KOLLARIMIZ KIRIK, AYAKLARIMIZ BAĞLI MI?..
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, dün “sert konuştu!” İnsanın, “Bu kaçıncı sertlik?” diyesi geliyor..
Sayın Başbuğ, hem PKK terörü hem de anayasadaki laiklik ilkesi hakkında açıklamalar yaptı. Sözün özünde, “laiklik ve üniter devlet yapısı” başta olmak üzere Atatürk ilkelerinin korunacağı; terörle mücadelede ise ABD’nin sadece “laf ürettiği” vurgulanıyor.
2005’TE DE AYNI..
Açıklamaları okuyunca, geçmiş yıllara baktım. Bu sözler bana yabancı gelmedi. Örneğin, yine Kara Harp Okulu’nun bir başka açılış yılında da benzer sözleri duymuşuz. Dönemin KKK Org. Yaşar Büyükanıt, 2005 yılında “Bizim milliyetçiliğimiz Atatürk milliyetçiliğidir. Kendi ulusumuzu tabii ki seveceğiz ve daha açıkçası sevmeyenlerden de nefret edeceğiz. Bu sevgi, etnik temele dayalı bir sevgi değil, bir yurttaşlık sevgisidir” demiş.
PKK terörü konusunda ise, şunları söylemişti:
“Ulusal konularda, özellikle PKK terör örgütüne karşı gösterilen her tepkiye, ‘Türkiye’de milliyetçilik yükseliyor mu?’ yargısı ile yaklaşılıyor. Bu duygu, ulusun ve onun yüksek değerlerini bir anlamda baskı altına almak anlamına gelir. Ulusal kimliğimizi parçalamak, dil birliğimizi ortadan kaldırmak ve bölünmeye hazır bir Türkiye görmek isteyenler var.
Türkiye’nin ve ulusumuzun güçlü ve dinamik yapısı, ülke sevgisi bu düşünceleri ifade edenlerin yüzüne bir şamar gibi çarpacaktır.(...) Tarihin en kanlı terör örgütünün tüm cinayetlerini, barbarlıklarını, demokrasi, özgürlük ve barış gibi değerlerle örtüştürmeye çalışanların ve bunlara destek verenlerin oyununa Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhuriyet’in inançlı koruyucuları alet olmayacaktır. Ülke içinden ve dışından destek gören yıkıcı ve bölücü faaliyetler, elbette ki, Türkiye Cumhuriyeti’ni korumakla yükümlü dinamik güçlerin pençelerinde yok olacaklardır.”
Şimdi aradan geçen iki yıl sonunda, bugünkü KKK Orgeneral Başbuğ’dan da benzer sözleri duymak ve “ABD sadece söz üretiyor. Bu mücadelede artık söz değil, eylem bekliyoruz” demek yerine, bizim eylem yapmamız gerekmez mi?..
Hem dış hem de iç terör uzantılarını yok etmek gerekmez mi?..
Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın ABD’de bulunduğu tarihte ABD’yi eleştirmek mantıklı olabilir. Ama, yıllardır bu sorunu çözmek için biz de “söz değil, eylem ve sonuç” görmek istiyoruz.
İTİBARIMIZ KALDI MI?..
Bakınız yaklaşık 100 yıl önce, 1919’da işgal edildiğimiz tarihlerde “işgal yanlısı” Alemdar Gazetesi bile neler yazmış:
“Kollarımız kırık, ayaklarımız bağlı. İtibarımız kalmamış. Paramız yok. Sefâlet belimizi bükmüş.”
Mustafa Kemal’i ve milli mücadeleyi destekleyen Işık Gazetesi’nin yazısı ise 100 yıl içinde hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor:
“Hak ve adalet niyetleriyle avutulan yetim Türkler, pek acı ve üzücü bir sarsıntı ile gözlerini açtılar. İzmir(şimdi tüm Türkiye-HC), bu Türk semasının parlak ülkesi, şımarık bir palikaryanın kirli ve âdi kucağına atılmak isteniyor.
Göklerden şahikalar yağsa, dağlardan kanlı volkanlar fışkırsa, denizler taşsa da araziyi tufanlara boğsa idi, Türklüğe, İslâm âlemine belki o kadar etki edemezdi.
Hayat için güneş, görmek için göz, karanlık için ışık ne ise; İslâmiyet, Türklük için de İzmir aynı değeri, aynı üstünlüğü taşır.
Elinde adalet meşalesi, dilinde hürriyeti akvam(ulusların özgürlüğü)... Cihana haykıranlar nerede?
Hani Büyük Britanya’nın mertliği, vefa duygusuna sahip büyük insanları ne oldu?
Asil Fransa evlâtları nereye saklandı?
Yoksa bu adaletler, bu mertlikler, bu arzular yalnız mağlupları aldatmak için icat edilmiş sahte, yalancı, yaldızlı hileler midir?” (“İşgal ve Direniş”, 3. Baskı, s.63-64)
Evet, 100 yıl boyunca ve sonunda gördüğümüz şey, sömürgecilerin sahte, yalancı ve yaldızlı hileleri değil mi?
Bizler hâlâ onlardan mı medet umuyoruz?..