Kimyaları bozuldu
Eleştirilen SABAH yazarları koro halinde, “aslında kendilerinin ne mümtaz şahsiyetler” olduklarını ifade etme telaşına düştü
Yaptıkları ilkesiz gazetecilik yüzlerine vurulunca, artık parmaklarının arkasına saklanamayacaklarını anlayan SABAH yazarlarını bir telaştır, bir paniktir aldı ki sormayın... Neredeyse koro halinde “aslında kendilerinin ne mümtaz şahsiyetler” olduğunu çeşitli şekilde ifade etme gayreti içine girdiler. Bunu yaparken de itirafların ve iftiraların bini bir para... Genel Yayın Müdürlüğü makamını her hal ve şartta muhafaza ve müdafaa etmek uğruna bugüne kadar eğilip bükülerek medyayı muhteşem bir elastik omurga mucizesiyle tanıştıran Ergun Babahan’ın canı fena halde Güngör Mengi’ye sıkılmış. Ona cevap vermeye kalkışınca da, “Merdi kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler” durumuna düşüverdi. Ergun Babahan’ın, “Satmak üzerine” başlığıyla kaleme aldığı yazısı adeta onun itirafnamesi oluverdi:
Satmak üzerine
SABAH’ı batırmak için yola çıkıp, kendileri 100 milyonlarca lira batırıp, şimdi bunu borsadaki küçük yatırımcının sırtına yıkmaya hazırlananlar, timsah gözyaşı döküyor. “SABAH ne hale geldi” diye.
Sanki kendi yaptıkları SABAH onur ve haysiyet abidesiydi.
Madem kavgada yumruk sayılmaz yazalım.
Hep beraber kendi yazarlarımızı “PKK’dan para aldı” diye manşete biz çıkarmadık mı?
Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’ı düzmece belgelerle “vatan haini” ilan etmedik mi?
28 Şubat’ta postal yalayıcısı olup belli merkezlerden servis yapılan haberleri manşetlere çıkarmadık mı?
O zaman neredeydiniz sevgili Güngör Abi? Bir gün sesinizi çıkarttınız mı, bir gün muhalif olmayı, kendi fikrinizi dile getirmeyi denediniz mi?
Kartel kartel geçinip gidiyordunuz, SABAH geçmişteki hatalarından sıyrılıp karteli bozunca canınızı sıktı.
Ortak manşet anlayışı bozuldu.
28 Şubat sonrası oluşturduğunuz ortaklıkta haberleri sansür ettiğinizi ne çabuk unuttunuz.
Sırf sizin çıkar düzeninize karşı diye, Cumhuriyetçi Ahmet Necdet Sezer’i bile “Avanta villa” aldı haberleriyle tehdit etmediniz mi?
Laik Ecevit’i yerden yere vuran yalan haberlere yorumlar yazmadınız mı?
Bunları unutmak işinize gelebilir ama biz unutmayız.
Her haberinizin, her yazınızın bizimle ilgili olması bunun göstergesi.
Bilinen “tetikçilere” diyecek bir şeyim yok, onları muhatap almam ama Güngör Mengi, bizi para için ilkelerden vazgeçmekle suçlamış.
Ona sorulacak bir sorum var:
40 yıllık dostu, yol arkadaşı, kavga arkadaşı Dinç Bilgin’i bir gecede para için o mu sattı, biz mi sattık?
* * *
Şimdi bu satırların yazarına bizim de bir kaç sorumuz olacak: Peki bütün bunlar olurken siz ne yaptınız? Bugün itiraf ettiğiniz bu çirkinliklere ne tepki gösterdiniz? Niye istifa etmek ve şimdi eleştirdiğiniz o ortamdan ayrılmak aklınıza gelmedi?
* * *
Gelelim SABAH’ın tutarsızlık ve ilkesizlik şampiyonu yazarlarından Emre Aköz adlı nevzuhur AKP’li kalemşöre... Bu zat-ı muhterem de mesleki geçmişindeki porno yayıncılıktan bugünlerde fazlasıyla rahatsız olmuş olacak ki, “Ne harika günlerdi” kılıfıyla saklamaya çalıştığı o dönemi “Penthouse yıllarım” başlıklı yazısıyla kaleme aldı. Üstad, yazısında bizim gibi cahilleri bilgilendirmek için “erotizim ile pornografi” arasındaki farkı açıkladıktan sonra ne kadar başarılı bir erkek dergisi yönetmeni olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor. Çıkardığı derginin satış rekorları kırdığını belirtirken de bunu bir gazetecilik başarısıymış gibi kamufle etmeyi ihmal etmiyor. Bu arada, “Beni pornocu-erotik dergi yönettim diye ayıplamayın” dercesine, kendi ifadesiyle katkıda bulunan “birçok değerli kalem” in ismini de yazısının içine bolca serpiştirmeyi ihmal etmiyor. “Ayıp bir şey olsa bunlar da benim dergimde yazmazdı ” demeye getirerek bu isimleri şöyle sıralıyor:
Derginin fikiryorum köşeleri de var. Birçok değerli kalem katkıda bulunuyor: Hıncal Uluç, Vivet Kanetti, Hulki Aktunç, İskender Savaşır, İbrahim Altınsay, Sefa Kaplan, Uğur Vardan, Ergun Hiçyılmaz ...
