “darbe toplantısı” diyenler ile hükümet devirme niyetindeki AB’ciler ve ‘tedavici’ ABD’liler ile Bebek’te yaptıkları gizli buluşmayı açıklayamayanlar da aynı isimler değil mi?
Bebek fotoğrafının öne çıkan isimleri Çandar ve Paker, Fogg’un işaret ettiği etnikçilik, yerelden yönetim, soykırımın tanıtılması, kimliksizleştirme mesajlarının baş aktarıcıları olduklarına göre... Kumkapı’dan Bebek’e transfer var mıdır? Bebek’ten Washinton’a uzayan yolun aktarma istasyonu Brüksel midir? Karen Fogg Bebek ittifakının ‘bilinmeyen’ kanadı mıdır?
Manisalı’nın sorusuna dönersek; “Köpekler”in uyumamakta direndiği de düşünülürse “Onlardan farklı düşünmek her suçlamaya, yargısız infaza, her türlü cezaya” sebep midir?
Somut olayları konuşup neyi anlayacaktık Ahmet Altan; kimin işbirlikçi olduğunu mu?


++++++


Darbe mesajları mı?
Karen Fogg’dan Dr. W. Wallece ve Helen Wallece’a (14 Kasım 2001): Emekli Amiral Kıyat, TESEV Başkanı Can Paker ile birlikte 9 Kasım’da Kıbrıs konulu 80 dakikalık bir programa çıktı. Etkisi harika oldu. Mesaj cesurcaydı: Bu sorundan bıktık artık.
Kıyat, TESEV’in kurucularından İshak Alaton’la birlikte 2 Temmuz 2001’de NTV ’de de şunları söylemişti: Kıbrıs’ta soykırım yaşanacağını düşünüyorsanız yazıklar olsun. Soykırım olmayacağının garantisi AB’dir. Stratejik önemi olan her kara parçasının mutlaka Türkiye’nin elinde olmasını bugün düşünemezsiniz. Türkiye, Kıbrıs için AB’den vazgeçmemeli”. AB MEDA programı çerçevesinde düzenlenen eğitimlerin ilk dersini de TESEV Direktörü Özdem Sanberk vermişti.
Karen Fogg’dan Cengiz Çandar’a (1 Nisan 2001): Birinci sayfada, AB ve Avrupa bütünleşmesi ile ilgili olarak, tercihen katışıksız Türk görüşünün dışında bir şeyler yazan her ay başka bir seçkin Türk köşe yazarının makalesi var. Nitekim Şahin Alpay IGC üzerine, Lale S güvenlik ve savunma üzerine, Cüneyt C tarım üzerine, Emine Y telekom üzerine yazdı. Ferai T, Mehmet Ali B, Samy C, Semih İ, Zeynep G, Mithat M, Mim Kemal. bu yoldan geçtiler Şimdi senin sıran? (Ödeme mümkün, makbuz gönder)
Cengiz Çandar’dan Karen Fogg’a (3 Nisan 2001): Sevgili Karen, Senin bir önerini nasıl geri çevirebilirim? Sizin sayfalarınızdan geçenler kuyruğunda en son sırada oluşum şaşırtıcı.
Cengiz Çandar’dan Karen Fogg’a 30 Nisan 2001:Sevgili Karen, Seninle bir araya gelememem büyük talihsizlik oldu. Ama yarın Türkiye ve Yunanistan üzerine bir atölye çalışmasının yapılacağı Bologna’da olacağım. Yakın gelecekte nazik davetine katılma fırsatı bulabilmeyi umuyorum. Son kez bulunamadığım için özür dilerim. En iyi duygularla Cengiz


++++++

Kim bu adamlar?
Azerbaycan’ı iterek, Ermeniler ile uzlaşıyorlar... Kıbrıs Türkleri yerine Rumlar’la daha iyi anlaşıyorlar... Kuzey Irak’ta; Türkmenler’i unuttular, ikiyüzlü Celal Talabani ile koklaşıyorlar... 22 yaşındaki adamı “çocuk” diye oturtarak 23 Nisan’ı ti’ye alıyorlar... PKK ve Apo’nun affedilmesi tartışmaya açıldı, terörle mücadele etmiş askerler içerde... Saymakla bitmez... Kimin devlet adamları bunlar? O Cumhurbaşkanı, o Başbakan, o iktidar benim değil... Sizin mi? O zaman sormaz mısınız kendi kendinize: “Ne yapıyor bu adamlar?”
* Bekir Coşkun / Hürriyet


++++++

Nasılsa TRT herşeyi biliyor
Yeni Şafak’tan Tamer Korkmaz hararetli hararetli Ergenekon meselesini anlatıyor.. Dinledim.. Dedim ki; bunca soruşturmaya, savcıların bunca çabasına, hâkimlerin bunca titizliğine ne gerek var! Devletin TRT’si karar vermiş..
Tamer Korkmaz anlatıyor.. Osman Yıldırım’ın itirafları ortada, biz bir yıl önce söylemiştik.. Danıştay saldırısı Ergenekon’un işi.. Zaten, Alparslan’ın babası da oğlum kullanıldı dedi..İş tamam..
Haberal’ın düzenlediği Patalya toplantıları neyin nesidir? Darbe sonrası bakanlık kapma faaliyetleriymiş..
Ya PKK! Ergenekon ahtapotunun kanlı kolu PKK’ya kadar uzanıyormuş..
TRT işi bitirmiş.. Bütün bağlantıları çözmüş, Türk halkına anlatıyor..Sayın savcılar, sayın hâkimler boş yere kafa patlatmayın.. TRT’yi izleyin yeter..
* Mehmet Tezkan / Vatan


++++++


“Ergenekonculuk” kapsamı belirlendi
Kimler Ergenekoncu sayılır? Etyen Mahçupyan dünkü Taraf’ta yer alan yazısında net bir fikir veriyor.. Bakınız ne diyor: “...Saylan da evinin aranmasından iki gün sonra şöyle demekteydi: ’Ülkemizi sattırmayız, böldürmeyiz. Her devrimin bir karşı devrimi vardır. Devrimimizi korumak zorundayız.’ Saylan ideolojik açıdan Ergenekon’un parçası olduğunu bundan daha iyi söyleyemezdi...” Böylece suçun kapsamı da belirleniyor. Ülkesinin satılması ve bölünmesine karşı olanlar Ergenekoncu olmuş oluyor!
* Melih Aşık / Milliyet


++++++


MİNİ YORUM
Makbuz karşılığı

Murat Bardakçı, HaberTurk’teki köşesinde “tuhaf bir memleket” olduk diyordu dün. “Hepimiz Ermeniyiz” çığlıkları arasında “Ben Türk’üm” demenin faşistlik, ırkçılık sayılmasını sorguluyordu... Hiç uzun uzun kafa patlamaya gerek yok ki. Kanaat önderleri makbuz karşılığı “katışıksız Türk görüşünün dışında” kalem sallayan bir milletin güruhlaşmaya aday olması sürpriz midir? Züğürt tesellimiz var Allah’tan: “köpekler”e tasma takmayı becerdiler ama “uyutmayı” hala başaramadılar...

Yazarın Diğer Yazıları