Kırıtmadan duramıyorlar
“Hasta Adam” zihniyetiyle, Beyaz Saray’a karşı ayılıp bayılan, Obama’ya ‘Doktor civanım’ türküsüyle seslenen mandacılar varken ‘Kaderimizi Washington saptayamaz’ desen ne olur?
* Aslanını kaybeden ABD Yasemin’e ne oluyor?..
Edward Kennedy’nin ölümünü Taraf birinci sayfanın göbeğinden “Amerika aslanını kaybetti” başlığı ile duyurdu. Yasemin Çongar’ın ikinci sayfada kaleme aldığı “Bir arslan öldü” başlıklı ağıtı okuyunca “Aslan acaba Yasemin’in miydi?” kuşkusu sardı içimi..
“Efsanevi hanedanın, son efsanevi ferdi”ni bakın nasıl uğurluyor:
“Tonton ve şefkatli ya da adının kısaltılmış halinin akla getirdiği gibi kocaman bir “Teddy Bear” (oyuncak ayı) kadar yumuşak ve sevimli olabilirdi. (...) Bobby Kennedy toprağa verilirken ağabeyi için söylediği şu sözleri kendisi de haketmeye çalışıyordu belki. Ve birçok Amerikalı’ya göre herşeye rağmen haketti de: Onu idealize etmeyin, öldüğü için abartmayın onu. Sadece iyi, makul, yanlışı gören ve görünce düzeltmeye çalışan, acıyı gören ve görünce dindirmeye çalışan; savaşı gören ve görünce durdurmaya çalışan bir adam olarak hatırlayın...”
Bu satırları, Yasemin Çongar’ın muhafazakar bir Amerikalı, ‘aileden biri’ gibi düşünebilme kabiliyetinin delili olarak kesip saklamanızı tavsiye ederim. Hatta insanlık namına Beyaz Saray’a gönderin. Eğer bugüne kadar layık görülmediyse, “Amerikan bağlılık madalyası”nı bile taktırabilir yakasına...
Kennedy ailesinin bağlı olduğu kilisenin papazını da harekete geçirmeli. Papaz, Hristiyanlar’ın ölümün üçüncü gününde ölüye yakın bir kadınla mezarı tütsüleme ayini için Çongar’ı davet etmeli... Sanmam ama “Yetişemem” diye mırın kırın edecek olursa “Kilisenin kapısında fakirlere yiyecek de dağıtabilir.”
Böylelikle Amerikan Temsilciler Meclisi’nin Ermeni Tehciri’ni “20. yüzyılın ilk soykırımı” olarak tanımlayan tasarısının önemli imzacılarından olan Kennedy’e layık bir Amerikan sevdalısı olduğunu iki cihana da göstermiş olur...
* “Büyük Satranç Tahtası” Washinton’da tasarlanır
Melih Aşık’ın köşesinden Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen’in Atlantik Konseyi adlı düşünce kuruluşunun davetini “Kürtler’in geleceği Washington’da saptanamaz” diyerek reddettiğini okumuş olanlara hiç vakit kaybetmeden Mehmet Altan’ın dünkü Star’da yayımlanan yazısını da okumalarını tavsiye ederim.
Altan, bir kere daha hiç utanmadan, sıkılmadan, gururla “Dünya sisteminin Ergenekon’u tasfiye ederek iyileşmemizi istediğini” yazdı. Halbuki biz henüz, o “hasta adam” mevzuunun başımıza ne çoraplar ördüğünü unutabilecek kadar doyamadık bağımsızlığımıza...
ABD ve Avrupa’nın tek derdinin “enerji nakil hatlarının geçeceği bölgelerin güvenliği”, başka bir deyişle o bölgelerin ‘dizginlerini kaptırmamak’ olduğunu da belirterek “iyileşiyoruz” tezini savunmak, kör-topal direnmeye çalışan insanların aklıyla, iradesiyle dalga geçmek değil mi?
ABD sömürge markasının arkasına saklanan ve belki sık söylendiği için artık etkisini yitiren “Burası NATO ülkesi. Burada NATO’nun ve Amerika Birleşik Devletleri’nin istemediği hiçbir darbe olmaz. Bu sefer darbeyi yapamadılar, çünkü Amerika istemedi” biçimindeki teslimiyet ifadelerini tekrarlayan Altan’a “Mağrur olma sultanım senden büyük Allah var” diyeceğiz demesine de...
“Büyük Satranç Tahtası”na sürdüğümüz her taşın, bilerek veya bilmeyerek ABD’nin “önceden çizilmiş” haritasına uygun ilerlediğine bakınca;
“Kaderimiz Washington’dan tayin edilemez” tavrı da, basiretsiz iktidarların “eylemsizlik” döneminde nostaljik, hoş bir sedaya dönüşmüyor mu?
