Koltuk için
Gazetecilik, kendisini ilgilendiren hadiseleri toplumla buluşturmak, yazarlık da, toplumu ilgilendiren hadiseleri, farklı bakış açılarından, evveli ve hâli ile harman edip, geleceğe dönük bir şekilde, toplum adına yorumlamak olsa gerek.
Gazeteciliğin yorumu, yazarlığın da cehaleti kaldırmadığı gibi, haber ve yoruma özne olan şahıs ve kurumlar da, tahammülsüzlüğü kaldırmaz.
Bu, özellikle siyasiler için kesin bir kuraldır.
Çünkü siyasetçinin muhatabı toplumdur.
Siyasetçi seçmenden görev isterken toplumdur, göreve gelip halka hizmet ederken toplumdur, görevde kalmak istediği ve onu orada tutacak olan seçmen olduğu için, toplumdur. Herkes gibi siyasetçinin de sadece evi ve ailesi, dostlarıyla olan dar zamandaki insanî ilişkileri özel hayatıdır, onun dışındaki her söz ve fiili toplumu ilgilendirdiği için, haber ve yorum konusudur, öyleyse o buna tahammül edecektir. Evet, “dar zaman” notunu düşmek zorundayız, çünkü, bir siyasetçi aslî görevinin topluma hizmet olduğunu unutmamak mecburiyetindedir. Unutur, mesaisinin çoğunu eşi, çoluk çocuğu ve dostları ile değerlendirir hale gelirse, o zaman, o hâl, özel olmaktan çıkar, özel olmaktan çıkınca da, gazeteci haberi, yazar da yorumu ile, siyasetçiye, toplumdan çaldığı zamanın hesabını sorar.
Bugün niye böyle bir konu seçtik?
Seçtik, çünkü, özellikle siyaset ve bürokrasi çevrelerinde eleştirilen söz ve fiillere karşı büyük bir tahammülsüzlük var. Bir yazar yazısında başbakanı, bir parti genel başkanını yahut bir bürokratı eleştirdiğinde, o koltuktan kalk ben oturacağım demiş gibi, bir alınganlık gösteriliyor. Oysa eleştirilen makam veya şahıs değil, yapılan icraat yahut söylenen sözdür. Ki zâten o siyasetçi, o bürokrat, o fiil ve o sözü ile, işte ben bunu yaptım ve böyle söylüyorum, ey millet ne diyorsunuz, demek istemiştir! Sen hem mahallenin meydanına bir tanker sütle gelip, bebelere gıda diye anons edeceksin hem, “Bu süte su katılmış” diyene, “Nankörlüğün âlemi yok!” diye hakaret edecek ve “İnekler su içmesin mi!” türünden akıl oyunları ile mahalleli adına temiz süt kavgası verenleri mahalleliye taşlatmaya çalışacak, sonra da buna, demokrasi diyeceksin, bu olmaz. Ama Türkiye’de olan, yapılmak istenen bu. Eleştirilen sütçü hemen eleştireni kendisine ücretsiz süt vermediği için böyle davranmakla suçluyor yahut toplumu, “Onun aklında başka sütçü var, (ki olabilir ve bu toplumun her ferdi gibi yazarın da hakkıdır) mahalleye onu getirmek istiyor!” diye damgalayıp, şahsını, söz ve icraatlarını eleştirinin merkezi olmaktan sıyırıveriyor.
Bu, eleştiriden kaçmanın profesyonel bir metodudur, ama tabi, topluma da, toplum adına eleştiri üretene de haksızlıktır.
Şimdi biz, “Türk ordusunun tamamı gitse Kandil’i temizleyemez” diyen Genelkurmay eski Başkanı Büyükanıt’a, “Bu ne biçim ifade, PKK’ya moral veriyorsunuz, mâdem bu dediğinize inanıyorsunuz, öyleyse Irak’ın kuzeyindeki oluşumdan Kandil’i temizlemesini niye istiyorsunuz? Sizin yapamadığınızı o nasıl yapacak?” diye sorunca, Genelkurmay Başkanlığı makamına göz dikmiş yahut Büyükanıt’ın emekli maaşının kendimize bağlanmasını mı istemiş oluyoruz? Dişinden tırnağından artırdığı ile mahallesine cami yaptıranların arasından birinin çıkıp, “Bu camiin kıblesi yanlış” dediğinde, müteahhit ve o cami yaptırma ve yaşatma derneği yöneticilerinin yapması gereken, kıblenin doğruluğunu mu test etmektir yoksa, “Kıble o tarafta ise, suç bizim mi?” savunması yaparak, eleştiri sahibini, “Kıbleye laf etmekle” suçlaması mı?
Bilmem anlatabildik mi! Anlatabildikse de anlatamadıksa da biz bilgi, kültür, akıl ve vicdan ölçülerimize göre, elimizden geldiğince, mesleğimiz ve yaptığımız işle ilgili bir mihenk ortaya koymaya çalıştık. Siz çevrenizde bütün olup bitenleri, bu mihenge vurarak ve tabii kendi akıl ve vicdan süzgecinizden geçirerek değerlendirebilirsiniz, değerlendireceksiniz..
Vicdan, her şeyden önce vicdan!
Bütün taraflar için..