Kıbrıs’ta anlaşma için boşuna ümitlenmeyin
Geçtiğimiz hafta Kıbrıs’a gelip KKTC ve Güney Kıbrıs’ta temaslarda bulunan ABD Dışişleri Bakanı’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Yardımcısı Victoria Nuland’ın ziyareti sonrasında taraflar ‘Ortak Metin’ konusunda uzlaşma sağladıklarını açıkladılar. Aylardır ortak metin konusunda uzlaşamayan tarafların ABD’li Nuland’ın gelişinin hemen ertesi günü uzlaştıklarını açıklamaları, emperyalist ABD’nin Kıbrıs sorununun çözümünde taraflar üzerinde güçlü bir baskı oluşturduğu izlenimini vermektedir. Ne var ki ortaya çıkan bu ani ‘bahar havası’ kimseyi boşuna ümitlendirmemeli, Kıbrıs sorununun yakın bir zamanda çözülebileceği gibi yanlış bir kanıya kapılınmasına neden olmamalıdır.
Ortak metnin detayları bu yazımın yazıldığı sırada her ne kadar da basına sızdırılmış ise de, liderlerin 1.5 yıl aradan sonra yapacakları buluşma sonrasındaki resmi açıklamayı bekleyerek ona göre yorum yapmak en doğrusu olacaktır. Ancak ‘Egemenlik’ konusunda tartışmaların süreceğini, ‘Güç ve Yönetim’ konusu ile en önemli anlaşmazlık konusu olmayı sürdüreceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Nuland’ın ziyareti sonrasında Rum tarafındaki açıklamalar, birçok siyasinin ‘Ortak Metin’le’ ilgili tepkisi, sorunun yakın zamanda, hatta hiçbir zaman çözülmesinin mümkün olmayacağını göstermektedir.
Rum tarafında yayımlanan Politis gazetesi, Rum Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis’le gerçekleştirilen bir söyleşiye geniş yer verdi ve Kasulidis’in son günlerde ortak açıklamaya ilişkin yaşanan gelişmelerde ABD’nin etkin rolü olduğunu “dolaylı ancak net biçimde kabul ettiğini” yazdı.
“Ortak açıklamanın Kıbrıs sorununun çözümü olmadığını, başlangıcın temelini teşkil ettiğini” vurgulayan Kasulidis, “müzakerelerin sonunda ne olacağını kimsenin bilemeyeceğini” ifade etti. “Eğer bugün karşımızda, Sayın Hristofyas’la anlaşma yapan Talat olsaydı ortak açıklamaya ihtiyaç olmayabilirdi” iddiasını yineleyen Kasulidis, Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun “3-4 ay müzakerelerin ardından referandumlara ulaşabilineceği” görüşünü ise “gerçekçi bulmadığını” belirtti.
Rum tarafındaki siyasi parti liderlerinin ‘Ortak Metin’ ile ilgili ilk açıklamaları da yeniden başlayan müzakerelerin bir anlaşma ile sonuçlanmasının ne kadar zor olduğunu göstermektedir.
Hükümet ortağı EDEK lideri ve Rum Meclis Başkanı Omiru yaptığı açıklamada: “Egemenlik, metindeki ifadenin aksine tek ve bölünmez olmalıdır, Kıbrıslı Rumlardan ve Kıbrıslı Türklerden kaynaklanmamalıdır.. Annan Planı’nda ’Kıbrıs’ın uluslar arasında tek bir sesle konuşup hareket edebilmesi için federal hükümet Anayasa’da belirlenen yetkilerini egemence kullanır’ve ’oluşturucu eyaletler eşit statüye sahiptir. Bunlar, Anayasal olarak Federal hükümete ait olmayan yetkilerini, Anayasa kuralları içerisinde egemence kullanırlar’maddesi vardı. Bu metinle Annan Planı hortlamıştır, çünkü egemenlik üç başlı olacaktır. Türk tarafına daimi talebi olan konfederatif çözümü ileri götürme olanağı tanınmıştır” demiştir.
Eski Rum lideri faşist Papadopulos’un oğlu DİKO Başkanı Nikolas Papadopulos ise görüşlerini şöyle sıralamıştır: “Bu ortak açıklama bizi kötü bir çözüme götürecektir. Metin, Kıbrıs Türk tarafına, devlet olma hakkı da dâhil, ayrı bir HALKIN bütün haklarına sahip olduklarını ileri sürme olanağı tanıyor. Üniter, uluslararası temsiliyet; Konfederasyonun da niteliği olan ’oluşturucu devletlere’tanınan statü ve verilen yetkilerle küçümseniyor.’
Metinde yer alan egemenlik ifadesi, üniter devletin tek egemenliği değil, dış egemenliktir. Egemenliğin iki varlıktan eşit olarak kaynaklandığı ifade ediliyor. Bizim taraf bu metinle bölünmeyi de kabul etti. Kıbrıslı Türkler bunu, ayrılıkçı talepleri için kullanabilecekler.”
Başkan Anastasiadis’in partisi DİSİ ve AKEL ortak açıklama konusunda destek beyan ederken sürecin çok zorlu geçeceğini ve Rum tarafındaki liderliğin müzakereler sonunda bir anlaşmanın sağlanması konusunda pek de istekli olamayacağını söyleyebiliriz. Zaten esas soru Rum tarafının anlaşma ile ne kazanacağıdır? Rum tarafının muhtemel bir anlaşma çerçevesinde kaybedecekleri kazanacaklarından azdır. Bu durumda Rum tarafı niye bir anlaşma istesin sorusunu da sormak lazımdır. Bütün dünya tarafından adanın tek meşru devleti olarak kabul gören, AB’ye tam üye yapılan ve ilan ettiği münhasır ekonomik bölgelerle adanın doğal kaynaklarını tek başına kullanmayı düşünen Rum tarafı neden bütün bu güç unsurlarından vazgeçsin? Başta emperyalist güçler ve uluslararası camia bugüne kadar Rum tarafına gaspettiği haklarımızın iadesi için her hangi bir baskı yaptı mı? Bundan sonra yapacak mı? Nuland’ın adaya gelişinin arkasında ABD’nin bölgedeki kendi çıkarları vardır; yoksa biz Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak/kollamak için adaya gelip giden yoktur.
Bu nedenlerle adada 1.5 yıl aradan sonra yeniden başlayan müzakerelerden herhangi bir sonuç alınması konusunda iyimser olunamayacağının altını çizmemde fayda vardır.