Atlantik davetlileri
ABD’deki Atlantik Konseyi toplantısına Türkiye’den kimler çağırıldı? Orada Anayasa’dan Türklükle ilgili maddenin çıkarılmasını savunan kimdi? Emekli General Nejat Eslen:
- Beni bir emekli Amerikalı albay davet etti.. Kendisine “Kürtlerin geleceğinin Washington’da saptanamayacağını” söyledim ve teşekkür ederek gelemeyeceğimi bildirdim...
Peki bu davete kimler gitti?
Doğu Ergil ve Aslı Aydıntaşbaş katıldıklarını açıkladılar...
Başka?
* Melih Aşık / Milliyet
Büyük Zafer’in yıldönümünde orduya meydan okudular
Deniz Som, dün Medya Polemik’te de bir bölümüne yer verdiğimiz yazısının, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Zafer Haftası mesajı yayımlanmadan kaleme alındığını ve “Bilgisayar kazası” sonucu basıldığını söyleyerek hem okuyucularından hem de Başbuğ’dan özür diledi.
Oysa biz Başbuğ’un mesajını okuduğumuz, Ahmet Altan’ı küplere bindiren ifade ile “açılım bitmiştir” umuduyla içimiz kıpır kıpır olduğu halde basmıştık Som’un yazısını. “30 Ağustos mesajı yayımlamayın” tavrı, ‘öyle bir mesaj yayımlayın ki ihanet içindeki güruhun ağzına tıpa olsun’ mesajıyla oldukça anlamlıydı. “Geliyorum” diyen tehdite karşı, milli vicdan teşekküllü “erken uyarı sistemi”nin feryadı gibi gelmişti kulağıma.
Askerin siyasi zaferi
Ordu ile milletin omuz omuza giriştiği Milli Mücadele kazanımının tam bağımsızlık olmasını sağlayan askeri zaferin güdüleyicilerinden biri “Sevr”di. TBMM’nin Sevr’i tanımadığını ilan etmesi, işgal kuvvetlerine ‘had bildirilmesi’, bu toprakların kime ait olduğunun hatırlatılması savaşıydı Büyük Taarruz. Bu hatırlatma yapılabildiği için, şimdi yerine Sevr’in ikame edilmek istendiği Lozan imzalanabilmişti. Ordusunun “askeri” kararlılığı sayesinde, adına Türkiye Cumhuriyeti dediğimiz “siyasi” zafere erişilebilmişti.
Türkler’e 200 yıl sonra zafer yaşatan; 57. Tümen Komutanı Reşat Çiğiltepe’nin, 3. Kafkas Tümeni Komutanı Kazım Orbay’ın, 5. Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay’ın, 6. Kolordu Komutanı Kazım İnanç’ın, 2. Ordunun başındaki Yakup Şevki Subaşı’nın, 3. Kolordu Komutanı Şükrü Naili Gökberk’in... Onlar kadar kahraman daha nicesinin üniformasını taşıyan İlker Başbuğ’un, elbette bağımsız, elbette üniter olan bu devletin aynı zamanda ‘Türkler’e ait’ olduğunu vurgulamasının gerekliliğini hatırlatmak ‘yanlışlıkla’ dahi olsa yerinde olmuştur.
Çünkü Som’un “Siz bugün, 87 yıl önce Mustafa Kemal Paşa’nın dediği gibi “Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır” diyebiliyor musunuz?” diye sorduğu gün, malum güruh işaret parmağını ağzına götürmüş “sus” diyordu Başbuğ’a...
Mehmet Altan’ın önceki gün Star’da başlattığı “Yönetim biçiminin ne olacağına askeriye değil, parlamento karar verir. Ama federalizm çok daha gelişmiş, zenginleşmiş ve üniter devlet kavramını toprak bütünlüğü sanmayan bir donanıma uygundur.
Benzer sorunu İngiltere, İspanya askerin neyin nasıl yapılması gerektiğine yönelik talimatlarına uyarak mı çözdü? “Devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğe” sahip çıkarak mı çözdü?” meydan okumasını dün abisi Ahmet Altan “Kürt açılımı konusunda konuşmanın askerin üstüne vazife olmadığı” gerekçesiyle, Taraf’ta destekledi: “Daha yeni Yunanistan fazla konuşan Genelkurmay Başkanı’nı görevden aldı. Bir ordu açılımı yapmalıyız....”
Eser Karakaş’a göre Başbuğ haddini aşmıştı. Çünkü ‘Çağdaş uygarlık kavramı yerel ölçütlerle tanımlanabilecek bir şey değildi. Çağdaş uygarlık demek, mesela AB demekti, Avrupa Konseyi demekti, AİHM içtihadı demekti. Ve asker bu konuyu anlamakta zorlanıyordu.’
