Kıbrıs senaryoları ve bitmeyen tango
Anlaşılan BM gözetimindeki bu “Kapsamlı görüşmeler” den de bir şey çıkmayacak. Esasen “kapsamlı görüşmeler” ifadesi de doğru değil. Çünkü görüşmelerde, Türk tarafının neyi ne kadar vereceği konuşuluyor, Rumlar sadece alıyor. Böyle olunca da açgözlü Rum; Güzelyurt, Maraş, Karpaz ve benzerleriyle doymuyor. 1960’daki ortak devleti 2 kanlı darbeyle yıkan, bunca katliamı yapan kendileri değilmiş gibi.
Eskiden “çözümden yana olmak” pek makbuldü. Şimdi değişti. Avantaj kaçan tarafa geçti. Rumları masaya oturtmak için Talat, ileride aleyhime olur mu demeden taviz üstüne taviz veriyor. Kurnaz Rum bunları cebine koyduktan sonra, Türkiye’nin antlaşmalardan doğan hak ve yetkilerini hedef alıyor. Biliyor ki bu olmadan Kıbrıs’a el koyamaz.
Bu antlaşmaları hatırlayalım:
1. “Kıbrıs Cumhuriyeti” ne vücut veren 1958-1959 Zürih-Londra Antlaşmaları,
2. Kıbrıs’ın anayasasını, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti altına alan; herhangi bir devletle birleşmesine ve bir birliğe katılmasına izin vermeyen Garantörlük Antlaşması,
3. Kıbrıs’ın güvenliği için, Türkiye ve Yunanistan’ın adada asker bulundurmasına imkân veren İttifak Antlaşması.
Rumların önündeki bir başka engel de, işin içinde İngilizlerin bulunması. İngiltere biliyor ki, bir çözüm olursa, kendine ait “Agratur” ve “Dikelya” üslerini koruması mümkün olmaz. Çünkü, 307 yıl Türk vatanı olan Kıbrıs’a 1914’te el koydu, ama 1. ve 2. Dünya Savaşı sonrasında Rumların başlattığı tedhiş hareketlerine dayanamadı ve toprağı saydığı adayı 46 yıl sonra terk etmek zorunda kaldı. İngiliz için Kıbrıs’ta “çözümsüzlük çözümdür” . İhtilaf hep devam etmelidir.
Türkiye sahip olduğu hak ve yetkilere sıkı sıkıya sarılırsa, KKTC’ye hiçbir şey olmaz. O halde rahat olmamız gerekmez mi? Evet, ama bizi rahatsız edecek başka gerçekler de var.
Kısaca sıralayalım:
1. Türkiye ve KKTC’nin, 24 Nisan 2004’te yapılan referandumda Annan Planı’na evet diyerek devletten ve egemenlikten vazgeçmesi,
2. AKP iktidarının 29 Temmuz 2005’te “Kıbrıs Ek Protokolü” nü imzalayarak, Rumları adanın meşru hükümeti olarak kabul etmesi,
3. AKP iktidarının KKTC’nin tanınmasına şiddetle karşı çıkması,
4. Ankara’nın bu kabullerini candan benimseyen Mehmet Ali Talat’ın KKTC Cumhurbaşkanı olması, görüşmelerin daha başında Türkleri azınlık durumuna düşürecek, “Tek temsiliyet-tek kimlik-tek vatandaşlık” gibi şartları kabul etmesi,
5. Kapsamlı görüşmelerden, Rum-Yunan, ABD-AB, AKP ve Cumhurbaşkanı Gül’ün aşırı memnun olması gibi.
Mehmet Ali Talat, bu gerçeklere dayanarak ve ortamı dış güçlerle hazırlayarak, “Biz 45 yıllık ihtilafı çözdük, Rumlarla anlaştık. AB’ye de girerek barış ve refaha ulaşacağız. Türkiye bize destek olmalı” derse ne olacak?
AKP iktidarı da Türk milletine dönüp, “Ne yapalım, çok uğraştık bu kadar oldu. Aslında kaybedilen fazla bir şey de yok. Kıbrıs Türkleri anlaşınca bize söyleyecek söz de kalmıyor. Zaten ABD ve AB de devamlı baskı yapıyor. Hayırlı olsun” derse ne olacak? Bu senaryo gerçekleşirse, endişe edilmesi gerekmez mi?
Burda soralım; AKP iktidarı böyle bir senaryoda rol alır mı? Konuşmalara bakarsanız hayır, icraata bakarsanız evet. Talat da böyle değil mi? Böyle bir durumu Türk milleti ve devleti asla kabul etmez. Her şeyden önce Talat veya bir başkasının yetkisi sınırlıdır, Kıbrıs’ı Rum’a teslim etmeye yetmez. Kimse yanlış hesap yapmasın. Yukarıda zikredilen antlaşmalara ve Kıbrıs’ın gelinen noktadaki gerçeklerine göre, Türklerin kimliğiyle, egemenliğiyle, vatan toprağıyla hür olarak yaşaması ve Türkiye’nin güvenliğinin korunması yetkisi ve vebali Türkiye’ye aittir.
Sonuç:
Bir de şu hikâye var. Artık herkes bıktı. Anlaşma olsa da, olmasa da bu iş burada biter, “döfakto” durum devam eder. Keşke, ama bu görüş doğru değil. Çünkü devletler siyasi hedeflerinden vazgeçmezler. Bıkan, pes eden kaybeder. Bir mevzi düştü mü, sıra ikincisine gelir. Küçücük Yunanistan Girit’i, koca Osmanlı’dan 93 senede aldı, arkası devam etti.
BM zemini bitince, devreye AB girer. Aralık 2009 İlerleme Raporu’yla Türkiye’nin taahhüdüne uyup uymadığına karar verilecekmiş. Verici olduğunuz sürece bu tango bitmez. Dirençli ve kararlı olduğumuzu dost-düşman herkes görürse, KKTC gerçekten kurtulur. Hepsi bu kadar.
Değerli okuyucularımın, Ramazan Bayramı’nı kutlar, selam ve saygılarımı sunarım.