Kindar ve saldırganlar

Dönekler, yaptıklarını aklamak için geçmişlerini inkâr edip, eski eylemlerini, gruplarını, partilerini, dostlarını karalıyorlar. Konumlarını, “karşıt görüşler” ve “karşıt kişiler” üzerinden belirledikleri için kindar ve saldırganlar
Önce hemen belirtelim ki fikir değiştirmek herkes için normal ve doğal bir durumdur...
Özellikle de entelektüeller için.
İnsan zamanla, savunduğu bazı fikirlerin yanlış olduğunu fark edebilir...
Bazı insanlar hakkında yanlış izlenimlere sahip olduğunu düşünebilir...
Hele hele insanın çevresi, düşünceler, ideolojiler, eylemler, kurumlar değişiyorsa, çevresindeki insanlar farklı davranmaya başlıyorsa, bireydeki değişmeler “dönekliğin” değil, belki de kendi iç tutarlılığının zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.
Fanatik kişilik yapısına sahipler
Demokrasi adına yola çıkmış bir partinin baskıcılığa kayması sonunda partisinden istifa eden bir üyeyi “döneklikle” itham edebilir misiniz?
Bir insanı dürüstlüğü ve cesareti için öven biri, onun yalancılığını ve korkaklığını görünce eleştirmez mi?
Böyle bir tutum ve davranış değişikliğine “döneklik” diyebilir misiniz?
Ayrıca çevresindeki kurumlar ve insanlar aynı kaldığı halde bir insanın onlara karşı duygu ve düşünceleri de değişebilir. Bu, o insanın iç dünyasındaki değişme ve gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıkabilir.
İşin iki farklı yönü daha var.
Birinci yön, kişilik özelliklerine bağlı.
Bazı insanlarda hem genetik hem de çevresel faktörlerle, fanatik bir kişilik yapısı gelişiyor.
Bu fanatik kişilik, futbol takımı tutmaktan, ülke için kurtarıcı çözümler üretmeye kadar hemen hemen her alanda kendini gösterebiliyor.
Bunlar, genellikle duygusal ve düşünsel açıdan “aşırı” tepkiler veren insanlar.
İkinci yön, siyasal değişmelerle bağlantılı.
Türkiye’de iktidarlar ve siyasal eğilimler çok hızlı değişiyor.
Serbest seçimler, askeri darbeler, zaten çok hızlı bir değişme süreci yaşayan ülkemizi sürekli bir çalkantı içinde tutuyor.
Kendilerini “kurtarıcı ideolojilere veya eylemlere” adayan “fanatik” kişiler, bu değişime ayak uydurmakta zorlanıyor.
Çünkü hayallerinde hep, iktidar olmak, iktidarla birlikte hareket etmek, ülkeyi böylece “kurtarmak” yatıyor.
İktidarlar hızla değişince, bu fanatik kişilerin ülkeyi kurtarma misyonları için özdeşleştikleri partiler, gruplar, liderler, ideolojiler de değişiyor.
Böylece daima fanatik, ama bağlı olduğu iktidar veya ideoloji sürekli değişen bir “dönekler” grubu ortaya çıkıyor.
Bunların en önemli özelliği dogmatik bir tutumu yansıtan fanatik yapılarıdır.
Bir fanatizmden öteki fanatizme savrulurken, yaptıklarını rasyonalize etmek, gerekçelendirmek, kendilerini hem kendi gözlerinde hem kamuoyu önünde hem de yeni bağlandıkları iktidar nezdinde aklamak için geçmişlerini inkâr ediyorlar.
Militanlıkta yatay geçiş
Ne kadar samimi olduklarını kanıtlamak için de geçmişlerini yadsırken, eski eylemlerini, gruplarını, partilerini, dostlarını acımasızca eleştiriyor, kimi zaman da haksızca karalıyorlar.
Tabii fanatiklerin arasında da cesur ve atılganlar kadar, pısırık ve korkaklar, gerçek inanç sahipleri kadar, fırsatçı, çıkarcılar da var.
Ama hepsinin ortak özelliği, “karşıt görüşler” ve “karşıt kişiler” üzerinden pozisyon almak.
Böylece, bir fanatizmden öteki fanatizme geçerken aslında “değişmiyor”, “dönüyorlar”.
Oysa gerçek değişme, bir görüşün militanlığından öteki görüşün militanlığına doğru değil, fanatizmden hoşgörüye, dogmatizmden kuşkuculuğa doğru olur. l Emre Kongar / Cumhuriyet

