Kolonya dışarı mikroplar içeri!
Bütün bunlar kolonyayla irtibatı kesmenin neticeleri biliyorsun değil mi?
Parfümmüş!
Kanserojen bir kere... Hem insanı, hem dünyayı zehirliyor; “ciğersizleştiriyor” bizi!
Oysa öyle miydi o elinin tersiyle ittiğin kolonya; hiçbir işe yaramasa mikropları kırıyordu... Az şey mi!.. Eline, koluna, yazı masanın sağına soluna sürdükçe ne bakteri, ne virüs bulaşabilirdi yanına yörene. Antiseptik bir kere; böyle kolay saramazdı bünyeni, yandaş zevatta görülen kronik vicdansızlık kolonya sayesinde!
***
Ama ne oldu; kolonya dışarı, mikroplar hooop içeri! Bitirmişler ciğerlerini; ne yürek bırakmışlar, ne damarda kan...
Boşuna mı sanıyorsunuz bu heyula! Alın işte bütün semptomlar dün Radikal’de Ezgi Başaran’a analattıklarında saklı Fehmi Koru’nun...
“Hrant Dink’in küçük bir cemaat gazetesinde yazdığı yazılar içinden bazı cümleler cımbızla çekilerek Türkiye gündemine taşındı. Adım adım bu akıbete sürüklenmesinde elbette medyanın da payı var...” diyebiliyor da...
“Bir televizyon programında çok saygın bir hocaefendinin adım adım bir kadınla yakınlaşmaya doğru itildiğini, bunun kameralarla tespit edilip yayımlandığını hatırlıyorum. O yaşlı başlı, pek çok genç hafızın yetişmesinde payı olan hoca, bu olayın ardından intihar etti. Kameralar onu buna itmiştir...” diyebiliyor ama...
İş “Ergenekon-Balyoz sürecinde suçlu oldukları kesinleşmeyen birçok kişinin itibarsızlaştırıldığının, 6-7 subayın intihar ettiğinin” hatırlatılmasına gelince “Onlar manşetlerden ya da TV’den afişe edildikleri için değil, olayın içerisinde isimleri geçti diye hayatlarına son verdiler” oluyor bir anda...
Koru’ya göre Dink söz konusu olduğunda, “Manşetler (ve televizyon ekranları) insanların itibarlarını yok etmek için de, birilerini tahrip etmek için de etkili...”
Mevzubahis bilmem ne hocaysa “Manşetler insanı normalde yapmayacakları işleri yapmaya sevk edebilir, tahrik edebilir...”
Ama “PKK ile mücadelede olağanüstü yararlıklar gösterdiği için devlet madalyasına layık görülen, çatışmada omuriliğine isabet eden kurşun yüzünden tekerlekli sandalyede yaşayan Abdülkerim Kırca”nın intiharında zerre payı yoktur PKK itirafçılarının iftiralarını manşetlerine taşıyarak, onurlu bir Türk askerini itibarsızlaştırmaya çalışanların ha!
***
“Kimse manşetlerden mahkûm edilmemiş bu süreçte!..” Önce yazdığın gazete dahil son üç dört yılın basın arşivlerini, sonra da Silivri’deki tecrit hücrelerini tara bakalım; nasıl bir “mod medyan” çıkacak karşına. Yine de dersen ki “Gazeteler, Ergenekon sürecinde kimsenin itibarına zarar getirmemeye ihtimam gösterdi, bu anlamda büyük bir hata görmüyorum!”
Çare yok, duacısı olacağım en büyük dileğinin gerçek olması için 12 Haziran’dan sonra!
Sonuna kadar katılıyorum sana... Umarım (ama sadece siyasette değil) medyada da hanidir iktidarda oturan bir “zihniyetin tasfiyesi” sağlanır seçim sandığıyla... Umarım “kurşun kalem”ler, umarım “cellat”lar, umarım köşeleri tutmuş gönüllü “zebaniler”, umarım “hakimler” , “savcılar”, “infaz memurları” da gömülür gider karanlıklarına...
Kaderden kaçmayı deneyeceksen sana tavsiyem “kolonya”; mikrobu kırar!
+++
Biz nasıl bilemedik değerini
Dün bir tek medyanın zekasıyla alay ettiğini zannetmiştim... Meğer topyekün milletin aklını, fikrini, hafızasını hafife alıyormuş ABD Büyükelçisi Ricciardone...
Aslı Aydıntaşbaş’la mülakatının ikinci bölümünde, 12 Eylül darbesini, “yakın şahidi” sıfatıyla değerlendirirken diyor ki:
“1980 yazında Türkler, cumhuriyetin gözleri önünde yok olduğuna tanık oluyordu. Tek soru askerin ne zaman geleceğiydi. Çünkü günlük infial artıyor, sokakta cesetler yığılıyordu. Yani insanlar askerin geleceğini biliyordu ve bunu istiyordu. Biz de elçilikte sadece tahmin yürütüyorduk. Bilmiyorduk. Bir gün tankları gördük, herhalde geliyorlar, dedik...”
