Kitabına kapak olsun

Ulus-devlet tartışmasının Atatürk eleştirisine kilitlendiği NTV yayınına konuk olan Akyol’a tarih dersi: Atatürk, olmayan milleti imal etmedi; var olanı ortaya çıkardı. Emperyalistlere hizmet eden yobazla övünenler anlayamazlar
30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları çerçevesinde televizyonlarda tartışmalar oldu. Bunlardan birisi de NTV’deki Oğuz Haksever’in programı idi. Haksever; daha çok ulus devlet kavramını konuşmak istedi ama bu kavram ile ilgili tarihi süreci bilmeyen katılımcılar; işi getirip Atatürk eleştirisine kilitlediler. Oradaki katılımcılara, özellikle de Taha Akyol’a bir hususu hatırlatmayı görev biliyorum. Bugün Türkiye’nin kendisine gelecek aradığı Avrupa Birliği devletlerinin tümü, ulus devlettir. Bunun eski ismi de milli devlettir.

Batının milletleşme süreci
Hiç kuşkusuz ki Batı ülkelerindeki milletler; farklı etnik kümelerin bir potada eritilmesiyle ortaya çıktılar. Örneğin Fransa’da beş büyük etnik yapı eritilerek Fransız milleti yaratıldı. Alman milleti için de aynı gelişme söz konusu olmuştur. Milletleşme dediğimiz olgu; az çok coğrafi-kültürel bağları bulunan etnik yapıların bir ana öğeye bağlanmasıyla sağlanmıştır. Bugün ABD’de gördüğümüz Amerikanlaşma da böyledir. Burada; yakın zamanda; farklı etnik kümeler; bir potada eritilerek Amerikan milleti yaratılmıştır.
Kurtuluş savaşı başlatılırken; toplumda Osmanlılık daha baskın durumda idi. Mehmet Emin Yurdakul, 19. Yüzyılın sonlarında, Yunan Savaşı başlayınca, ’Ben bir Türk’üm dinim cinsim uludur.’ demiş olsa bile, Türkçülük ancak İttihat ve Terakki ile devlet katında baskın hale gelebilmişti ve daha halk arasına inememişti.
Mustafa Kemal; yeni bir toplum yaratmak peşindeydi. Saltanatın ve hilafetin kaldırılması da bu yeni toplum arayışından kaynaklanmaktadır. Çünkü; saltanat ile hilafet, milli devlet kavramına uymaz. Osmanlı döneminde (imparatorlukta) egemenlik, sultana ve onun kişiliğindeki halifeye ait idi. Bu egemenliğin halka aktarılması için yeni bir yapıya; millete ve onun devletine (milli devlet) ihtiyaç vardı.
O yüzden Kemal Atatürk; imparatorluk içindeki yönetici kesimi oluşturan ve en büyük milli küme olan Türk milletini temel alan bir devlet kurdu.

Kökleri binlerce yıllık
Mustafa Kemal; savaş sonrasında yeni devleti Avrupa toplumu biçiminde tasarladı. Çünkü; kendisi Osmanlı Avrupası’nda yetişmiş, o tarafı iyi tanıyan birisi idi. Çok okuyan, araştıran Mustafa Kemal; Doğulu toplumların geri kalışlarını ince ince düşünmüş; Avrupa ölçülerinde bir yapı kurmak için devrimlere başlamıştı.
Kuşkusuz ki Atatürk; Batının sömürgeci yaklaşımına karşı idi. Bunun için Sovyetler Birliği ile ölümüne kadar bağdaşık kalmıştı.
Ve Atatürk’ün elinde; kökleri binlerce yıl eskiye giden; bir düzineden fazla imparatorluk, yüzden fazla devlet kurmuş olan bir millet vardı: Kendisinin de içinden çıktığı Türk milleti... Bilge Kağan’dan 1200 sene sonra o; Türk milletini yeniden öne çıkartıyor; ona, ’Gök çökmezse, yer batmazsa sana kimsenin gücü yetmez!’ diyerek bir moral veriyordu.
Şimdi kimse, bunun abartı olduğunu söylemesin. Atatürk, olmayan bir milleti imal etmedi; var olanı ortaya çıkardı.
Günümüzde ise; millet özelliği olmayan etnik yapılar, dışarıdan yapılan aşılarla millet haline getirilmek isteniliyor. Bu oyun da Avrupa havzası dışında, özellikle de Türkiye ile onun doğusundaki coğrafyalarda oynanıyor.
Doğulu toplumları etnik yapılarına göre ayrıştırarak sömürme oyununu; demokrasi gibi gösteren Batı emperyalizminin bu yüzünü görmeden; Atatürk’ün yaptığı devrimlerin büyüklüğünü anlayamayız. Hele hele İskilipli Atıf Hoca gibi emperyalistlere hizmet etmiş yobazlarla övünenler; onu asla anlayamazlar.
* Rıza Zelyut / Güneş

+++++

‘Başıma bir şey gelirse nedeni Acun Ilıcalı’dır’
Gazetelere öylesine dalıyoruz ki, çok daha fazla sayıda insana ulaşan beyaz camda olup bitenlere kör, sağır kalıyoruz bazen... Oysa Türkiye’de hemen her kurumda, hemen her sektörde kolu olan “faşizm”in bu algı yönetme devini ihmal etmesi mümkün olabilir mi?
Türkiye’yi uyandırmaktan sorumlu televizyoncu Mesut Yar isyan ediyordu dünkü köşesinde “Başıma bir şey gelirse nedeni bizzat Acun Ilıcalıdır. Bunu herkes bilsin...”