* * *

‘II. Cumhuriyet’in görünmez aktörleri
Balyoz Operasyonu’nun ardından ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Philip Crowley şöyle demişti: “Türkiye’deki siyasetin ve toplumun gelişimi içinde bu konular yeni değil. Spesifik bir endişemiz bulunduğunu düşünmüyorum.”
The Times gazetesinde geçtiğimiz gün çıkan haberde Türkiye’nin bir felaketin eşiğinde olduğu yazıldı. İlginç olan ise gazetenin Erdoğan’a kimi öğütlerde bulunmasıydı: “Sayın Erdoğan, öfkeli ordunun, Türkiye’yi, darbe komplocularının yaratmak istedikleri gibi görünen kargaşaya sürüklememesini engellemek için nabza göre şerbet vermesi, sabırlı ve kararlı olmalı.”
Hem sözcünün açıklaması hem de gazetenin haberi ABD ve İngiliz emperyalizminin Türkiye’de devam etmekte olan iç savaşta safını ikinci cumhuriyetçilerin yanı olarak belirlediğini net bir şekilde gösteriyor, emperyalizm Türkiye’nin dönüştürülmesi ve bağımsızlıkçı, cumhuriyetçi, ilerici güçlerin tasfiyesi sürecinde oynadığı rolü dolaylı da olsa kabul ediyor.
İkinci cumhuriyetçi kesimin sözünü sakınmayanları da sürecin emperyalizm tarafından yönlendirildiğine geçmişte dikkat çekmişlerdi. Yasemin Çongar, İhsan Dağı, Mehmet Altan gibi isimler, Ergenekon sürecinin küresel bağlamından koparılarak anlaşılamayacağını, Türkiye’nin dünyadaki dönüşüme paralel bir şekilde dönüştürüldüğünü ve küreselleşmenin yani emperyalizmin karşısına çıkabilecek bütün güçlerin tasfiye edileceğini çeşitli vesilelerle yazmışlardı.
İtiraf etti
En son Ali Bulaç da 1 Mart tarihli “Görünmez Aktörler” isimli yazısında küresel güçlerin kendilerinin arkasında olduğunu yazdı. Bulaç’a göre Amerika, NATO ve AB “laik-Kemalistlerin 19. yüzyıldan beslenen ideolojik formasyonlarının bu rolü oynamaya elverişli olmadığını, otoriter ve totaliter laik kimlikle Türkiye’nin bölge halkıyla hiçbir iletişim ve diyaloga giremeyeceğini, laik-Kemalist ideoloji adına sivil siyasete el koydukları her darbe (27 Mayıs-12 Eylül) ve her müdahale (12 Mart-28 Şubat ve 27 Nisan) dönemlerinden sonra ülke sorunlarının daha da ağırlaştığını, üstelik bu zümrelerin geniş ve yeterli toplumsal desteklerinin olmadığını” görmüştü.
Bulaç bununla da yetinmedi sızdırılan belgelerin ve yapılan dinlemelerin de adresini gösterdi. Bulaç’a göre “bunun olağanüstü düzeyde teknolojik donanım ve maharet gerektirdiğini bilip, gözlerimizi Washington’a ve belki daha yakın bir mekâna, NATO merkezine çevirmemiz” gerekiyordu.
Bulaç böylece cumhuriyetçilere yönelik saldırının Atlantikçi güçlerle onun içerideki işbirlikçilerinin ortak bir operasyonu olduğunu ve hedefte de birinci cumhuriyetçilerin bulunduğunu zımnen de olsa dile getirmiş oldu.
l Hakan Utkan / Odatv.com

