Kim kârlı çıktı palavrası!
WikiLeaks operasyonu için, “Bu işte en kârlı çıkan İsrail” deniyor ve hüküm veriliyor:
“-Öyleyse sızdırmanın arkasında İsrail
vardır!”
Çok özür dilerim, şimdi önemli ve değerli bir şey söyleyeceğim ve bunun siyaset, köşe yazarları ve komplo üreticileri için bir “okuma kılavuzu” olarak kabul edilmesi teklif ve telkininde bulunacağım: Bu tür hadiselerde “Bu işten en kârlı kim çıkacak?” sorusuna cevap arayarak müsebbibi ilân etme düşüncesi çocukça bir düşüncedir. Çünkü “Kim kârlı çıkacak” sorusu bize bir cinayetteki “katil-maktul” ilişkisini akla getiriyor ve diyoruz ki: Profesyonelce tasarlanmış bir cinayette katil asla “ilk akla gelen” yani “cinayetten en kârlı çıkacak kişi” değildir. Aksine, cinayeti tasarlayarak işleyen kişi “en kârlı çıkacak kişinin en zararlı çıkması için” tetiği çekmiştir.
Bu mantıkla bakıldığında WikiLeaks’taki belgeler gerçekten “gazetecilik” değil de “sızdırılma” ise ve bunu her kim(ler) organize etti ise “sebep-sonuç” ilişkisinden hareket edilerek erinde geçinde “En kârlı kim çıktı?” sorusunun sorulacağını ve bu sorudan hareketle “sızdırana” ulaşılacağını da hesap etmiş olmalıdır. Bu belgeleri “sızdıran” İsrail ise eğer, MOSSAD burada bir “acemi katil” dir.
Niye acemidir?
Çünkü cinayet mahallinde parmak izi, izmarit, boş kovan gibi birden çok suç delili bırakmıştır. Balığın bile yüzdüğü suyun gerisinde 35 metre kadar “gövde izi” bıraktığı düşünülürse “kusursuz cinayet” elbette yoktur; amma bu kadar da “göze parmak” cinayeti doğrusu ben İsrail gibi bir seri katile asla yakıştıramadım.
Velhasıl, “En kârlı kim çıktı?” sorusuna cevap arayarak gerçek faile ulaşmak profesyonel işlerde hepimizi çok kolay yanıltabilir. Zira çoğu zaman “En kârlı kim çıktı?” sorusuna cevap verebilmek hiç de öyle kolay değildir. Bir rüşvet işinde “en kârlı” gözüken, rüşveti alandır. Çünkü taş atmamış, kolu yorulmamış, bir göz yumma ile köşeyi dönmüştür. Oysa rüşvet “bir” ise o “bir”i veren kişi en az “yüz” kazanacaktır. O zaman “en kârlı” rüşveti alan değil rüşveti verendir, öyle mi?
Acaba gerçekten öyle mi?!
Bu sorunun cevabı da asla “Evet” değil sadece “Bazen”dir. Çünkü öyle durumlar vardır ki “en kârlı” çıkan ne üç kuruş rüşvet alan ne üç kuruş rüşvet verip üç milyon cebine koyan olmayabilir. Her ikisini de kullanarak inşa edilecek bir askeri tesisin en hassas noktasına dinleme cihazı yerleştiren bir örgüt, bir ülke de olabilir, en kârlı çıkan. WikiLeaks operasyonuna “En kârlı kim çıktı” zaviyesinden bakarken bütün bu hususların göz önünde bulundurulması gerekmez mi?
Elbette gerekir ama ben şimdi çok daha başka bir şey söyleyeceğim ve diyeceğim ki, bu bahiste buraya kadar yazdıklarımızın hiçbir kıymeti yok. Hoppolaaa demeyin, çünkü gerçek bu. Niye mi? Efendim, “Bu işten en kârlı İsrail’in çıktığı” sadece bir “ön kabul”. Bunun böyle olduğunu AKP’lilerden başka söyleyen yok. Nereden belli bu işten en kârlı çıkanın İsrail olduğu?
Aksine, İsrail zor durumda kaldı, çünkü bu işten en zararlı çıkan ABD görünüyor. Eğer bu işin arkasında İsrail varsa, bu durumda İsrail, en büyük müttefikini, desteğini yitirirse tarih sahnesinden silineceğini bildiği ABD’yi zor durumda bırakmış olmuyor mu? İsrail böyle bir şeyi niye yapsın? AKP böyle dedi diye biz niye bu işten en kârlı çıkanın İsrail olduğunu söylüyoruz? AKP niye bu işin arkasında ısrarla İsrail’in olduğunu söylüyor yahut İsrail olmasını istiyor? Asıl cevap aramamız gereken soru bu.
Bunun bence iki ayağı var.
Bir: Bu işin arkasında İsrail varsa, bu iç politikada AKP’nin işine yarayabilir.
İki: Yine bu işin arkasında İsrail varsa, Türkiye Amerika’ya, “Bak, bu İsrail için Türkiye’ye haksızlık yapıyorsun ama bölgede senin gerçek dostun İsrail değil, Türkiye’dir” telkininde bulunuluyor. Nitekim hükümet yetkilileri açıktan özür yokken bile “Özür dilendi” diyor ve “Asla mesele yapmayacağız, üzülmeyiniz” diye Amerika’yı teselli ediyorlarsa, benim aklıma başka bir ihtimal gelmiyor.
Yarın çok daha ilginç şeyler söyleyeceğiz
inşallah.