Kırca’nın jübile vakti
“Her fırsatta demokrasi, özgürlükler diyorsunuz, bırakın da gazeteci olarak görevimi yapayım” deyip, iktidarın maskesini düşüreceği yerde, ayağına kadar gelen topu, soru sormasına izin vermeyen Erdoğan’a pasladı...
Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi: “Sen ki yılların gazetecisisin Ali Kırca...”
Milyonlarca izleyicinin önünde böyle ayaklar altına alınır mı meslek onuru?
Tayyip Erdoğan, kondüsyon antrenmanı niyetine çıktığı Habertürk’te, kaymak gibi zeminde, Yiğit Bulut’la bir iki paslaştıktan sonra hem fizik hem moral motivasyonunun tam olduğuna kanaat getirdi ya, önceki gece ilk defa sahaya indi, maça çıktı...
Tribünler merakla ilk golün kimden geleceğini beklerken...
O da ne...
Erdoğan’ın tecrübeli rakibi, bir anda gazetecilik formasını çıkarıp atmaz mı?
Kusurlu hareket...
Tam rüzgarı arkasına almış, “Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ’la resmi ilişkilerinizi medyadan takip ettik ama özel hayatınızda hangisiyle daha iyiydi...” diye devam etmeye çalışan bir atağa kalkışmıştı ki...
Eee eski liberolardan kaç kişi kaldı;
“Ali Bey böyle bir soru olur mu yaa..” diyerek kesti önünü Erdoğan.
Hani şık pozisyonların tekrar tekrar yayımlanması hadisesi var ya; işte o görüntüyü vermek için manuel vücut ayarlarına başvurdu; sesini biraz daha “azar” seviyesine çıkardı, vücudunu daha bir yaydı koltuğa ve tekrarladı:
“Böyle bir soru sorulur mu? Sen yıllarıııııın gazetecisisin...”
Peki “yıllarııın gazetecisi” ne yaptı dersiniz; geri mi koştu, mesleğinin gol yememesini engellemeye mi çalıştı?
Hayır!
Gazetecilik formasını çıkardı attı!
“Ben gazeteci olarak dilediğim soruyu sorarım, siz de cevaplamak üzere buradasınız, bu bir icraatın içinden programı değil. Ha cevaplayamayacaksanız da siz bilirsiniz takdirini izleyiciye bırakırız...” diyemedi de...
Önce bir terledi, sonra bir titredi, iki dizini bitiştirdi, elini kolunu nereye koyacağını bilemedi... Yani bütün “çok pişmanım, hay benim akılsız başım” mesajlarını verdi...
Sonra da neden öyle bir soru sormaya kalkıştığını, yani neden atağa geçtiğinin gerekçesini anlatmaya kalkıştı:
“Efendim belki buradan birşey çıkarırız diye soruyorum...”
Allah Allah ya...
Allah Allah ya...
Halbuki tam yeri...
Halbuki tam, “Her fırsatta demokrasi özgürlükler diyorsunuz, bırakında gazeteci olarak görevimi yapayım Sayın Başbakan” diye, ne kadar izleyicisi varsa kanalın hepsinin şahitliğinde maskesini düşürme yeri-zamanı iktidarın...
Top ayağına kadar gelmiş; dokunsa gol olacak; tuttu Erdoğan’a pasladı ya...
Akıl alır şey değil...
Gazetecilik bir kere daha hükmen mağlup...
Ali Kırca’ya da bundan sonrası için tavsiyem; agresif oynayan, dişli rakiplerinin karşısında ezilmek yerine, şöyle Birand, Çandar, Cemal, Akyol filan bir yıldızlar karması toparlayıp topluca jübile maçına çıkmaları olacak...
+++++
Kendine saygıyı hatırlamak için geç kaldın
Düşük bile değil; reytingsiz programıyla TRT’den kendisi ve ajansına program başına 25 bin TL, yani ayda 100 bin TL kazandıran Tayfun Talipoğlu, giderken şöyle bir “veda” notu bırakmış arkasında:
“Kendime ve programıma olan saygıyı yitirmemek için istifa ediyorum...”
(Bu “onurlu istifa”nın TRT’nin bütün “faturalı çalışanlar”ın işlerine son vereceği haberlerinin yayıldığı döneme denk geldiği bilgisini verelim önce de; hafızanızın bir köşesine kaydedin, dursun.)
Sabahattin Önkibar’ın yazdığı kapının önüne konulma iddiası doğruysa; tam bir ironi olmuş demektir veda sözcükleri...
Değilse... Hakikaten terk-i diyarsa bu; yıllardır “yol hikayesi” anlatıp duruyor ya, yine “yol”una çıkmıştır muhtemelen Talipoğlu...
TRT’nin bir paçasından YSK’nın, bir paçasından RTÜK’ün, kulaklarından da Cumhuriyet savcılarının çekiştirdiğini düşününce; olur mu olur...