* * *

Cumhurbaşkanı’nın Basın Başdanışmanı Hacı Ahmet Sever’in şehrin en elit kültür binasında başlayan doğum günü partisi balık lokantasındaki fasılla bitmiş. 40 gün 40 gece kıvamında. Çankaya eşrafı ile medya mahallesinden kankalarının vur patlasın çal oynasın fotoğraflarını görünce anladım: Boşa isilik çıkarıyoruz biz. Memlekette herşey tıkırında. Bizim 1-2-3 tıp oynandığını sandığımız görüşmelerden sonra köşke kalan “bir tatlı huzur” olmasa, personel böyle gecelerde gerdan kırabilir, köşkün son emanetçisi de kutlama mesajıyla bu cümbüşe onay verebilir mi? Hadi çekemiyorlar demesinler. Dile kolay şu fani dünyada 50 yıl ayakta ve iktidarda kalabilmek. Zor, kutlama gerektiren zanaat hakikaten. Can Dündar, partiye katılanlara “Ahmet-severler” demiş. Meşhur bir şarkıyı hatırlattı: “Ahmet-severler toplandık, tooplandık, toplandık / Biz Çankaya’dan hoşlandık / Hooşlandık, hoşlandık...” Ha bir de Mehmet Ali Birand Mihraban’ı söyleyen koronun assolistiymiş. Bilmem ne star jürisinin önünde olsa “Bu türkü sana hiç yakışmamış” der, kırıverirler puanını. Madem onca Brükselli konuk da vardı, madem doğum günü çocuğuyla yolu Brüksel’den geçenler biraraya geldi. Ben olsam “Brüksel’in yolları taştan, Karen Fogg çıkardı beni beni baştan...” türküsünü tercih ederdim... Kısmet değilmiş...

* * *

Batı kimin adına endişeli?
İktidar çevreleri yürütülen soruşturmaları ve tutuklamaları “Darbecileri temizliyoruz, demokrasiye ilerliyoruz” diye takdim ederken... Yıllardır Türkiye’nin demokrasi uygulamasından şikâyet eden Batı şimdi hiç aynı kanıda görünmüyor. Gidişatı demokrasi başarısı diye ele almıyor. Tam tersine ülkedeki manzarayı endişeyle izliyor. Örneğin İngiliz The Times gazetesi: “Ankara ile ordu arasındaki gerginlik, bir felakete yol açabilir” ifadesini kullanıyor...
Amerikan Los Angeles Times gazetesi 27 Şubat tarihli baş yazısında aynı endişeleri başka türlü ifade ediyor:
“ABD ve AB haklı olarak, Türkiye hükümetine darbe iddialarıyla ilgili soruşturmayı şeffaf ve hukuka uygun olarak yürütmesi çağrısında bulundu.
Gerçekten de, tıpkı ordunun darbeler döneminin geride kaldığını kabul etmesi gerektiği gibi, hükümet de kan davasını ve siyasi fırsatçılığı reddedip hukukun üstünlüğünü kucaklamalı. Bu, Türkiye hükümetinin asker sanıkların sivil yargıda adil biçimde yargılanmasını sağlayarak örnek oluşturması için bir fırsat...”
Batı kimin adına endişeli?
Tabii kendi stratejik çıkarları adına... Ancak unutmayalım; onların göreceği zarar dolaylı... Bizim göreceğimiz ise doğrudan ve katmerli bir zarar... l Melih Aşık / Milliyet

* * *

“Go home” Amerika!
Amerikalı ünlü tarihçi Justin McCarthy’nin bir konferansını şu sözlerle bitirdiğini hatırlıyorum:
“Size ‘kabul edin ve kurtulun. Zaten bir bedeli de yok’diyeceklerdir. Böyle bir pazarlığa asla
razı olmayın. Çünkü atalarınız
isnat edilen soykırım suçunu işlememişlerdir!”
Soykırım tasarısı geçerse Economist dergisinin tahmini abartı değildir. Doğacak ulusal tepkiler, hükümeti istemese bile Amerikalıları İncirlik’ten kovmaya mecbur edebilir! l Güngör Mengi / Vatan

