Keşke bu sohbet de yalanlansaydı...

Ertuğrul Özkök, Aziz Yıldırım tecrübesinden sonra dünkü yazısının daha başında üç kere “Savcı Berk ’yazabilirsin’dedi” vurgusu yaptığına göre, bunu bir tür “yalanlanmama” garantisi sayabilir ve aktardığı ifadelerin “Şike savcısı” olarak tanınan Mehmet Berk’e ait olduğunu kabul edebiliriz.
Ki keşke öyle olmasaydı...
Keşke Berk çıkıp da “Ben bir hukukçu olarak, hiç bunları söylemiş olabilir miyim” diye itirazda bulunsaydı.

***


Mehmet Berk, Özkök’ün tasvirine bakılırsa bir “duygusal patlama” anında yaptığı konuşmada “Bu dava bana Zekeriya Öz’den geldi. Zekeriya Bey Galatasaraylıydı. Fenerbahçe ile ilgili bir davanın kendisinde olmasının yanlış olacağını söyledi...” demiş!
Berk, Öz’ün davranışını “erdem” sayarak hatırlatma ihtiyacı duyduysa, böyle bir bakış açısına sahipse, yanmış gülüm keten helva!
Ölçü buysa; Galatasaraylı bir savcı Fenerbahçe/Fenerbahçeliler hakkında iddianame hazırlayamazsa;
AKP’li bir savcı da CHP’li kişi ve kurumlar hakkında hazırlayamaz bu durumda! Aynı şekilde CHP’li savcılar da AKP’liler hakkındaki dosyaları AKP’lilere devretmeli!
Sünni savcılar Aleviler hakkında, Alevi savcılar Sünniler hakkında soruşturma başlatmamalı!
Karınca dahi öldürmeyen ultra hayvansever bir savcı bir “avcı” hakkında işlem yaparken “husumet”e kapılabilir o vakit pekala!
Düşünsenize yıllarca koca şiddetinden mağdur olmuş bir bayan savcının bu tip bir iddiayı soruşturduğunu; adam “iftira” ya uğramışsa dahi kafadan belli demek ki iddianamesi!
Cüppeli Ahmet Hoca mesela ateist bir savcıya denk gelse zinhar kurtulamayacak öyle mi!
Berk’in gururla açıkladığı bu vahim durum kapsamında sormak şart olmadı mı:
Savcı Öz’ün mesela Ümraniye İddianamesi’yle suçladığı sanıklardan Fenerbahçeli olanlara yahut Galatasaraylı olmayanlara önyargısız yaklaşıp yaklaşmadığını nereden bileceğiz?
Madem “taraftarlık duyguları” yla ilgili çekinceleri dosya bıraktırıyor bir özel yetkili savcıya, o zaman “cemaat hukuku” uygulansın; herkes kendi mahallesinin kadısı olsun!
Böyle şey olur mu!
Devam ediyor Berk:
“Bu dava hayatımızı allak bullak etti. Ben Balyoz davasında da çalıştım. Şike davasını açtığımız zaman, bunun da Balyoz gibi 3-4 ay konuşulup biteceğini sandık. Ama yanılmışız. Bunun böyle bir noktaya geleceğini hiç tahmin etmedik.”
Kamuoyu unutmuş olsa, sizin için de mesele olmayacak yani, insanların cezaya dönüşmüş tutukluluk süreleri yüzünden ömür çürütmesi!
Tuncay Özkan’ın tek suçu “unutulmak” yani’!
Keza 1. Ümraniye Davası tutuklularının bırakın mağduriyetlerini adları, sanları bile unutuldu. Yani savcıları rahat, huzur içinde uyuyabilir, bu mu?
Motivasyonu “toplumun balık hafızası” olan bir hukuk sistemi; ne umut verici...
Herkes 3-4 ay konuşsa ne olur, sorun Özkan’ın kızına, sorun Engin Alan’ın karısına bir gece “unutarak” uyumuşlar mı, uyuyabilmişler mi?
Çoğunluğun tiranlığını tesis için midir hukuk; unutkan çoğunluğun canı yanmıyorsa ne gam!
Mehmet Berk keşke çıksa da bu sözleri yalanlasa... En azından “duygusal bir anımdı maksadını aştı” filan diye toparlasa... Adaletin tecellisini bekleyenler de daha fazla umutsuzluğa kapılmasa...




