Kılıçdaroğlu'na saldırının perde arkası vahim!..

Yolların kenarlarına öbek öbek taşlar yığılmış...

Geçiş güzergâhına varillerle bariyerler yapılmış...

Fedailere çatıdan sopalar dağıtılmış, pusuya yatırılmış...

Köye yabancı insanlar sokulmuş ve onların kamufle olması sağlamış...

Kışkırtıcılar kalabalığın içerisinde yerlerini almış, "İBDA işaretleriyle" taarruz emri vermiş...

Saldırgan grubun içerisinde belediye çalışanları da varmış...

400'den fazla asker ve polis olaya müdahale etmemiş!!!

Bu iğrenç operasyonda ilk yumruğu atmasına rağmen mahkemede salıverilen elebaşının elinin öpülmesi, başının okşanması, ona iltifatlar yağdırılması ve adeta kahraman gibi sunulması da cabası...

Senarist (!), yönetmen, başrol oyuncuları ile figüranların olduğu bir film sahnesi, bir plato değil (!) bu manzara...

Bir "linç" hazırlığının kuşatma ve taarruz sahneleri bunlar...

Hedefteki ise ana muhalefet partisinin lideri Kemal Kılıçdaroğlu...

Erdoğan'ın geçmiş olsun dileklerini iletmekten kaçındığı Kılıçdaroğlu'na yönelik bu saldırı, şehit cenazesinde öfkeli bir grubun sıradan bir tepkisi gibi tanımlandı...

Oysa CHP'nin olayla ilgili kurduğu araştırma grubunun raporu Ankara- Çubuk'ta, taşlı-sopalı tekbirli saldırının ardındaki mekanizmayı, hazırlığı ve kışkırtıcılığı deşifre ediyor...

Raporun sonuçları yalnızca Kılıçdaroğlu'na yönelik saldırının "organize" olduğunu kanıtlamıyor, aynı zamanda CHP lideri ile yanındaki milletvekillerinin mutlak bir "linç"ten kurtulduğunu da gözler önüne seriyor...

1959'da, İstanbul- Topkapı'da İsmet İnönü'ye yapılan saldırıda nasıl Demokrat Parti'nin baskıcı ortamı tetikleyici olduysa, AKP nin İstanbul seçimleri üzerinden kaos yaratmaya çalıştığı bir dönemde, CHP liderinin linç edilmeye çalışılması da rastlantı olmamalı...

60 yıl aradan sonra kışkırtıcılık ve saldırganlığın aynı rolde olması ne kadar da düşündürücü değil mi?..

Evet; devletin derinliklerinde siyasal torpille de beslenenlerin her zaman kaos taşeronu yapıldığı bir ülkede, Çubuk saldırısı ile ilgili söylenecek tek şey var; Geçmiş olsun Kemal Bey...

MİLLETE ZEHİR YEDİRİYORLAR!..

Piyasada bir şeyler azalmaya başlayınca arkasından karaborsacılık, stokçuluk ve vurgun çıkıyor...

Türkiye'de, son 4 ayda mutfaklardaki yangını büyüten piyasa kazıkçılığı rezaletinin bir sebebi de bu…

Bir de madalyonun diğer yüzü var; piyasada bir şeyler bollaşmaya ve ucuzlamaya başlayınca neler oluyor acaba?.. Yanıtı; "zehir!.." Yani haşere zehri, tarımsal ilaç...

Son günlerde piyasada bolca çilek var, fiyatı da bayağı düştü... Domateste ise fiyat dengesizliği devam ediyor...

Tam bu karmaşa yaşanırken gazetelere bir haber düştü: "Rusya, 60 ton çilek ve domatesi haşere zehri tespit edildiği için iade etti!!!"

Son 5 yılda sıklıkla medyaya yansıyor bu skandallar... Sadece geçen yıl, Rusya'nın 550 ton mandalinayı "meyve böceği" içerdiği iddiasıyla iade etmesini unutmadık...

Son 3 yılda, 3 bin tondan fazla sebze ve meyvenin Ukrayna- Rusya gibi ülkelerden Türkiye'ye iade edildiği ortaya çıkmıştı...

Peki, bu zehirli sebze ve meyveler ne oluyor acaba?.. Kimse sakın ola çöpe gidiyor, denize dökülüyor diye düşünmesin... Tam aksine, Türkiye'ye geri gönderilen sebze ve meyveler iç piyasada tüketiliyor...

Olayın bir başka yönü ise sadece Türkiye'den çıkanlar değil, Türkiye'ye getirilen sebze ve meyvedeki rezaleti de deşifre ediyor...

İşte patates ve soğanın karaborsacılar elinde pahalandığı bir ülkede, devletin Mısır ve Ukrayna gibi ülkelerden ithal ettiği ürünlerle ilgili dehşet verici fotoğraflar yansıyor sosyal medyaya...

Çünkü patates küflü, soğan çürük, aflatoksin içeriyor...

Düşünsenize; bir zamanlar "kendi kendine yeten 7 ülkeden biri" olmakla övünen Türkiye'de tarım yok edilirken, dışa bağımlılık ve ithalat- ihracat dengesizliğinde ortaya çıkan skandallar, yabancıların "zehirli" diye almadığı gıdaları Türk halkına yedirecek kadar ihanete ulaştı...

Bu tablo şu anlama da geliyor, Türkiye'de tarım yok edilirken sektörün bazı kesimlerinde üretimle ilgili bir "kontrol" de yok...

Ne yani; tarımsal araştırma enstitüleri ile tarım il müdürlükleri gibi kurumlar siyasal iktidarın tarımla ilgili boşvermişliğini görmezden mi geliyor?..

Kontrol olsaydı; Rusya-Ukrayna gibi ülkeler mandalinayı, çileği, domatesi ve diğer sebze ve meyveyi "zehirli" diye iade edebilir miydi acaba?..

CHP'Lİ BARUT'UN İSYANI...

Ülkede "Tarım Bakanlığı, Sağlık Bakanı var mı-yok mu" sorusunu ürkütücü biçimde ortaya çıkartan "zehir" rezaletine CHP Adana milletvekili Ayhan Barut tepki gösterdi...

TBMM'ye bir soru önergesi veren Barut, ihraç edilen tarımsal ürünlerin iadesinin engellenmesi için insan ve çevre sağlığı gözetilerek alternatif mücadele yöntemlerinin belirlenmesini istedi... Barut şunları söyledi;

"Tarımsal ürünlerin iadesinde siyasi nedenleri düşünmekle birlikte acilen Zirai İlaç Kullanım Talimatnamesi'nin yenilenmesi gerekiyor. Avrupa Birliği'nin (AB) zirai mücadelede yasak listesine koyduğu ilaçları hemen yasaklıyoruz ama onların kullandığı ilaçları kullanamıyoruz. Örneğin aynı iklim koşullarına sahip olduğumuz İspanya'nın kullandığı ilaçları kullanamıyoruz. Kullanmak istenildiğinde 'Bu ilaç faydalılara zararlı, bu ilacı bir araştıralım' gibi gerekçeler sunuluyor ama bir çözüm üretilmiyor. Olan çiftçiye ve ihracatçıya oluyor..."

Evet, sözün özü bellidir... Yabancıların "kimyasal var" diye iade ettiği ve artık geleneksel hale gelen "zehirli" sebze ve meyvenin iç piyasaya sürülmesine göz yumanlar halkımıza şunu da söylüyorlar; "Atın ölümü arpadan olsun..."

O halde ekmeğimizi, meyvemizi-sebzemizi zehirleyenlere ve bunları millete yedirenlere yazıklar olsun...

Yazarın Diğer Yazıları