* * *

‘Ben on buçuk ay sonra duydum’
Bundan tam ’on buçuk’ ay önce yine bir Neşe Düzel söyleşisini eleştirmiştim. Düzel, gedikli konuklarından eski TKP ‘li Nabi Yağcı’ya CHP’nin oy artışını analiz ettirince, “Amacım TKP’yi küçümsemek değil ama ömrü hayatında yüzde 1’i dahi görememiş Yağcı’nın, partisini iktidara taşımış bilirkişi edasıyla ahkam kesmesi pek komik kaçmış. Bu komediyi sürmanşet yaparak sergilemek git gide çadır tiyatrosuna benzeyen Taraf’a yakışırdı” demiştim. Benzer tabloyu yine görsem, yine de aynısını yazarım. Öfkeli ve ısrarcı eleştirmenimiz cehaletimi haykırmış: 1. TKP’nin 1954 seçimlerine katılmadı, 2. Nabi Yağcı TİP üyesi hiç olmadı.
Yağcı’nın TİP üyesi olduğunu söyleyen ben değilim kendisi. Buyrun okuyun: “Ben de TİP’e üyeydim. Biz dine bugünkü sol gibi mesafeli değildik. Çünkü ilk TİP, Türkiye gerçekleri üzerine kuruluydu.” (Nabi Yağcı / Taraf)
1954 seçimlerine TKP’nin katılmamasına gelince; istatistik taraması yaparken o seçime TKP’nin katıldığını görüyorsunuz. Ama burada hatalı olan benim, o TKP, Türkiye Komünist Partisi değil. Can Dündar’ın sözünü Mevlana’ya mal eden Nazlı Ilıcak’ın “Can da çağımızın Mevlanası” demesi gibi kıvırıp Türkiye Köylü Partisi de o çağın Türkiye Komünist Partisi diyemeyeceğim için, bu karışıklık için elbette özür dilerim.

* * *

Nereye kusacağını iyi biliyormuş
Taraf’ın röportajcısı Neşe Düzel, “ünlü siyaset bilim ve tarih profesörü” diye tanıttığı Mete Tunçay’la söyleşmiş. Helsinki Yurttaşlar Derneği, Tarih Vakfı gibi fon vakumlayan kurumlarda yönetici, ve tabii bir de Abant Platformu Eş Başkanı olunca böyle oluyor demek.
Fikrimce kıymeti kendinden menkul Tunçay, Düzel’in, sorularıyla ağzına kadar dayadığı çanağı görünce dayanamamış kusmuş. Ne kadar kini varsa çıkarmış. Ne hukuktanımazlığı kalmış Atatürk’ün, ne içkisi. Hatta orduyu zayıflatmaya çalıştığını dahi söylemiş (!) Evet evet, şu Çanakkale Savaşları’nı kazanan orduyu!
Cumhuriyet’i Rumeliler kurmuş; AKP de Anadolu’nun intikamıymış... Daha Cumhuriyet kurulduğunda “Bizi ‘abe’ diye konuşanlar idare ediyor” dermiş Ata’nın muhalifleri...
Yanlış düşünmüşüm hakkında, ’epten’ de kofti değilmişsin be hoca! ’Abe’ en azından nereye kusacağını biliyorsun, ya içindekileri ulu orta çıkarıp üstümüze başımıza sıçratsaydın...

* * *

MİNİ YORUM
Balon patladı

Vatan’ın önceki günkü sürmanşetini görünce başlığı bile hazırlamıştık: MOSSAD Balonu! Tam da Ermeni Tasarısı’nın oylanması öncesi ‘Yahudi Lobisi’ne ihtiyaç varken ne güzel olurdu, eski mutlu günlere dönmek!!! Medyada bomba üstüne bomba patlatıyorlar. Hengamede öylece kaldı. Nitekim dün Demirel yalanladı haberi: O fotoğrafta İsrail değil ABD var! Kaldı ki, ha o, ha bu. Ne karşılığında verdiler ondan haber verin siz?

Yazarın Diğer Yazıları