Ruhban okulunun açılması talebine destek vererek “Kendi dininden emin olan, başkasının inancını yaşamasından çekinmez” diyen Hüseyin Çelik’e sormalı:
Mensubu olduğunuz iktidar kendisi gibi düşünmeyenlerin konuşmasından, yazmasından, çizmesinden, yürümesinden yani inandıkları değerler doğrultusunda yaşamasından, kendilerini inançları doğrultusunda ifade etmesinden çekindiğine, onları “tehdit” olarak görüp sindirmeye çalıştığına göre, bu kendinizden, yöntemlerinizden, gücünüzden ve bekaanızdan emin olmadığınız anlamına mı geliyor




“Sivil şehit”

Bence ne siyasi ne de hukuki, tamamen dini bir konu ama madem ille de yapacağız diyorlar, iktidardakiler TOKİ’nin inşa ettiği binalarda can veren o masum insanları “sivil şehit” ilan etsinler; “görev şehidi”! Nihayetinde tek suçları “vatandaşlık görevi” gereği “AKP devleti”nin uygulamalarına riayet etmek, “AKP devleti”nin kendilerine uygun gördüğü yerde/biçimde ikamet etmek değil miydi?



BASINDAN SEÇMELER


O fotoğraf çıldırttı
İslam protestanlığı istiyorlar

Yüzde bir şüphem vardı ama artık o da zâil oldu ve bu kişilerin Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkmak istedikleri konusunda hiçbir tereddüdüm kalmadı.

Bunlar fıkhı ve fıkıh mezheplerini yıkmak istiyor.
Bunlar Müslümanları müctehid imamların yolundan çıkarıp Farmasonların yoluna sokmak istiyor.
Bunlar, İslam’ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu inancını yıkmak istiyor.
Bunlar Resûlullah’ın (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini ve Sünnetini AB ve Feminizm standart ve normlarına göre ayıklamak istiyor.
(...)
Bunlar Ümmet içinde dinî konularda kaos ve anarşi çıkartmak istiyor.
Bunlar tek bir İmam’a bağlı, itaatli ve biatli bir Ümmet istemiyor; birbirinden kopuk bin parçaya, hizbe, fırkaya, sekte, cemaate ayrılmış bir İslam Protestanlığı istiyor.
(...)
Bunlar, açık düşman deccalların ve kezzabların yapamadığını dine hizmet perdesi ardında yapmak istiyor.
(...)
Bunlar gizlice ve sinsice kadrolaşıyor.
Bu kişilerin arasında meşreb ve görüş farklılıkları vardır ama hepsi de Ehl-i Sünneti yıkmak konusunda birleşmiştir.
Onlar dinde reform istiyor.
Onlar dinde yenilik istiyor.
Onlar dinde değişim istiyor.
Onlar AB’nin, ABD’nin, Siyonizmin, Haçlıların, Evangelistlerin, Masonların, medeniyet-i fâcire-i garbiyenin razı olacağı ılımlı/light bir İslam türetmek istiyor.
Onlar gerektiğinde bol bol taqiyye ve kitman yapıyor.
Ey Ehl-i Sünnet Müslümanları!.. Uyanık olmazsanız yer ayaklarınızın altından göçecek, gök başınıza çökecektir.
Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete




“Üniterci”ymiş meğer
PKK’cıların bölünmez bütünlüğünü koruyacağıma...

Bir şeyden kesinlikle kaçınılmalıdır: Kürtleri bölmeye çalışmaktan, ‘Kötü Kürt-İyi Kürt’ ayrımı yapmaktan. BDP’yi PKK’nın karşısına dikmeye çalışmanın bir yararı yok. BDP’nin iradesini Kandil’e tabi kıldığını, siyasi inisiyatif alamadığını tekrarlamanın varabileceği bir yer yok.
(...)
Aynı şekilde, Leyla Zana’yı BDP-PKK siyasi hattından ayırarak ona muamele etmenin ne ona ne de ‘süreç’e hiçbir faydası yok. Leyla Zana’yı ‘siyasi konumu’ndan ayırıp ‘sıradan’ bir ‘birey’ haline dönüştürürseniz BDP ve PKK’ya karşı bir propaganda kozu oluşturmuş olabilirsiniz ama çözüm doğrultusunda yol alamadığınız gibi onu da ‘harcamış’ olursunuz.
(...)
Önce şunu kabul etmek gerekiyor: Türkiye’nin iktidara yakın kalemleri ve ‘kanaat önderleri’, Kürt siyasi hareketinin yapısını iyi tanımıyorlar. Güvenlik birimlerinden aldıkları bilgilerle, ‘psikolojik savaş’ta, ister istemez, rol üstleniyorlar. Yola böyle çıkılırsa çözüme doğru yol almak kolay olmaz.
Geçen yıl kamuoyuna sunulan ‘Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması’ başlıklı TESEV Raporu’nun şu satırları bugün de geçerlidir:
“Abdullah Öcalan ile PKK’nın ‘şahin kanadı’ içinde sıralanan isimler arasında ideolojik arka plan ve temel siyasi yaklaşımlar bakımından fark bulunmamaktadır... Dolayısıyla ‘dağdan iniş’ ve ‘PKK’nın silah bırakması’ doğrultusundaki çözüm girişimlerinde Abdullah Öcalan ile ‘PKK’nın şahinleri’ arasındaki farklılıkları öne almanın isabetli olmadığı da anlaşılmalıdır...”
Cengiz Çandar / Radikal