Darbede ABD parmağı olduğu inanışı “büyük bir saçmalık” Ricciardone’ye göre... Onların tek yaptığı “Türklerin kabul ettiği şeyi kabullenmek” olmuş!
Özeti:
“Askerin müdahalesini siz istediniz, biz de bu isteğinize saygı gösterdik!”
***
Libya’da Kaddafi’nin devrilmesini de halk istemiş, ABD’de bu isteğe saygısından sivilleri havadan bombalamaya başlamıştı biliyorsunuz...
Saddam’dan kurtulmayı arzulayan da Irak halkıydı sonuçta; yoksa ABD’ye neydi değil mi? Iraklıları’ın “demokrasi” isteğine saygı göstermişlerdi. Bir buçuk milyon sivil katli de “hayallerine kavuşmanın bedeli”! Gülü seven dikenine katlanır misali!
Balkan ve Kafkas ülkelerindeki “ani” iktidar değişimleri neden oldu sanıyorsunuz; sokaklara dökülen halk “değişim” istedi diye. Eee ABD’ye düşen de bu talebe kulak vermek oldu yine!
Efendim!
Kapitalizm mi?
Arza uygun (evvelce) talep yaratmak mı!
Yok canııımmmm market mi işletiyor; koca “dünya devleti”nden söz ediyoruz burda; ha bir de insan hayatından!
Yani siz ABD’nin eşeğini önce kaybettirip sonra buldurduğunu (buldurmuş gibi yaptığını) mı ima ediyorsunuz bütün bu zavallı ülkelere!
Mesela bir iktidardan kurtulmak için o ülkeyi “70 cente muhtaç” eder mi ABD? Ambargo uygulayıp yoklukla terbiye eder mi insanoğlunu?
“Afyon üretimini durdurmazsanız Sultanahmet Camii’ni bombalarız” diye tehdit eder mi mesela; “balyoz paşası” mı bu ayol!
Bu nasıl bir komplocu kafa...
Kahramanmaraş’ta da dahli olduğunu iddia ettiniz, o kanlı olayların arifesinde CIA ajanları meğer sadece “turistik gezi” ye gitmişler şehre... O otomatik silahlar da, iklim değişikliğinden sebep gökten yağmış sadece!
Tıpkı Kanlı 1 Mayıs’ta Intercontinental’ın göğe yakın pencerelerinden yağan kurşunlar gibi...
***
Bunca isteğimize “eyvallah” demiş bir ülkeye, kalk bir de “darbeci” de
iyi mi!
Teşekkür edeceği yerde...
Boşuna demiyorlar insanoğlu bu çiğ süt emmiş diye; nankör geldiler, nankör gidecekler(!)..
+++
Gece üstü açık kalmış olmalı...
Kozmik odasına kadar girip hallaç pamuğuna çevirdikleri, en tepesinden küçük bir Anadolu kasabasındaki kamu kurumunun çayhanesine kadar her noktasında kadrolaştıkları “devlet” 12 Haziran’da AKP’ye “tezgah” kuracakmış. Önder Aytaç öyle yazıyor. Tamam nasıl camiyi çalan kılıfını hazırlarsa, yenilginin kokusunu alan da “şike” bahanesini peşinen yedekler cebine ama... Bu kadarı fazla! Türk Milliyetçilerini AKP’den uzaklaştırmak için “derin senaryo”ya mı ihtiyaç var Allah aşkına... Anlıyorum bu kötü bir rüya senin için ama boşuna boşuna komplo arama; farzet ki üstün açık kalmış, o ara olmuş bütün bunlar da!
Önder Aytaç
+++
Deniz Feneri 36 milyon Euro yakmış!
Saygı Öztürk’ün Sözcü’de yazdığına göre Almanya’daki Deniz Feneri e.V. soygununda çalınan 40 milyon Euro tutarındaki paranın izini süren savcılar bunun ancak 4 milyon Euro’luk bölümünün yardım işlerinde kullanıldığı bilgisine ulaşmışlar.
Geri kalan 36 milyon Euro’nun ne olduğu hakkında bir fikir yok.
Soruşturmayı yürüten savcılar, “yardım aldığı” iddia edilen kişilerin talimatla ifadesini almışlar. Yardım olarak alındığı söylenen miktarlar ile belgelerde yazan rakamlar birbirini tutmuyor!
Yardım yapıldığına ilişkin olarak ibraz edilen belgelerin bazılarında mühür ve damgaların da sahte olduğu anlaşılmış.
Öte yandan Almanya’daki Deniz Feneri e.V. ile Türkiye’deki dernek arasında da ilişkiyi kanıtladığı belirtilen bazı banka hesaplarına ulaşılmış.
Öztürk, soruşturmanın yılbaşından bu yana oldukça ilerlediğini, hazırlanacak iddianamenin 20 sanığı kapsayabileceğini yazıyor.
Almanya’daki ilk davanın haberleri gazetelerde yayımlandığında Başbakan’ın nasıl sinirlendiğini ve gazetelere nasıl savaş açtığını hatırlayalım.
Bugün Türkiye’de basın özgürlüğü ile ilgili sıkıntıları eleştiren bütün Batılı raporların miladı o güne dayanıyor.
