"Kim seçilirse başımızın tacı" dedik daha ne yapacağız yani!

MHP Genel Başkan Yardımcısı Yalçın, İstanbul İl Kongresi sonrası yaşananları değerlendirdi

MHP Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın telefonda:
- Doğruyu yazmıyorlar!.. Siz de oradaydınız, en ufak bir müdahalemiz oldu mu!.. Bu nasıl bir vicdansızlıktır anlamak mümkün değil, biz daha ne yapalım!
Konu, MHP İstanbul Kongresi’nden sonra yaşananlar ve bunlarla ilgili yapılan -birkaçı bu sayfaya da yansıyan- yorumlar.


Bir haftanın özeti: İtiraz... Red... İtiraz... Kabul... İtiraz...
Takip etmeyenler için, geçen hafta boyu yaşananları kısaca hatırlatmakta fayda var:
- 15 Temmuz günü, MHP İstanbul İl Başkanlığı 9. Olağan Kongresini yaptı. 5 adayın yarıştığı kongrenin kazananı 186 oy alan mevcut il başkanı Abdurrahman Başkan’dı.
Ertesi gün, “Kongre öncesi ve sırasında Siyasi Partiler Yasasına, Seçim Yasalarına ve Parti Tüzüğüne aykırı eylem ve işlemler yapıldığını, delege iradesinin objektif bir şekilde oluşmadığını” ileri süren bir grup Kongrenin iptali istemiyle Kağıthane İlçe Seçim Kurulu’na başvuruda bulundu.
İlçe Seçim Kurulu “Kongrenin iptali isteminin reddine, en çok oy alan adayın listesinin kabulüne...” hükmetti.
Avukat Ahmet Tüfekçi tarafından itiraz İstanbul İl Seçim kuruluna taşındı.
İl Seçim Kurulu “Kongrenin iptali isteminin reddine, Üst Kurul Delegelerinin de MHP Tüzüğü’ne uygun şekilde “tüm listelerden alınan oy oranına göre yukarıdan aşağıya doğru sıralanmasına” karar verdi.
Bütün bunlar olup biterken, Takvim yazarı Emin Pazarcı İstanbul İl Kongresinin MHP’de deprem etkisi yarattığını iddia eden iki yazı kaleme aldı. Pazarcı’ya göre “MHP Genel Merkezi Abdurrahman Başkan’ı desteklemiş ve Üst Kurul Delegeliklerinin büyük bir bölümünü kaybetmişti”! Yazdıklarına bakılırsa, MHP Genel Başkan Yardımcısı Yalçın’ın hafta içi yaptığı ve içinde “şer cephesi, fesat yuvaları” gibi sert ifadelerin bulunduğu basın açıklaması da parti içindeki “sıkıntı”ya işaretti.

***


Sözü Semih Yalçın’a bırakmadan önce, süreci kongre kararı alındığı günden bu yana yakından izleyen, 15 Temmuz günü de kongre salonunda bulunan bir gazeteci olarak “müdahale” eleştirilerini haksız bulduğumu belirtmek durumundayım. Gözlemlediğim kadarıyla, MHP İstanbul’da tarihinin en demokratik kongrelerinden birini yaptı.


İlçe başkanlarını tek tek arayıp serbestsiniz dedim
MHP Genel Merkezi’nin 10. Büyük Kurultay sürecini nasıl işlettiğinin anlaşılabilmesi için, Yalçın en başından, nasıl yola çıktıklarından başlıyor anlatmaya:
“Teşkilatlara ve ülküdaşlarımızın oylarıyla belirlenen delegeye itimatımızdan dolayı, Büyük Kurultay takvimi başladığı günden itibaren ilçelere de, illere de serbestiyet tanıdık. İlçe teşkilatlarımız delegelerini kendi hür iradeleriyle seçti. İl kongrelerine bu şekilde gidildi. Bizzat Genel Başkan’ın talimatıyla MHP Genel Merkezi hiçbir ilde kongreye müdahale etmedi, herhangi bir aday ilanında bulunmadı. Aday sayılarını sınırlamak gibi bir gayret içinde olmadı. İstanbul’da da aynısı yaşandı. Bunu, Balkan gezisi öncesi İstanbul’da bizzat Genel Başkanımız’ın ağzından ilan ettik. Sonra, bir kere daha ben ilan etttim. Daha yetmedi ilçe başkanlarımızın çoğunu aramak suretiyle “Serbestsiniz. Sizin vereceğiniz karara güveniyoruz. İtimat ediyoruz” dedim.”