Biat etmemi bekliyor
Aylar önce yaptığımız röportajda ufaktan çıtlatmıştı hangi kanallardan hangi çelmelerin takıldığını yolu “biat”tan geçmeyen televizyonculara... Nihayetinde ekmeği adamın; “yazma” deyince saygı göstermiştim o zaman... Ama iş çığrından çıkınca, kaba kuvvete, aile kurumuna iftiraya varınca dayanamamış; açmış ağzını yummuş gözünü dünkü köşesinde, Posta’da:
“Acun Ilıcalı çok uzun süredir uğraşıyor benle. Ortak tanıdıklarımızı araya koyup mesajlar gönderiyor. Canlı yayınlarda laf atıyor, hakaret ediyor. Yapım şirketinin internet sitesinde bazı fanatikleri gaza getirip üstüme salıyor. Başıma bir şey gelirse nedeni bizzat kendisidir. Bunu herkes bilsin... Peki neden dolu bana? Programlarında iyiye iyi, kötüye kötü diyorum diye elbette ki. İstediği şey, ona biat edip yaptığı her işi övmem. Onu yalayıp yıkamam. Benim yerime bunu yapan bir sürü zavallı var zaten. Ben televizyon eleştirmeniyim. Ve kimse kusura bakmasın Acun daha tişört satarken televizyonculuk yapıyordum...

Hakaret bombardımanı
Buradan hareketle sizinle paylaşacağım bir hakaret maili var. Program yayına girmeden “sekiz saat önce” düşmüş posta kutuma. Yüzlerce aynı mesajın sadece biri... Kelimesine dokunmadan yayınlıyorum. Lütfen sen de çalıştır hafızanı sevgili okurum. Bu çukurluğu asla unutma. Adalet adamları rica ederim siz de not düşün bir yere... Ve eleştirmen dostlarım bugün bana yarın size, unutmayın lütfen siz de; “Sen ne hakla ihsan ağabeyimize hakaret ediyosun ? bu yetkiyi sana kim verdi. burda 5000 ihsan seven kişi var. yorumlarını adam gibi yap. abimiz için boğazına sarılırız. 5.000 kişi “arkanda” mesut yar;) arkanda lafını iyi anla”... İhsan o müthiş (!) konuşmasını yapmadan sekiz saat önce gelen mesajlara bakar mısınız? Vay be kahin olmuş memleketin alayı. Gözünü de “arkama” dikmiş bir yandan. Ne diyordu o şarkıda sahi; “Organize işler bunlar”... Yapmayın, küçültmeyin kendinizi daha fazla. Kutunuza gidin lütfen; artık ne çıkarsa bahtınıza!

Mahkemede hesaplaşacak
Survivor Kızlar ve Erkekler isimli programdan çok feci “sallamışlar” bana önceki gece. Düzenli küfür ve hakaret mailleri gelmeye başlamış posta kutuma. Son olarak da önceki gece; neredeyse “İKİ YIL ÖNCE BOŞANDIĞIM” eski eşimin yapımcı olması nedeniyle sözde yazılarımla onun şirketine çıkar sağladığımı filan söylemiş İhsan isimli yarışmacı... Kendisini tanımam. Tanımak da istemem. Çünkü ben fikri olan adamları severim. Eline başkaları tarafından tutuşturulmuş kağıtları ezberleyenleri değil. O yüzden işin o kısmını boş geçiyorum... Ama müthiş de korkarım bir yandan. Hemen her röportajında, inançlı bir adam olduğunun altını çizip Allah’tan hiç korkusu olmayanları görmekten... Oysa önce Allah’tan, sonra adaletten korkmalı insan. Bir insanın “özel hayatı” üstünden hakaret yayını yaparken korkmalı. Hiç magazin değeri olmayan bir boşanmanın taraflarını “iki yıl sonra” rahatsız etmekten, karakterini, huyunu suyunu hiç bilmedikleri iki insanı başkalarının görüşleriyle “töhmet” altında bırakıp, hedef göstermekten korkmalı... Basit bir yarışmayı hayatın merkezine koyup, insanların hakkını yemekten, çoluk çocuğa hakaret içerikli mailler yazdırıp tehdit etmekten korkmalı... “Bankada bir kuruş parası olmadığını” söyleyip milyon dolarlık hayat sürecek kadar para kazandığı televizyonculuğu bu kadar ayağa düşürmekten, yediği çanağa pislemekten korkmalı hatta... Neyse. Rahmetli anneannemin bir vasiyeti vardı. “Oğlum ne olursa olsun kul hakkı yeme”! Keşke hayatta olsaydı da Survivor’daki bazı zavallılara aynı öğüdü verseydi bir şekilde. Ama değil. O zaman durum da çok net; iki cihanda hakkım yakanızdadır... Bu cihan için harekete geçtim. Yüce adalette arayacağım hakkımı. Allah büyük, öbür dünyada da görüşeceğiz elbette... Asıl “şimdi başlayan” Survivor’unuzu ilgiyle izleyeceğim beyler! Sonunda izlenecek bir şey yaptınız çünkü...”
Medyada dün itibarıyla “Teksas TV”leşme sendromuna tepki gösteren yok gibiydi...
Oysa Yar’ın dediği gibi; bugün onaysa, yarın size, öbür gün bize!