Fehmi Koru, koroya iştirakta gecikmedi: “’Üniter devlet’ve ‘anayasanın değiştirilemez maddeleri’ dışında yapılacak düzenlemelere itiraz etmiyor bugün asker... Etse ne olur? Siyasi iktidar “Asker böyle diyor” diye doğru bildiği yoldan sapmak zorunda mı?”
Türkiye Türklerin ise...
Genelkurmay Başkanı’nın mesajını okuduktan sonra “ordu”ya en anlayabilecekleri ifade ile “posta koymayı” demokrasi zannedenlerin el üstünde tutulduğu bir ülkede, Som veya onun gibi düşünenlerin “Kürt sorunu” nun giderek “Türk sorunu”na dönüştürüldüğü şu günlerde Başbuğ’un mesajı MGK’da sağlandığı söylenen “mutabakat”ı bozmuş mu oldu?” diye sormak ve “Lafı “ulus devlet, üniter devlet, laik devlet” diye evirip çevirmek artık karın doyurmuyor!” demek hakkı vardır... Eğer hala Türkiye Türklerin ise...
Altan’a çok yakıştı(!)
Biz Ahmet Altan’ı “İnsanlar seksle, şiddetle ilgimi çekiyor. Sevişmede sado mazohist eğilimler bana çok aykırı gelmiyor... Anne - oğul, baba - kız, birbirini bu kadar çok seven insanların, kadınla erkek arasındaki sevginin son noktası olan sevişmeye ulaşmamalarında bir yanlışlık olabilir... Sekste sınıra inanmıyorum. İnsan istiyorsa hayvanlarla seks doğal. Eşcinsellik doğal. Kadınların içlerinde fahişelik yapma eğilimi olmalı” gibi ifadeleriyle tanırdık.
Oysa sapıklıktan Taraf Altan dün “promosyon” adı altında, “Hz. Muhammed’in hayatını anlatan kitap” ilanı yayımladı. İlanı veren Alkım Kitabevi ile Altan’ın Taraf’ı aynı patrona bağlı.
“Promosyon” özendirmek demek. Her fırsatta “inançsız” olduğunu belirten tabu yıkıcı Ahmet Altan’ın insanları, “tabu” olarak gördüğü ve ‘inançlı, ahlaklı bir toplum’ yaratmak üzere gönderilen emir ve yasakların elçisi Hz. Muhammed’in hayatına özendirmek isteyebileceğine kim inanır?
Taraf’ın Ramazan dolayısıyla başlattığı inanç açılımı ne uğruna?
1 TL mi?
Bu kadar ucuz mu?
İnançsız Altan’ın patronunun 1 TL’lik kitap satışını arttırmak uğruna Hz. Muhammed’in Hayatı’nın promosyonunu yapması din tacirliği değil mi?
PKK’nın yapamadığını yaptılar
Kürtleri PKK ile özdeşleştirip, onların üzerinde siyaset yapan DTP... Kürtleri Türkiye’den koparıp “azınlık” muamelesi yapmaya ve himmette bulunmaya kalkan, ama bunu dahi beceremeyen AKP...
Kürt açılımını fırsat bilip iktidara şirin gözükme yarışına giren... Neyin ne olduğunu bilmeden iktidara yalakalık yapan yazarlar-aydınlar-sanatçılar...
Tümü el ele verip çok kötü bir şey yaptılar:
Hiçbir dönemde Türk-Kürt ayrımı böyle derin değildi...
Hiçbir zaman Türkler ve Kürtler birbirlerini “azınlık” ya da “çoğunluk” görmemişlerdi...
Ama artık param parçayız...
PKK bunu başaramamıştı...
“Açılım” dedikleri garip şeyin daha ilk günlerinde, bunun tüm AKP açılımları gibi “fiyasko” olacağını yazdığımda, fiyaskonun bu kadar çabuk anlaşılacağını tahmin edememiştim.
Bu bir fiyasko...
Oysa bir içten selam verseydiniz de yeterdi...
* Bekir Coşkun / Hürriyet
MİNİ YORUM
Böylelerine aydın diyorlar
Şahin Alpay “nasıl bir ulus” konusunu tartışmaya açmış dün. Türkleşmiş bir ulustan bahsediyorsanız bu iş yaş demeye getiriyor. “Türkleşmemiş bir Türk ulusu” olmayı başaramazsak, açılıma layık olamazmışız. Alpay’ın sonraki tartışma konusu üniter devlet. Bakalım onda “bir ve bütün bir üniter devlet mi” diye sorup “federalleşememiş bir üniter devletle olmaz” diyecek mi? Böylelerine “aydın” diyorlar işte...