KKTC niye tanınmıyor?
Sırbistan’ın talebini inceleyen Uluslararası Adalet Divanı(UAD), Kosova’nın bağımsızlık ilanının uluslararası hukuka aykırı olmadığına karar verdi. 17 Şubat 2008’de Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı şu ana kadar aralarında Anavatan Türkiye, ABD ve çoğu AB ülkesinin bulunduğu 69 ülke tanıdı.
Uluslararası Adalet Divanı’nın bağlayıcı niteliği olmayan, görüş açıklaması niteliğindeki kararını açıklayan Mahkeme Başkanı Hisashi Owada, “uluslararası hukukun, bağımsızlık ilan edilmesine yönelik yasak içermediğini” söyledi.
Belgrad yönetimi, böyle bir kararın diğer ülkelere de örnek teşkil edeceğini
ve sınırların güvenliğinin ortadan kalkacağını iddia ediyordu. Mahkeme Sırbistan’ın argümanlarını yersiz buldu ve ilk kez coğrafi bir bölünmeyi onaylayan
kararı verdi.
Mahkemenin aldığı karar sadece tavsiye niteliği taşımaktadır. Karar Kosova’nın daha çok ülke tarafından tanınmasını sağlayabileceği ve ayrıca KKTC gibi bağımsızlığını ilan etmiş ancak tanınma konusunda sıkıntıları olan devletlerin önünün açılması açısından da önemlidir. Kararın açıklanmasının ardından bunun KKTC için bir emsal teşkil edip etmeyeceği tartışılmaya başlandı. İlk bakışta Mahkemenin tavsiye niteliğindeki kararına göre KKTC’nin ilanı uluslararası hukuk kurallarına aykırı değildir. Ancak Mahkeme verdiği kararda Kıbrıs’la Kosova arasında çok net bir ayrım yapma ihtiyacı duymuştur. Kararın 114. paragrafında Kosova’yla ilgili, 1999 tarihli 1244 sayılı Güvenlik Konseyi kararına atıfta bulunularak, Kosova’nın nihai statüsünü belirleyecek uzun vadeli siyasi sürece yardımcı olmak için “Kosova’da geçici bir rejim yaratmayı” amaçlandığının tespiti yapılmıştır. Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’la ilgili kararlarının ise, geçici bir rejim yaratmakla değil, doğrudan doğruya KKTC’nin uluslararası hukuk nezdindeki statüsüyle ve Kıbrıs’ta bulunacak “nihai” çözümün açıkça belirlenmiş parametreleriyle ilgili olduğunun altı çizilmektedir.. Kıbrıs’la ilgili BM Güvenlik Konseyi’nin 1999/1251 nolu kararının 11. paragrafına gönderme yapılarak Kıbrıs’taki çözümün, “tek egemenliğe, tek uluslararası kimliğe ve tek vatandaşlığa dayalı, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü güvence altında olan bir Kıbrıs Devleti temelinde” olması gerektiğini belirtmektedir. Güvenlik Konseyinin 1251 nolu kararında Kıbrıs’ta bir federasyon kurulması gerektiği ve “ayrılmanın” da engellenmesinin şart olduğunun belirtildiğini vurgulayan Mahkeme, bu noktadan hareketle, Güvenlik Konseyi’nin, Kosova’dan farklı olarak, Kıbrıs’taki “kalıcı çözümün spesifik koşullarını” belirlediğini söylemektedir.
Uzun uzadıya yazmanın anlamı yoktur. Kısacası UAD, Güvenlik Konseyi kararlarını ve BM parametrelerini öne sürerek KKTC’nin tanınmasının önünü kesmektedir. Zaten yıllardır biz de bu konuya dikkat çekmekte ve uyarılarda bulunmaktayız. Güvenlik Konseyi’nin 1964’te aldığı 186 nolu karar dahil olmak üzere,tüm kararların yanlışlığına dikkat çekmekte ve bu yanlış kararları zemin yaparak Kıbrıs sorununun çözülemeyeceğini vurgulamaktayız. Kıbrıs sorunu ile ilgili Güvenlik Konseyi tarafından alınan tüm kararların iptali için uluslararası mahkemelere başvurmamız gerektiğini kim bilir kaç kere yazdık ve söyledik...
BM Güvenlik Konseyi’nin, KKTC’nin kurulmasından sonra aldığı 541 ve 550 sayılı kararlarla, KKTC’nin kuruluşunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve bu devletin tanınmaması gerektiği, dahası, 1999 tarihli, 1251 sayılı kararıyla, BM Güvenlik Konseyi’nin, daha önceki kararlarını teyit ederek, Kıbrıs’taki çözümün, “tek egemenliğe, tek uluslararası kimliğe ve tek vatandaşlığa dayalı, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü güvence altında olan bir Kıbrıs Devleti” ve ayrılmanın yasaklandığı bir federasyon temelinde olması gerektiğini söylediği kararlara gereken tepkiyi maalesef yeterince göstermedik, gösteremedik. Yapılan haksızlıklara yeterli ve kararlı tepki göstermek bir yana kurduğumuz devletin doğru dürüst tanınmasını dahi istemedik, isteyemedik. Kosova’nın bağımsızlığına yeşil ışık yakan UAD kararına dayanarak ‘bizi de tanıyın’ demekle bu işlerin olmayacağını gayet iyi biliyoruz. Acaba haklı davamızın arkasında ‘doğru-dürüst-korkusuzca’ durmak varken işin kolaycılığına kaçmaktan ne zaman vazgeçeceğiz merak ediyorum?