Keşke seçimden önce şu dava açılabilse de halkımız sandıklara giderken kendisinden nelerin gizlenmiş olduğunu da öğrense!
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++
Liberaller bi şey der mi?
OYAK’ı bilirsiniz değil mi?Ordu Yardımlaşma Kurumu.. Liberal yazarlar bir ara kafayı takmıştı.. Vesayet rejimi kurumu diye verip veriştiriyorlardı..
Dünkü gazetelerde polis de akaryakıtçı olmak istiyor haberini görünce dikkatimi çekti..
Askerler gibi polislerinde üyesi olduğu bir kurum var..
Polsan.. 1952’den beri var..
Son yıllarda büyümüş, almış başını gitmiş.. OYAK gibi , inşaat, turizm, sigorta işine dalmış.. Ambalajlı su ve akaryakıta da girip büyümek istiyorlarmış.. Askerler gibi onlar da imtiyazlı.. Benim bir lafım yok.. Merakım şu; OYAK’a kafayı takan liberal arkadaşlar ne der acaba? Bi şey derler mi?
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Ordu AKP’ye çalışıyor
Her seçim öncesinde bu Genelkurmay bir açıklama yaparak AKP’nin prim kazanmasına yol açıyor. 2007 genel seçimlerinden önce, dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt böyle yapmadı mı?
Büyükanıt ile Başbakan Erdoğan 5 Mayıs 2007’de Dolmabahçe Sarayı’nda çok gizli bir görüşme yaptılar. O günün akşamı, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, Amerika’ya şöyle bir kripto geçiyor: ’Erdoğan ile Büyükanıt anlaştı; operasyon başlayabilir.’ Ve operasyon başlıyor. Genelkurmay’dan çıkartılan ve eklemeler yapıldığı söylenen o darbe planlarını yayımlamak için bir de Taraf isimli gazete kurduruluyor. ABD ile bağlantısı olduğu öne sürülen gazeteciler burada istihdam ediliyor. Burada çalışan Mehmet Baransu isimli, kimsenin o zamana kadar bilmediği birisine; ’Balyoz Darbe Planı’ diye bir bavul dolusu belge veriliyor...
Özellikle Abdullah Öcalan’ı getiren subayların da terörist gibi gösterildiği bu operasyonda susması gereken Genelkurmay; yeniden konuşuyor ve sanki içeri tıkılan subaylara arka çıkıyormuş gibi bir hava veriyor. Hayır; Genelkurmay o subayları korumuyor; AKP’ye bilerek koz veriyor.
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Başıma bir şey gelirse sorumlusu Uslu’dur
Taraf’ın Polis Akademisi mezunu yazarı Emre Uslu’nun hangi sebeplerle Ahmet Şık’ın tüm notları sahiplendiğini yazdığını sordum... Yazıdan sonra Uslu, Twitter’da kendisinden özür dilemem gerektiğini, yoksa sokağa çıkamaz olacağımı(...)yazdı.
Sonra da Taraf gazetesindeki köşesinden cevaben bir şeyler yazdı. Yazıyı okuyunca temel mantık ve hukuk bilgisine sahip olmayan bu kişinin üniversitedeki öğrencilerine kolaylıklar dilemek dışında elden bir şey gelmiyor... Kitap taslağının kendisinin haberi olmadan başka bir bilgisayardan çıktığını söyleyen birinin, kendisine okunmayan herhangi bir satırı kabul etmesi imkân dahilinde değildir.
Sokakta başıma bir iş gelirse, “Sokağa çıkamaz hale gelir” diyen Emre Uslu’yu hatırlayacağım. Siz de hatırlayın.
Özgür Mumcu / Radikal
+++
Bülent Arınç gazeteci izlettirecek
Meslektaşımız Yılmaz Polat, Washington’da düzenlediği basın toplantısı sırasında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a, Fethullah Gülen ile görüşüp görüşmeyeceğini sordu. Arınç, her nedense soruya çok sinirlendi: “Ben size bugün ne yaptığınızı, hangi sokaktan geçtiğinizi veya kiminle görüşüp çayını içtiğinizi soruyor muyum? Sormuyorum. Böyle bir ihtiyaç duymuyorum çünkü.”
Arınç, hızını alamamıştı, toplantı bitiminde Yılmaz Polat’a bir kez daha döndü: “Sen Türkiye’ye gel de ben sana nerelere uğrayıp uğramadığını soracağım. İzlettirip senin bütün açıklarını ortaya çıkaracağım.”
Demek ki, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç istediği anda herkesi izlettirebiliyor. Söylendiği gibi, mahkeme kararı filan hikâye...
Işık Kansu / Cumhuriyet
+++
Ne ayrıcalığı var
Neden bir insan durup dururken milletvekili olmak ister, Sırrı Süreyya neden bu yarışa dahil olmak ister anlayamam.
Tıpkı Doğan Etik Konseyi’nin siyasete giren yazarlarla ilgili kararının neden onu bağlamadığını anlamadığım gibi.
Bir ilkeden söz ediyorum: Bir kural varsa bu herkes için geçerli değil mi?
Oray Eğin / Akşam