Genel Başkan kimi işaret etse o seçilirdi
Yalçın’ın gözden kaçırılmamasını istediği bir husus var. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin İstanbul İl Kongresi’ne müdahale edilmemesi konusunda özel bir hassasiyet sergilediğini, bu konuda açık talimatı olduğunu anlatıyor:
“İstanbul kamuoyu bunu çok iyi biliyor ki, Sayın Genel Başkan bu kongrede birini işaret etseydi o kişi “tık” diye aradan çıkardı. Ama “Hayır” dedi, “Madem onlar bizim yol arkadaşlarımız, delegelerimize güvenmek durumundayız. Onların vereceği karara güvenmeliyiz.” Ve bu karar üzerine de adayının bulunmadığını ilan etti.
Aynı siyaseti ben de takip ettim. Kongreden iki gün önce İstanbul’a geldim. Bütün adaylarla, sadece adaylarla da değil isteyen herkesle görüştüm. Ve bu görüşmeleri de kapalı kapılar ardında değil kaldığım otelin bahçesinde çok aleni yaptım. Hangi arkadaşım gelirse, neyi ifade ederse, neyi talep ederse, ne hususta çözüm isterse, o süre içerisinde, varsa pürüzleri ve problemleri kaldırmaya gayret ettim. Kongre salonunda da bu tutumumu sürdürdüm. Adaylara eşit şartlar altında söz verdim. Saygısızlık ve hakaret olmadığı sürece kimseye müdahale etmedim.
Aday olan sonradan çekilen arkadaşımız İbrahim Cingi’ye müdahalem oldu ancak bence bu doğruydu. Ne olursa olsun, Abdurrahman Bey’i severim sevmem o ayrı bir mesele ama Divan Başkanı olarak partimizin il başkanı üzerinden siyaset geliştirilmesine izin veremezdim. Üstelik Sayın Cingi’nin konuşmasının içeriği kendince Genel Merkez’i korumaya dönüktü. Yine de üslubuyla ilgili uyarmak gerekliydi, uyardım.
Seçime geçmeden bütün adayları sahneye çağırıp birkaç cümle laf sarfettim. O birkaç cümlenin önemli olduğu kanaatindeyim. Onlara bütün adayları Genel Merkezin kabulü olarak gördüğümü ifade ettim. Herkesin huzurunda Genel Başkan, şahsım ve partim adına hepsini selamladım. Ve delegelere de “Buyrun adaylarınız. Takdiriniz her neyse, hangi tarafa rey beyan ediyorsanız, o Genel Merkezin adayıdır, il başkanıdır” diye ilan ettim. Hal böyleyken seçim sonrasında istedikleri aday seçilmedi diye ortalığı karıştırmak, “il delegelerinde şu kadar muhalif var” diye ortaya çıkmak abesle iştigaldir. Art niyetliliktir.”