Böyledir bu işler; hanların, hamamların, sarayların kilerlerinde haşereyle mücadele başlatılınca, kuyruğunu kıstırıp gemi ambarlarına sığınan fareler de, kemirirler, kemirirler, kemirdikçe semirirler... Sonra da, geminin su almaya başladığını ilk fark ettikleri anda, o deliklerin, gediklerin kendi dişlemeleriyle açıldığına aldırış etmeden, hiçbir sorumluluk, suçluluk hissetmeden, arkalarına bile bakmadan terk ederler gemiyi...
Benim bu hikayede anlamadığım tek şey var; Her hafta reyting ölçümleri geldiğinde hak etmediğini açık açık gördüğü halde, kendisi görmüyorsa meslektaşları hatırlattığı halde, vatandaşın cebinden çıkan paraya ortak olurken dahi kendisine saygısını korumayı başarmış(!) olan bu zat, acaba ne oldu da epey yüksek olan “kendisine saygı” eşiğini aşabildi!
Talipoğlu kendisine ve programına duyulan saygıyı geri kazanmak gibi bir kaygı taşıyorsa gerçekten, “TRT, bünyesinde çalışanların kendi kendilerine saygılarını yitirmelerine sebep oluyor” itirafı olan veda mektubunun gerekçesini de açıklamalıdır...
Sonuçta hiçbirimiz “saygı törpüsü” olması için paylaşmıyoruz paramızı TRT’yle...
+++++
Muhalefettekiler söylese ‘şerefsiz’ derdi
Ben söylemiyorum; Başbakan Erdoğan’ın en yakın danışmanı Yalçın Akdoğan söylüyor. Alın Başbakan Erdoğan’ın bu akıl hocasının söylediklerini okuyun.
Sayın Akdoğan açıkça, Abdullah Öcalan ile görüşme yapıldığını, PKK’nın referandum sürecinde silah bırakmasının da Öcalan’ın emri olduğunu söylüyor.
Lütfen şu sözlere dikkat edin:
’Elbette devletin cezaevindeki bir mahkumla diyalogu olacaktır. Eylemsizlik kararı PKK’nın veya BDP’nin iradesiyle ortaya çıkmadı. Kilit rolü oynayan Öcalan’dır. (Öcalan) örgütün yanlış gidişatını görmüş ve bu sürece müdahale etmiştir. Öcalan; PKK’ya eylemsizlik tavsiye etti. Boykot kararı alan BDP’den halkın serbest bırakılmasını istedi. Bazı gelişmeler; Öcalan’ın ifadeleriyle ortaya çıkıyor diye karşı çıkmak doğru değil. Öcalan’ın manevra kabiliyeti daha fazla.’
Kısaca özetlediğim bu açıklamasında Başbakan Erdoğan’ın akıl hocası açıkça diyor ki:
Hapisteki Öcalan ile konuştuk. O devreye girdi ve PKK geçici olarak silah bıraktı. Öcalan BDP’nin boykot kararını da değiştirdi.
Yani; BDP tabanı da referandumda evet diyecek...
Bunu muhalefet liderleri söylese, Başbakan Erdoğan, ’İftira, yalan, şerefsizler!’ diye bağırırdı.
Öcalan’ın AKP hükümeti için yaptığı bu hizmetin karşılığı ne olacak? Kürdistan mı? Türk bayrağının yanına Kürt bayrağı mı?
* Rıza Zelyut / Güneş
+++++
KPSS mağduru öğretmenlere;
Sakın bitti sanma...
Her şey sende gizli.
Boyun eğme asla.
Cumhuriyet’e sahip çık.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++++
TRT yasak takmıyor
TRT’nin referandum kampanyası için nasıl bir borazana dönüştürüldüğünün bir örneğini dün Haber Türk’te Ali Tezel’in köşesinde okudum. Şöyle yazıyordu: “Cuma günü TRT 1’den geldiler ve spiker gibi yorum yapmadan yeni Anayasa paketindeki ‘Artık tüm işçiler birden çok sendikaya üye olabilecekler’ dememi istediler. Ben de bu değişikliğin işçilerin aleyhine olacağını, kaos yaratacağını söyleyince çekimden vazgeçip gittiler.” Kanun gereği tarafsız olması gereken TRT’nin, referandum kampanyasında AKP’nin yayın organına dönüşmesini ben şahsen yadırgamıyorum, bu iktidardan beklenmesi gereken bir durum bu. Ama herhalde RTÜK ve Yüksek Seçim Kurulu, bu tutumu yadırgamak ve yasaların gereğini yerine getirmekle yükümlü olmalıdır.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++++
Siz Heronları kim çekti arayadurun
“Bir diyalog kurulmuş mudur, kurulmamış mıdır?” sorusuna yanıt arıyorsak, “gerçeği” konuşmamız lazım. Akdoğan da -Başbakan gibi- “Müzakere olmadı” diyor ama “Diyalog olmadı” demiyor veya diyemiyor. Nitekim dünkü Haber Türk Gazetesi’nde, PKK’nın önde gelen isimlerinden eski Van milletvekili Remzi Kartal’ın, Erbil merkezli “Kürdistan Haber Ajanjı”na atfen yayınlanan sözleri bize bu konuda ışık tutuyor. Buna göre Kartal: “Çok yoğun bir düzeyde, giderek artan çatışma ortamının referandum sürecini AKP aleyhine olumsuz etkileyeceği açıkça görülmekteydi. Bu olumsuz (...) gelişmeler karşısında AKP’nin yeni bir arayış içine girdiği söylenebilir. Bu temelde Önderliğimiz de (...) yeni bir durum değerlendirmesi yapmıştır” demiş. Bununla da kalmamış: “Önderliğimizle yapılan diyaloglar elbette ki devletin ve hükümetin bilgisi dahilinde, ilgili kurum ve yetkililer tarafından yapılmaktadır. Ancak bu konunun hassasiyeti nedeniyle detayların kamuoyuna yansıtılmaması da anlaşılır bir durumdur” diye ilave etmiş. Siz hâlâ “Heron”ları PKK’nın üstünden kimin çektiğini arayın.