Dergileri, Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede hiç sorunsuz yayınlandığı için Amerikalılar şaşkın... 1993’te “ Dünyada Yılın Penthouse’u ” ödülünü kazanıyoruz.
Hâlâ istim üzerindeyiz. Bu kez Mister adlı bir erkek magazini çıkarıyoruz. Kimler yazdı Mister’de? İşte birkaçı: Hıncal Uluç, Ayşe Kulin, Osman Ulagay, İsmet Berkan, Ömer Madra, Metin Münir, Filiz Ali, Sadettin Davran, Gülse Birsel ...
O arada Penthouse’a da devam ediyoruz ama yasal sorunlarla karşılaştığımız için satışlar düşüyor.
Esquire’ın yayın haklarını alıyor Ercan Bey. Bu kez fırlama bir erkek magazini yapıyoruz. Yukarıda andıklarımdan başka; Hilmi Yavuz’un,
Oruç Aruoba’nın, Leyla İpekçi’nin, Mehmet Yalçın’ın, Derya Bengi’nin, Reha Mağden’in yazıları bizde çıkıyor...
* * *
Mesleki geçmişindeki o günlerden sıkıntılı olduğu anlaşılan Emre Aköz “savunma mantıklı” yazısını “Buradan vurmak isteyenlere: Çok çalıştık, çok eğlendik. Harika günlerdi” yalanıyla noktalıyor.
* * *
SABAH ve kendi hakkındaki eleştirilerden kimyası bozulan bir diğeri de Engin Ardıç... Vatan’dan Mustafa Mutlu’ya cevap verirken kendine has hakaretlerini sıralayıp, “Beni kıskanıyorsunuz...” iddiasının arkasına sığınan Ardıç şöyle yazdı:
Ben “AKP’li olmuş” değilim. Senin gibi adamların Atatürkçülük adına yaptığı hıyarlıklarla dalgamı geçtiğim için siz öyle görmek istediniz. Kolaya kaçtınız, öyle görmek işinize geldi. Bu yüzden de AKP’yi eleştirdiğim yazılarımı görmediniz, görmek istemediniz. Herkesi “topyekûn karalamak” hoşunuza gidiyor. Fakat Sabah çalışanlarını aleyhimize kışkırtmaya çalışacak kadar küçüleceğini hiç tahmin etmemiştim doğrusu... Sabah Gazetesi’nden de “hayatımın parasını” almış değilim. Ben taa 1989’dan beri “göreceli olarak” iyi para kazanıyorum, inanmıyorsan Zafer’e sor, Cem’e sor, Serdar’a sor. Siz Babıali’de çulsuz gezmeye alıştığınız için bizim kazandığımız para gözünüze batıyor. Kıskanıyorsunuz. Ayıptır.
* * *
Mesleki anlayışı ve tavırlarıyla her dönemin tartışmalı ismi haline gelmiş olan Mehmet Barlas için ise söylenecek fazla bir şey yok. Barlas, “Gazetecilik nefret mesleği mi?” başlıklı gazetesinde adeta kendi gazetesi SABAH’ı tarif etmiş:
“Gazetelerin maaş bordrolarını parti üye listesi gibi algılayan, kitle gazetesini fraksiyon yayıyına dönüştüren ve toplumda kamplaşmayı körükleyen medya modeli neye katkı sağlamış ki?”
Doğru söze ne denir, hay siz çok yaşayın sayın Barlas emi...
+++++
Devletin adamları
ANLADIĞIM kadarıyla şöyle oluyor:
Devletin adamları kimi insanları “sen örgüt kuruyorsun” diye, daha düşünce (!) aşamasındayken yakalıyorlar... Ama gözlerinin önünde kurulan kaçak binaları (Albayraklar’ın Esenler’de yaptığı gibi) görmüyorlar.
Ya da:
Kimi insanları “Sen toplumu dolduruşa getiriyorsun” diye alıp içeri atıyorlar... Ama koca denizi dolduranı (MNG’nin Güllük Körfezi’nde yaptığı gibi) fark etmiyorlar.