+++++

Hz. İsa fıkrası gibi; dün duymuşlar
İktidara yakın duran gazetelere bakıyor musunuz?
12 Eylül’ün gazabına uğrayanların öykülerinden geçilmiyor.. Zindanlara atılanlar, işkencenin envai çeşidini görenler, aylarca sorgusuz sualsiz gözaltında kalanlar, kardeşi döve döve öldürülenler..
Bin bir türlü öykü!..
O dönem yazılan mektuplar tefrika halinde..

* * *

Bu tür yayınları gördükçe aklıma hep o meşhur İsa fıkrası geliyor..
Hıristiyanlığı yeni öğrenmeye başlayan bir Amerikalı sabah uyanır uyanmaz soluğu Yahudi arkadaşının yanında almış.. Görür görmez de ensesine tokadı patlatmış..
Tokadı yiyen “dur ya ne yapıyorsun, manyak mısın” demeden başlamış bağırmaya..
“Bu tokat az bile, İsa’ya az çile çektirmediniz.”
Yahudi başlamış gülmeye, “yahu demiş o iki bin yıl önceydi.”
İyi de demiş Amerikalı; “ben yeni duydum.”

* * *

30 yıl önce yaşananlar da öyle..
Eski Milli Görüşçü yeni muhafazakârlar ilk defa duymuş muamelesi yapıyorlar..
Aslında ilk defa duyuyorlar.. Çünkü 12 Eylül askeri darbesi onları teğet geçmiş, solcularla ülkücüleri buldozer gibi ezmişti..
Kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayanların 12 Eylül’ü bu vesileyle öğrenmesi yine de hoş tabii...
Referandumdan sonra unutmazlarsa!..
* Mehmet Tezkan / Milliyet

+++++

Nobel zeka testiyle kazanılmıyor ki
Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk demiş ki:
- Anayasadan çok fazla anlamam, çünkü hukuki ve siyasi bir belgedir.
Oysa yapılacak değişiklikler ortaokul tahsili olan birinin anlayacağı kadar açık.
Ancak demek anlamamış ya da öyle görünmek daha işine geliyor:
Ali Sirmen, Orhan Pamuk için diyor ki:
“Yapılacak referandumda, anlamadığı anayasa konusunda vereceği oy, benim de yazgımı çizecek. Hiç değilse:
- Anayasadan çok fazla
anlamam, onun için referandumda oy da kullanmayacağım demeliydi.”
O zaman da AKP’ye ayıp olurdu tabii!..
Peki, Pamuk neden mi evet verecekmiş?
Çünkü paketi “12 Eylül ile hesaplaşma belgesi” olarak değerlendiriyormuş.
Yalnızca “anlamamış” değil üstelik paketi “ters anlamış” üstat...
* Melih Aşık / Milliyet

+++++

Orhan Pamuk: “Yazar ülkesinde sevilmek ister.”
Anlaşılan arkadaş tek taraflı sevgi istiyor!
* Fahrettin Fidan

+++++

Toprak atan bile çıkmadı
Kendi cenazesini izlemek gibi bir fantazisi her daim olmuştur insanoğlunun... Bakalım kim ağlıyor, kim sinsi sinsi sırıtıyor, kaç kişi omuz veriyor tabutuna... İsmet Berkan’ın Radikal Genel Yayın Yönetmenliğinden ayrılması bir nevi bu mizanseni yarattı. Dünkü Radikal’e baktım da; bir başına o musalla taşında... Yahu kaç yıl çalışmışsınız birarada, bir kişi mi yazmaz iki satır veda namına... Bir Hakkı Devrim; o da “aile dostu” kontenjanından yazmış bir şeyler... Giden ağam, gelen paşam ne de olsa...

+++++

MİNİ YORUM
Eskiköy’ü Rize’ye taşısak....

Edirne’nin Uzunköprü ilçesine bağlı Eskiköy’de yaşanan sel felaketi dolayısıyla yaklaşık 100 dönüm arazi Meriç nehrinden gelen kumların altında kalmış. Hür Gazete Genel Yayın Yönetmeni Selim Bekar köylülerin mağduriyetini anlatıyor mesajında... Siz misiniz Trakya’dan rekor “hayır” çıkacak diye reklam eden; öyle ortada kalakalırsınız işte; halbuki çekseydiniz iki tane evet flaması köyün girişine; olmadı Rize’ye iltica talep etseydiniz; Meriç’i kuruturlardı bile....

Yazarın Diğer Yazıları