Köpekler ve taşlar
Bölücü terör örgütü, “Açılım” teranesiyle siyasi iktidar, “Farklılıklarınızı öne çıkarın” akılları ile başta ABD olmak üzere dış güçler tarafından adeta kudurtulmuştu.
Güneydoğu’da önemli bir alanda gece ve gündüz alan hâkimiyeti sağladılar. Türkiye’nin diğer bölgelerinde de can ve mal emniyeti diye bir şey kalmadı. Bu ülke, intihar bombacıları ile övünen milletvekilleri, insanları halk otobüslerinde cayır cayır yakan KCK mensupları, şehidinin cenazesinde gözyaşı döken anne, evlat, eş ve babayı “ayılıp bayılıyorlar” diye eleştiren başbakanlar gördü.
Siyasi irade sanki bir dış güçmüş gibi Lazım, Kürdüm, şunum bunum diyerek sürekli farklılıkları öne çıkartıyor, terör azdıkça da faturayı, “Ne istiyorlarsa verdik, terörü önleyemiyorlar” diye Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kesiyordu. Sanki karşılarında, “Tüfek teçhizatımız olmadığı için PKK ile mücadele edemiyoruz” diyen bir TSK varmış gibi.
Bu yaklaşım Türk halkı ve TSK üzerinde gerçekleştirilen sinsi bir psikolojik operasyondan başka bir şey değildi. Bu operasyona TSK içindeki bazı çürük elmaları teşhir ederek haklılık kazandırma gayretleri de çok ilginçti doğrusu. Oysa Deniz Feneri davasında olduğu gibi kendi sepetlerindeki çürük elmaları halkın gözünden saklamak için devlet ve hukuk gücünün bütün imkânları seferber edilmekteydi. Velhasıl kelimenin tam anlamıyla taşların bağlandığı, köpeklerin sokakları esir aldığı bir Türkiye dönemi yaşadık.
Bakalım bundan sonra ne olacak?
Belki siz “Katranı kaynatsam olur mu şeker” diyorsunuz. Aslında haksız sayılmazsınız. Ama İslâm’da ümitsizlik yoktur. Hiçbir tuzak Allah’ın tuzağından, hiçbir güç Allah’ın gücünden üstün değildir.
Benim istinatgâhım da Allah(c.c.)’tır, şu ya da bu değil.
Cemaatle teravih!
Birileri tutmuş “teravih yok” demiş yetmemiş, “Yaşın 50” yi geçtiyse oruç tutmayın, fidye verin” diye de eklemiş.
Bu saçmalığın aslında tek cevabı var: Bu dini bize Allah’tan alıp tebliğ eden kim? Elbette ki Hz. Muhammed(s.a.v.). Ve O, ölümüne kadar yani 62 küsur yaşına kadar orucunu tutmuş ve teravih namazını da kılmıştır. Evinde kıldığı olmuş, mescidinde kıldığı olmuştur. Ne biçim günler yaşıyoruz ki, hakikat bu iken birileri çıkıyor, ben bu dini Hz. Peygamber(s.a.v)’den daha iyi bilirim demeye getiriyor ve bunların piyasada müşterisi de olabiliyor.
Belki, teravihin Hz. Ömer(r.a)’ın halifeliği döneminde cemaatle kılınmasına, “Cemaatle teravih Hz. Muhammed döneminde yoktu, yanlışlık buradadır” itirazı yapılabilir. Bu itiraz da, “Ben İslâm’ı ve Hz. Muhammed’in muradını Hz. Ömer(r.a)’den daha iyi bilirim” demekten başka bir şey değildir. Sizce, bu devirdeki bir Prof. mu daha iyi bilir İslâm’ı ve Hz. Muhammed(s.a.v)’in muradını, Hz. Ömer(r.a) mi? Dahası, “Aşere-i Mübeşşere” dediğimiz yani sağlığında cennetle müjdelenen sahabilerin tamamı, (Hz. Ebubekir, Hz, Osman, Hz. Ali, S’ad b. Ebi Vakkas, Zübeyr b. El Avvam, Ebu Ubeyde Cerrah, Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah) kendisi de sağlığında cennetle müjdelenen Halife Hz. Ömer’in teravih namazını cemaatle kıldırdığında hayatta olan kişilerdi. Hiç birinden itiraz gelmedi ve hepsi Ömer’(ra)in arkasında teravih namazlarını cemaatle kıldılar. Hz. Peygamber(s.v.s)’in dizinin dibinde teravih kıldığı Hz. Aişe(r.a) validemiz Ömer(r.a.)’e itiraz etmedi. Yüz bine yakın sahabi gönül rahatlığı ile Ömer(r.a.)’e uydu, sonra tabiin, tebai tabiin ve mezhep imamları bu geleneği sürdürdü. Aradan bin dört yüz yıl geçti, birileri çıktı, “Cümlesi yanlış, ben doğruyum” demeye başladı; sizce bütün bunlar neyin alameti olabilir?
Herhalde kıyamet alametidir.