* Oktay Ekşi / Hürriyet
+++++
Irak devletine muhtıra vereceksiniz...
Genelkurmay’ın Han Tepe baskını ile ilgili açıklamasında şu sözler dikkatimizi çekiyor:
“- Hava aydınlandıktan sonra, teröristlerin çevredeki arazilerde mevzilendirdikleri DOÇKA silahları, helikopter faaliyetlerini tehdit etmiş, helikopterlerin inememesi nedeniyle, tahliyeler karayoluyla yapılmıştır. DOÇKA mevzilerinin tespit edilmesi üzerine, bölgeye iki sorti hava harekâtı icra edilerek mevziler tahrip edilmiştir...”
Doçka adı verilen silahların ağırlığının 100 kiloyu aştığı bildiriliyor. PKK mangaları istihbarat ağına yakalanmadan bu ağırlıktaki silahları bile burnumuzun dibine getirebiliyorsa... Keklik gibi avlanmamanın tek yolu kendini bir kez daha gösteriyor... Irak devletine muhtıra vereceksiniz...
- Ya sınırın kendi tarafına hâkim ol, güvenliği sağla. Ya da bırak bu işi ben yapayım...
PKK saldırılarına karşı öncelikli yolun diplomasi olduğu CHP sözcülerince ifade edildi. Bu sütunda defalarca yazıldı...Ne var ki, Ankara’daki iktidar ABD’nin sözünden çıkamıyor... Sorunu PKK ile görüşerek ve pazarlık ederek çözmek gibi bir ham hayalin peşinde ülke çocuklarını boş yere feda ediyor.
* Melih Aşık / Milliyet
+++++
Manipülasyonculuk oyunu
İstanbul Barosu eski Başkanı Turgut Kazan’ın “Dink savunması Mayıs başında bütün liberal demokratların eline ulaşmıştı. Cengiz Çandar’a da verildi... Bunu Genelkurmay Başkanlığı yazsaydı, o gün, o kâğıdı eline alan Cengiz Çandar 8 bin sayfa yazardı. Ama o gün, o kâğıdı aldı ve hepsi sustu” iddiası üzerine, Evrensel yazarı Mustafa Kuleli’den Çandar ve avanesine tepki: “Görünen o ki liberallerin bir kısmı kendilerini hükümetin-iktidarın bir parçası olarak görüyor ve gazeteciliği bir yana bırakıp onlara danışmanlık, akıl hocalığı, halkla ilişkilercilik, basın danışmanlığı, sözcülük, manipülasyonculuk ya da ‘spin doktorluğu’ yapıyor...”
+++++
KISA... KISA...
Silivri’de tutuklu bulunan gazetecileri ziyaret eden basın meslek örgütleri, bugün saat10’da, iletişim özgürlüğünü tartışmak üzere Basın Konseyi’nde toplanıyor...
Referans’la birleşen Radikal personel çıkarmaya devam ediyor. Gazete son olarak aralarında gazetenin görsel yönetmeni Metin Öztürk’ün de bulunduğu 14 çalışanıyla daha yollarını ayırdı. Bu arada Hasan Celal Güzel de, yeni Radikal’in kadrosunda yer almayacak... Güzel bundan böyle Vatan’da yazacak.
+++++
MİNİ YORUM
Düpedüz aptal muamelesi...
Yenişafak, dünkü iç sayfalarından birinde “MHP’lilerin sesi de evet diyecek” diye manşet atmış... Ahmet Şafak, Atilla Yılmaz, Mustafa Yıldızdoğan filan mı konuştu acaba dedim. Yooo, önceki seçimlerden birinde şarkısını CHP kullanmış, Ramazan başından beri de yandaş kanallarda “sohbet” programları yapmakta olan bir zat; Uğur Işılak... Hani seçmene “bidon kafa” diyeni eleştiriyorlar ya, kendi yaptıkları bidon kafadan da beter; safi aptal muamelesi...