Kimse kızmasın vicdanım tutmuyor; Hasan Cemal’in günah keçisi olamam

Sabah haberlerini Fox’tan izlemeyi seviyorum. Nispeten daha geniş İsmail Küçükkaya’nın yelpazesi.
Bir de sakin, dingin; germiyor izleyiciyi...
Ama...
Bir, üç, beş; baktım dün de yaptı aynı şeyi.
Önce bir Hasan Cemal güzellemesi:
- Siyasi görüşlerini sevmeyebilirsiniz ama iyi gazeteci... Vs... Vs...
Sonra “hepimizi” hedef alan bir eleştiri:
- Hasan Cemal bugün hiçbir gazetede yazamıyor... Onun yazamıyor olması Türk basınının ayıbıdır...
Yoo, o kadar uzun boylu değil...
Hasan Cemal’in yazamıyor olması kimsenin ayıbı değil bizzat Hasan Cemal’in, Hasan Cemal’lerin eseridir!
Hasan Cemal sizin için bir gazetecilik idolü olabilir, gazetecilik ikonu olabilir; -ne bileyim- odanızı posterleriyle donatabilirsiniz, kitaplarını başucunuzdan ayırmayabilirsiniz, yazılarını başyapıt varsayabilirsiniz bütün bunlar sizin bileceğiniz iş!
Ama...
Hasan Cemal’in, kendi kaleminin temelinde “kazma” işlevi gördüğü;
Hasan Cemal’in, kendi kaleminin “payanda” olduğu;
Hasan Cemal’in, kendi kaleminin “duvar” olduğu;
Hasan Cemal’in, kendi kaleminin “boya” olduğu, yıllarca cilaladığı bu çürük binanın enkazı altında kalmış olmasının faturasını bana çıkaramazsınız, benim gibi bir çok başka gazeteciye çıkaramazsınız!

***

“Yeni rejim”in temellerinin atıldığı 12 Eylül 2010 gününün ertesinde, 13 Eylül 2010 tarihli köşesinde “sevinç naraları” atıyordu Hasan Cemal;
Ona göre “darbeciliğin ürünü olmayan yeni bir anayasal düzene giden yol” açılıyordu!
Sırf 2003’lerin, 2004’lerin vebali olsa kaleminde tamam hadi kandı da; 2013’te bile hâlâ “tarihin elinin Erdoğan’ın omuzlarında” olduğunu savunuyordu!
Çünkü “Tayyip Erdoğan bir Turgut Özal değildi, siyasal bakımdan gücü kuvveti çok daha yerinde”ydi!
Demem o ki; Cemal güce biat etmeyecekti;
“Demokrasi”nin namusunu güçlü bir gölgeye değişmeyecekti!
Kim bilir kaç yazısında tekrarladı bu ifadeyi:
“Erdoğan’ın dili ‘barış dili’dir!”
Halbuki savaşıyordu iktidar;
Çiftçiyle, işçiyle, hekimle, emekliyle, öğrenciyle, gazeteciyle, şehit ailesiyle, gaziyle kıran kırana dövüşüyordu iktidar Hasan Cemal bunu dediğinde!
İktidar yanlısı olmayan herkes “öteki”ydi; Hasan Cemal adına ne dedi:
“İleri demokrasi!”
Ona göre “Ankara’da vizyon ve cesaret sahibi bir siyasi iktidar var”dı. Erdoğan’ın sözleri “barışın işaret fişekleri”ydi;
Bu nasıl bir “iyi gazetecilik” ki, nasıl bir “iliştirilmemiş aydın”lık ki o “fişekler”in gün gelip de Berkin’e, Burak Can’a, Uğur Kurt’a saplanacağını öngöremedi!

***

Hiç kimsenin “ayıbı” değildir Hasan Cemal’in yazamıyor olması;
Bizzat kaleme aldığı “Erdoğan’ı dinliyorum gözlerim kapalı” yazılarının neticesidir;
Kapatmayacaktı gözlerini!
Hasan Cemal’in yazamıyor olması bizzat seslendirdiği “barış ve demokrasiden korkanlara fırsat verilmesin” çağrılarının neticesidir;
İktidar sahipleri “Hasan Abi”lerinin öğüdünü dinledi; “barış ve demokrasi”den kendilerinden başka şeyler anlayanlara “fırsat vermedi”!
Hasan Cemal’in yazamıyor olmasını değil “yazabiliyor olması”nı ayıp saydım ben; Bekaa-Ankara, Kandil-Ankara hatlarında ulaklığın “gazetecilik” diye kılıflanmasından utandım! Darbeciliğin, provokatörlüğün, terörizmin “gazetecilik” diye ambalajlanmasını “ayıp”ladım.
Gazeteciler haysiyet cellatlarının elinde çırpınırken Hasan Cemal, “Siz hâlâ bütün bu Ergenekon olayının Tayyip Erdoğan ve yandaşları tarafından ‘muhalefeti sindirmeye yönelik bir tezgah’ olduğuna mı inanıyorsunuz?” diye kafa buluyordu!
Biz şimdi nasıl diyelim “muhalefeti sindirdikleri için susturdular Hasan Cemal’i”?
Yargısız infaz ettiği onca meslektaşımızın ahı çarpar; yazamaz olur ellerimiz!
Bu ülke 4 yıl önce, 5 yıl önce, 6 yıl önce bugün olduğundan daha demokratik değildi, daha adil yönetilmiyordu.
Örgüt kasası dedikleri insanlar ölüme tahliye olurken Hasan Cemal “nihayet darbecileri, askerleri, genelkurmay başkanlarını, rektörleri...” yargılayan “bağımsız Türk yargısı” ve “yılmaz savunucuları”na “minnettarlığı”nı bildiriyordu!
Şırnak Uludere’den, Hakkari Şemdinli’den, Hakkari Çukurca’dan şehit tabutları gelirken birbirinin peşi sıra, Hasan Cemal, “Şakira’nın fıkır fıkır kalçaları, hop hop memeleriyle dev bir diskoya dönen tribünlerde” yaşadığı keyfi anlatıyordu!
Hangisi ayıp;
Hasan Cemal’in yazamıyor olması mı; bunları yazabilmiş olması mı!
Mustafa Balbay de, Tuncay Özkan de, Müyesser Yıldız de, Soner Yalçın de, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu de, Deniz Yıldırım de, Hikmet Çiçek, Turhan Özlü de; işsiz kalan onca gazeteciyi Necati Doğru’yu, Bekir Coşkun’u, Oray Eğin’i, Banu Avar’ı, Özdemir İnce’yi filan de çoğuyla en az Hasan Cemal’le olduğu kadar farklı baksam da hayata “gazetecilikleri hatırına” çiğ tavuk yerim ama kimse kusura bakmasın “günah keçisi” olamam Hasan Cemal’e...
Her şey ortada. Yakup Kadri’nin dediği gibi, eyyyy Hasan Cemal “... Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın... O, kara toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, hasada gelmişsin. Ne ektin ki ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte her yanın şerha, şerha kanıyor ve sen acıdan yüzünü buruşturuyorsun... Sana ızdırap veren bu şey, senin kendi eserindir...”
Günahı boynuna...

Yazarın Diğer Yazıları