Ya da, ya da:
Kimi düşünce insanlarını “rejimi yok etmeyi düşünmekten” alıp götürüyorlar... Ama ormanı yok edenleri (altın şirketlerinin Kazdağları’nda yaptığı gibi) bir türlü göremiyorlar.
*
Valiler, kaymakamlar, müdürler...
Kısacası devletin adamları bu cennet yurdun denizi, koyu, ormanı, dağı, taşı, toprağı çalındığında hiçbir zaman görmediler.
Ama bir de bakıyorsunuz ki birisini yakalamış götürüyorlar; vatanı satma fikrinden...
Niçin böyle oluyor?
Çünkü düşünce insanlarının oldum olası paraları-pulları yoktu, yakalanıyorlar.
Oysa holdinglerin, şirketlerin, açıkgöz işadamlarının parası çok, yakalanmıyorlar.
*
Yine gazeteler kaç gündür “yağma-talan” haberleriyle dolu.
Devletin adamları görme-mişler.
Bu suçtur...
Suç...
Dünyaya karşı suç, topluma karşı suç, insanlığa karşı suç, gelecek nesillere karşı suç, çocuklara karşı suç...
Bölgesinde doğa-çevre yağması görülen her vali, her kaymakam ya da her müdür suçludur.
Onlar; kendilerine emanet edilen millet malını, yağmacılara “talan ettirme” suçu işliyorlar.
*
Önce o “devlet adamlarının” yakasına yapışmalısınız çevreci dostlar.
Kapılarına dayanıp direnmelisiniz.
Hesap sormalısınız.
Onları tüm insanlara göstermelisiniz:
“İşte devletin adamları...”
* Bekir Coşkun / Hürriyet
+++++
Nokta darbesi
Kapanan Nokta dergisi geçen mart ayında, Türkiye’nin Sarıkız ve Ayışığı kodlu iki darbe atlattığını yazmış, iddiasını emekli Orgeneral Özden Örnek’in günlüklerine dayandırmıştı. Ortalık ayağa kalktı. Nokta sahibince kapatıldı. Ama o günlükler bir türlü ortaya çıkmadı.
Özden Örnek daha sonra Nokta Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’ü mahkemeye verdi. Geçen Eylül ayında yapılan duruşma sonrasında Alper Görmüş’ün darbe günlüklerini hâlâ ortaya çıkaramadığını kaydetmiştik. Görmüş, bize gönderdiği ve 25 Eylül 2007’de bu sütunda yayımlanan cevabını şu sözle noktalamıştı:
“Hiç merak etmeyin, 29 Şubat’ta şöyle ya da böyle günlüklerin tamamı mahkemenin elinde olacaktır.”
29 Şubat günü Alper Görmüş adliyeye üç büyük valiz dolusu günlükle geldi. Duruşma öncesi bol bol resim çektirdi. Valizlerde her şey vardı ama aranan CD yoktu. Duruşmada yargıcın kararı şu oldu:
“Valizlerdeki belgelerin konuyla ilgisi yoktur. Açılmadan iadesine... Konuyla ilgisi bulunan iddiaların yer aldığı ve çözümü 60 sayfa tutan CD’nin mahkemeye sunulmasına...”
Derken Taraf gazetesi üç gün önce şu manşeti attı:
“Darbe belgelendi!”
Taraf’a göre... Ergenekon Soruşturması’nı yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, Deniz Kuvvetleri eski Komutanına ait olduğu açıklanan günlüklerle ilgili olarak Alper Görmüş’ün bilgisine başvurmuş, o arada bilgisayar ortamındaki günlüklerin bir kopyasını almıştı. Daha sonra günlükler Emniyet’te incelenmiş, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden bir yetkili, metinlerin orijinal halinin, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ait hangi bilgisayardan çıktığının resmi yazıyla belgelendiğini söylemişti...
(Kim bu yetkili, belli değil...)
Sonuçta; Alper Görmüş’ün mahkemeye götürdüğü 3 bavul dolusu belgenin Emniyet’te incelendiği anlaşılıyor... Bu belgeler Özden Örnek’in günlüğü olabilir, olmayabilir... Ancak onlar kanıt değil. Kanıt “Çözümü 60 sayfa tutan CD”... Acaba Alper Görmüş bu CD’yi de savcıya verdi mi? Bu CD’nin içindeki kayıtların Özden Örnek’e ait olduğu kesinleşti mi? Konunun özü burası. Ve bu konuda hiçbir ayrıntı yok haberde. Bir merakımız daha var tabii; Alper Görmüş eğer CD’yi Savcı Zekeriya Öz’e verdiyse, elinde bu CD vardıysa, neden mahkemeye vermedi?
* Melih Aşık / Milliyet