Kırk katır mı kırk satır mı?
Hiçbir ahlâk ve estetik kuralı tanımaksızın birbirini örseleyen iki gücün savaşını izliyor Türkiye.
Birbirlerinin ipliğini pazara çıkarıyorlar, bağırsaklarını deşiyorlar ve tüm pisliklerini döküyorlar ortalık yere.
Bütün sırlar fâş oluyor, bütün mahremiyetler ihlâl ediliyor...
Birisi on bir yıllık seçilmiş siyasî iktidârı Türkiye’nin, iktidar partisi. Lideri ve çekirdek kadrosu ‘millî görüş’ geleneğinin önemli isimleri. Siyâsî hayatlarının tüm sermayesi ‘İslâmî’ referanslar. Laik paradigmanın oluşturduğu mağdûriyetler biricik beslenme kaynakları.
Başbakan’ın, ‘Gücün hukuku değil, hukukun gücü’ illüzyonu yerini yolsuzluklardan oluşmuş bir holograma bırakıyor.
11 yıldır bürokrasiyi en kılcal damarlarına kadar teslim ettikleri bir yapının ‘paralel devlet’ hâline geldiğini 17 Aralık’ta başlayan ‘yolsuzluk soruşturması’yla fark ediyorlar.
11 yıldır birlikte yol yürüdüklerinin ‘haşhaşî’ olduğunu, ‘âlim müsveddesi’ olduğunu, ‘sahte peygamber’ olduğunu 17 Aralık’ta başlayan ‘yolsuzluk soruşturması’nın ortaya çıkardığı ayakkabı kutularından sonra fark ediyorlar.
11 yıldır devlet imkânlarıyla koruyup destekledikleri dünyanın her yerine dağılmış bir müessesenin ‘küresel çete’ olduğunu 17 Aralık’ta başlayan ‘yolsuzluk soruşturması’nın bir talan ve soygun sistemini açığa çıkarmasıyla ‘dış mihrak’ olduğunu fark ediyorlar.
‘Vesâyet yargılamaları’ndaki hâkimlerin kararlarının, canlı yayınlarda teşhir edilen delillerle, montaj cd’lerle verdikleri müebbet hapis cezâlarının ‘yargının bağımsızlığı’ olmadığını, aynı hâkimlerin kendi çocuklarının ifadesini almak istediğinde ‘küresel güçlerin ajanları’ olduklarını 17 Aralık’ta fark ediyorlar.
İktidârın karşısındaki güç ise kırk yıllık bir sosyal vak’a. Gönüllülük esâsı üzerine organize olmuş bir cemaat, dünyanın en ücrâ köşelerine seferber oldukları bir eğitim gönüllüleri cemaati...
Peygamberin ‘teşrif ettiği’ rüyâların sistematik bir şekilde kuvvetli bir rivâyet zinciriyle tahkim edilmiş bir ‘hocaefendi’ ve altındaki ‘abi’ otoritesi altında binâ edilmiş bir simülâtif kardeşlik örgütü.
Yurtlarda, evlerde biriken hatıraların iğdiş ettiği zihinler, sahih bir adâlet, sahih bir vicdan, sahih bir merhamet, sahih bir sevgiden ve sahih bir ahlâk telâkkîsinden tedricen uzaklaşmış, muhakeme melekeleri tedricen yok olmuş, tenkit ve sorgulama melekeleri yirmilik bir diş gibi çekilmiş, hayatlarının hiç bir yaşını sevk-i tabii ile yaşayamamış bir gençlik...
İdealizmin zirvelerinde yaşatıldıkları ve buna inanmaları için bütün dekorun, bütün mizansenin kusursuz olarak tertip edildiği yılların ardından, medya, iş ve finansman dünyası, bürokrasi ve uluslararası mahfillerde lobicilikle sekülerizmin dorukları...
Bu kadar gücün sonunda vardıkları menzil: Bürokrasinin, siyâsetin ve devletin dizaynı...
Şimdi, ‘İslâmî’ varlıklarını ve güçlerini İslâmi değerler üzerine binâ eden bu iki yapı, aynı İslâmî değerleri ayaklar altına alarak birbirlerini örseliyorlar.
Birisi devleti harcıyor, diğeri insanı.
Birisi devleti tazyif ediyor, diğeri insanı.
Birisi gücün ve hırslarının esiri olmuş, diğeri hesaplarının.
Birisi yolsuzluklarını yüzsüzlük olarak yüzüne maske edinmiş, diğeri hizmeti kendisine put edinmiş.
Birisi hükümet olarak, başkanı sâyesinde Diyânet’i bile kullanıyor, diğeri cemaat olarak dini bile.
Her ikisi de birbirini örseliyor.
Bu savaşın bir galibi olacak, bir de mağlubu.
Kim kazanırsa kazansın devlet ve millet kaybedecek.
‘Kırk katır ve kırk satır’a hiç bir kadar mecbur olmamıştı bu devlet ve bu millet.
Haram iktidârının bağırsaklarının deşildiği ve ortalığın pislikle kaplandığı böyle bir dönemde, aslında muhalefetten bahsetmeliyiz, neden bahsedemiyoruz?
Muhalefet başka bir yazının konusu...