Kolektif suç ve Can Dündar...
Evrensel hukukta "Suç ve suçluyu övmek" aynı zamanda "Suça iştirak" anlamını taşır. Yine aynı ölçüde "suç karşısında susmak, tepki göstermemek" de iştirak anlamını taşır ki bunun adı "kolektif suç"tur. Kimse gücenmesin ama Türkiyemiz kelimenin tam anlamı ile "kolektif suçlular" cenneti haline gelmiştir. Ve bu suçu işleyenlerin başında yasalara göre "kamu görevi" yapan gazeteciler de geliyor. Konuyu enine boyuna irdeleyip akademik inceleme yapmak üniversitelerimizin görevi. Bugün, bu satırlarda sadece durum tespiti yaparak "kolektif suç" işleyip de daha sonra "mazlum-mağdur" rolüne bürünüp "ucuz kahramanlık" peşinde olanlara değinmek istiyorum.
***
Haksız tutuklanmasına karşı çıkıp defalarca Can Dündar ve Erdem Gül'ün serbest bırakılmasını yazdım. Lakin Can Dündar kendisine gösterilen bu ilgiyi ne kadar hak etti? 92 gün Silivri'de kaldıktan sonra tıpkı Tayyip Erdoğan gibi mağdur ilan edilip, adeta "demokrasi kahramanı" gibi gösterilmesini hazmetmiş olsam kendi adıma susarak suça iştirak etmiş olacaktım. Cumhuriyet tarihimizle yaşıt olan Cumhuriyet Gazetesi'nin çizgilerini değiştirip, "özgürlük" adına bölücülerin sesi haline dönüştüren Dündar, geçtiğimiz gün Diyarbakır'a giderek örgüt şüphesi ile tutuklanan gazetecilerin davasını izlemiş. Çıkışta "Son gazeteci serbest bırakılana kadar davaların takipçisi olacağım" sözleri de "Başına gelmeyenin hoşuna gidermiş" özdeyişi tam da Can'a cuk oturmuş. Öyle ya, Silivri'deki kumpaslarda tutuklanarak haksızca 5-6 yıl hapis yatan Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek ve Aydınlık yazarları ile Cumhuriyet'te yıllarca çalışan Vedat Yenerer gazeteci değil de musluk tamircisi miydi? Odatv kumpasındaki Soner Yalçın, Barış Pehlivanoğlu, Barış Terkoğlu ve Müyesser Yıldız tekstil sektöründeki overlokçular mı, son ütücüler miydi?
Can Dündar'ı Silivri yöresinde gören bir Allah'ın kulu var mı? Ergenekon-Balyoz kumpasları için bilgi vermeye gelenlere "başka kapıya!" diye yol gösteren Can Dündar'ın gazetecilik mesleğine hangi katkıları sağladığını tartışmayacağımız gibi bu meslekten neler kazandığını sorgulamak, işten atılan gazetecilerin hakları konusunda sessiz kalan, suça iştirak edenlerin, vicdanlarını rahatlatmak adına yöneltmesi gereken soru değil mi? Lafa gelince "araştırmacı-gazeteci-yazar." Cilalı bir etiket bu araştırmacı-yazar deyimi. Oysa gazeteci ve yazar zaten araştırmadan yazamaz. Birinci vazifesi de olayları çarpıtıp cebini doldurmak değildir. Yandaşlık, yalakalık hiç değildir! Geçelim...
Bu milletin özelliği güçsüz ve mağdurdan yana olmaktı. Tarihten bu yana bu yönümüzle öğünüp, çocuklarımıza, gençlere "erdem" sahibi olmayı öğütledik. Hazreti Ali'nin "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" sözünün kulaklara küpe olmasını istedik. Tanık olduğu olaylar karşısında, görmemezlikten gelip, sessizce oradan sıvışmanın "ahlahsızlık"la eşdeğer olduğu öğretildi bize. Ahmet Amca'nın oğlunun Fatma Teyze'nin kızına yaptığını örtmek yerine mahallenin namusuna sahip çıkmanın ödevini verdi öğretmenlerimiz.
Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu; Can Dündar'ın mahkemesinde özçekim yapan büyükelçi ve konsoloslara meydan okuyuşu nasıl uluslararası ilişkilere aykırı ise Dündar'ın da "iyi de yıllarca neden Silivri mahkemelerini izlemediniz?" diyememesi de bu mesleğin ilkelerine aykırı değil mi?
Mehmet Ali Birand'ın yanında çalışıp O'nun çizgisinden yürüyerek belgesel filmlerle çok ciddi paralar kazanan Can Dündar'ın işinden atılmış bir gazeteci için yazdığı tek satıra rastlayan var ise parmak kaldırsın. Şimdileri araları bozuk olmasına rağmen Tayyip Erdoğan için de az program yapmadı. Az alkışlamadı. Kaderleri bir kavşakta buluşacak gibi kısa süreli hapis ile mağdur oldular. Kim bilir Can Dündar da önümüzdeki günlerde CHP'nin başına geçirilip, başbakan adaylığına terfi eder.
"Kolektif Suç" konusu burada bitmez. Bu pilavın daha çok su kaldıracağını da en çok suça iştirak eden gazeteciler bilir. Kimlerin kumpas davalarında kimlere neler söylediğini yazarsak Pandora'nın kutusunu açmış mı oluruz? Açalım da günah galerisini herkes görsün!