Madem kazandınız, niye iptale çalışıyorsunuz
MHP Genel Başkan Yardımcısı’nın özellikle dikkat çektiği bir konu daha var. “Ben aynı davaya hizmet yarışına girmiş insanları birbirleri karşısında kazanmış veya kaybetmiş görmem. Ama iddia sahiplerinin ifadesiyle, tırnak içinde söylüyorum, madem ki üst kurul delegeliklerini büyük oranda “kazandınız”, madem ki o köşe yazarına yazdırdığınız gibi 100 küsur delege aldınız, o zaman neyi dert ediyorsunuz, kongrenin iptalini niye istiyorsunuz? Dediğiniz gibi bizim açımızdan bir “kaybedilmişlik” varsa, bizim iptalden yana olmamız gerekmez miydi? Demek ki hiçbir şey ileri sürdükleri gibi değil ve burada bir kara propaganda var!
Bakın ben üst kurul delegelerinin sayılarak tespit edilmesi talebini haklı buluyorum, meşru buluyorum. Bizim tüzüğümüzün gereği neyse o yapılmalı. Orada bir sıkıntı yok. Yok çünkü biz seçilen delegeleri ayırt etmiyoruz. “Listeyi deldi” dedikleri yani birden fazla listede olanlar da bizim arkadaşımız. Ben geçtiğimiz hafta yaptığım açıklamada da vurguladım, kim seçilirse seçilsin, farklı da düşünebilir, her delegeyi bir değer olarak kabul ettiğimizi ifade ettim. Biz Genel Merkez olarak kimseyi ayırmadık. Hepsi eşittir dedik. Değerdir dedik. Kıymetlidir dedik. Niye bölücülük yapıyorsun. Niye federasyonun konfederasyonun bölünmenin önündeki tek engel dediğimiz partimizi ayrıştırıyorsun? Bakın bu “bölücülüğü” biz yapmıyoruz. Biz “hepsi bizim” derken biri çıkıp “hayır sizden değiliz” derse bu bilerek-bilmeyerek Başkanlık Sistemi’ne adapte edilecek, HAS Parti gibi iliştirilmeye müsait bir MHP yapısı oluşturulmak isteniyor demektir. Yoksa biz taraf olmuyoruz, müdahale etmiyoruz, sonucu kabul ediyoruz, “Bu sonuç bizimdir” diyoruz, “Bizim hareketimizin namusudur, başımızın tacıdır” diyoruz. Daha ne yapmamız lazım yani!”


Kongre iptal edilirse ne yapacağımızı herkes görür
Yalçın YSK’ya itiraz konusunda çok kısa ve net konuşuyor:
“İl Seçim Kurulu üst kurulu delegelikleri konusunda taleplerini kabul ettiği için YSK’daki itiraz ancak kongrenin iptaline dönük olabilir. Onların ifadesiyle “kaybettiler”. Hakim kararı, iptal olursa biz elbette uyarız. Ha, yenilenen kongrede stratejimiz ne olur onu da herkes görür.”
Not: İstanbul Üst Kurul Delege listesindeki eksik 28 ismin bugün hakim kararına göre kurayla veya sıradan tespit edilmesi bekleniyor.




Kendine güvenen adaylığını açıklasın

Yalçın’ın geçtiğimiz hafta yaptığı sert açıklamadan sonra şöyle bir soru işareti oluştu:
- MHP, Devlet Bahçeli’nin karşısına Genel Başkan adayı olarak çıkacak kimselere ve onların destekçilerine “hanin” gözüyle mi bakıyor?
“Böyle bir şey yok” diyor Yalçın;
“Genel Merkezimiz’in ”Aday çıkmasın“ diye bir tavrı yok. Ben, daha önce de söylediğim gibi ”tarafım“. Ama bu şahsımı bağlar. Bakın İsmail Hakkı Küpçü Genel Başkan Adayı olarak aylardır dolanıyor. Herhangi bir teşkilat onu kapısından içeri almamazlık etti mi? İstesem aldırmam. Veya ”aday“ olarak ortaya çıkan diğerleri? Biz arkadaşlarımızın ”aday“ çıkmasına değil, bilerek veya bilmeyerek AKP’nin /cemaatin istediği bölünmüş, parçalanmış MHP modeline hizmet eder haldeki tutumlarına itiraz ediyoruz. Bakın son günlerdeki yazılanlara; parti içi hizmet yarışı olmaktan çıkarıyorlar konuyu. Yoksa kendisine güvenen çıksın ortaya. Hodri meydan. Kimsenin bir şey dediği yok. Genel Başkan ”Ben de yardım edeyim“ dedi aday olmayı düşünenlere. Daha ne yapacağız yani! 900’e yakın ilçe, 70 il kongresi yapıldı. Açık açık söylüyorum sadece Kütahya ve Çankırı’da, o da ”şahıslara“ dönük bir müdahalem oldu, kongreye yine karışmadık. Buradan uyarmak isterim. Bizim bu yapıcı tavrımıza rağmen köşe yazarlarına, ağızlarına geleni yazdırmak suretiyle bu süreci parti dışında farklı bir mecraya taşıma gayretinde bulunan zannettikleri gibi herhangi bir adayın yolunu açmıyor. MHP’ye zarar vermek çabasındakilerin ekmeğine yağ sürüyorlar...”



BASINDAN SEÇMELER


Arap baharında sırada hangi ülke var?

İsmi meşhur “Prag Baharı”ndan esinlenerek Arap Baharı konuldu ama Projenin asıl adı belli:
Büyük Ortadoğu Projesi...
Amaç görünürde, ‘Radikal İslam’la ya da Batılı egemenlere direnen diktatörlükler tarafından yönetilen Ortadoğu ülkelerine “demokrasi” götürmek.
Asıl amaç ise bu ülkeleri uluslararası sermayeye pazar yapmak, doğal zenginliklerini kontrol altına almak.
Projenin fikir babası ve uygulayıcısı ABD, İngiltere ve İspanya başta olmak üzere Batılı ülkeler. Tabii; bu arada hem Ortadoğulu kabul edilen hem de Batı’ya yakınlığıyla bilinen Türkiye’nin ağzına da bir parmak bal çalındı ve “Sen bu projenin eş başkanısın. Yeter ki bize yardım et” denildi.
Ve elbette; asıl amacı hayata geçirmek için; Ortadoğu ülkelerindeki baskılar, yoksulluk, açlık, işsizlik gibi kavramlar kullanıldı.
Örgütsüz muhalif güçler silahlandırılarak ciddi tehdit haline getirildi.
Operasyon; Muhammed Buazizi isimli bir muhalifin 18 Aralık 2010’da Tunus’ta kendisini yakmasıyla başladı.
Ülke bir anda kan gölüne döndü ve 23 yıldır yönetimde olan Zeynel Abidin Bin Ali görevini bırakmak zorunda kaldı.
Sonra bunu sırasıyla Cezayir’deki, Libya’daki, Ürdün’deki, Umman’daki, Fas’taki, Cibuti’deki, Bahreyn’deki, Irak’taki ve Mısır’daki küçük ya da büyük çaplı isyanlar izledi.
Irak’ta Nuri El Maliki siyaset dışına itildi.
Mısır’da Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek istifa etti.
Libya’da ise işler diğerlerindeki kadar kolay gitmedi. Batılı ülkeler Kaddafi güçleriyle sıcak savaşa girmek zorunda kaldı. Sonuçta bu ülkede de amaca ulaşıldı.
2012’nin gündeminde ise Suriye ve “Asla devrilmez” denilen Esad yönetimi vardı:
Görünen o ki; Esad yönetimi de en geç bir iki haftaya kadar yolcu!

***


Şimdi gelelim asıl soruya:
Suriye’de Esad yönetimi devrilince, sıra hangi ülkeye gelecek?
“Zalimliği” şu ana kadar uluslararası arenada gündeme getirilmeyen hangi yönetim, Batılı rejim ihracatçılarının hedef tahtasına oturtulacak?
Bu sorunun yanıtı çok önemli!
Karışmaya elverişli, halkının diktatör gördüğü en uygun ülkede olacak sıra.
Sahi; sizce neresi olabilir bu ülke?
Mustafa Mutlu / Vatan




GÜNÜN SORUSU

Irak bölündü. Sudan bölündü. Yemen zaten bölünmüştü, tekrar bölünüyor. Libya’nın nereden bölüneceği görüşülüyor. ABD ve İsrail, Esad’ın “kimyasal silahları var” gerekçesiyle can çekişen Suriye’ye girmeye hazırlanıyor. Etekleri zil çalan Irak ve Suriye Kürtleri, “Büyük Kürdistan” için toplantıda. Türkiye’nin sınır kapılarında bayrak dalgalandırıyor, TIR’ları yakıyorlar. AKP hükümeti nasılsa onlarla da el sıkışır, ticaret yapar, acısını çıkarır...
Bilmece bildirmece, harita üstünde kaydırmaca: Coğrafya büyük, rivayet muhtelif, acaba sıra kimde, sıra nerede?
Mine Kırıkkanat / Cumhuriyet

Yazarın Diğer Yazıları