Mert deresi ile namert oy avcısı

Samsun’da 143 yıl önce büyük bir yangın olmuştu. 1869’da Mert Deresi, evlerin, mahallelerin yanışını acıyla seyretmiş, yangından sonra Samsun’a gelen “şehir planlamacılarının” nasıl kılı kırk yararak ve derelerin yatağına dikkat vererek kenti yeniden yaptıklarını hatırlıyor.
Samsun bol yağmur alır.
Mert Deresi hep taşar.
143 yıl önce de taşardı.
Samsun’u yeniden planlayanlar, Mert Deresi’nin yatağına saygı gösterdiler. Onun hakkından çalmayı hiç düşünmediler. Şehri öyle bir kurdular ki, zaman zaman “1 aylık yağışın 1 günde yağdığı” da oldu. Fakat bu şiddetli yağışlardan sonra ne köprüler yıkıldı, ne konutların ilk katlarını su bastı, ne çocuklar boğuldu, ne anneler boğulan çocuklarının ardından feryatlara kaldı... Şiddetli yağmurdan sonra sular, 5 dakika içinde Samsun’da 1 damla birikinti bile kalamamacasına akıp yatağını buldu, Karadeniz ile kucaklaştı.

***


Mert Deresi, o günleri de biliyor. Bu günleri de görüyor.
Bu yüzden “Namertler” diyor.
Kim ki, “bilme kulağını tıkar, arkasını döner” ve şehir rantlarıya yandaş zengin etmeye ve yoksul halktan oy kapmak için de “dere yatağına yapılmış gecekonduları dönüşüm projesi adı altında yine dere yatağında 10 katlı-15 katlı apartmanlara dönüştürüyorsa” Mert Deresi’nin gözünde onlar namerttir.
Bilim 30 yıldır uyarıyor.
1990’larda uyardı:
İklim değişecek dedi.
2000’lerde uyardı:
İklim değişiyor dedi.
2010’larda uyardı:
İklim değişti dedi.
Bilim adamlarının söylediklerini dinlemeyip, “sanki iklim rejiminde hiçbir değişiklik olmamış” gibi davranıp, “dere yatağında tek katlı gece kondu evleri yıkıp, aynı dere yatağında 12 katlı ve her katta 4 daire gündüz kondu TOKİ apartmanları” yaparak oy toplama peşine düşütüler.

***


Mert Deresi, buna ne desin.
Ne ad koysun!
“Yıldız gibi parlayan Proje yaptık” diye propaganda yaptılar. Pencereleri tavandan başlatıp katın bittiği noktaya kadar uzatarak ve önüne 30 santim demir ferforje korkuluklar koyup “Fransız Balkonlu” evler yaptık diye fiyaka attılar.
Drenajlar tamamlanmadı.
Dolgular yapılmadı.
Dere suyunun akışı engellendi. Taşkın koruma alanı, nerde başlar, nerde biter, bakılmadı. Dikilen gündüz kondu TOKİ apartmanların DSİ’nin belirlediği “koruma alanı dışında kalmasına” hiç önem verilmedi.
Burası Karadeniz.
Burada debiler çıldırır.
Suyun akışı delirir.
Toprak, taş, moloz, ağaç.
Kütük, hayvan, insan.
Ne bulursa önüne katar.
Gelir köprüleri tıkar.
Kükrer, bendini aşar.
Bunu hiç hesaplamadılar.

***


Mert Deresi’nin kulağı var.
Duyuyor.
Mert deresi, “Namert kelimesinin” son yıllarda çok kullanıldığına da tanık oluyor. Vicdansız şehir kurucular, beğenmedikleri, düşünceleri dile getiren, hoşlanmadıkları yazıları yazan, işlerine gelmeyen haberleri yayınlayanlara “Namert” damgası vuruyorlar. Namert sözcüğünü içinde gizli “hain” anlamı da taşıyacak şekilde kullanıyorlar.
Mert Deresi ne desin?
Yatağına 12 kat kondurdular.
Konduranlara ne ad versin?
Necati Doğru / Sözcü




Stratejik Derinlik

Dışardan...
Büyükelçi yapıldı.
Dışardan...
Dışişleri bakanı yapıldı.

*


Hariciyeci’dir yani.
Hep hariç’ten geldi.

*


İç politikayı “hiç” politikaya çeviren AKP’nin “düş politika” mimarı oldu.

*


Bi kitap yazdı:
“Stratejik Derinlik... ”
Kullanım kılavuzu gibi.

*


Komşularla sıfır sorun dedi.
İyi kötü selam veriyorlardı.
Sıfır komşumuz kaldı.

*


“Kara” ve “deniz” havzalarıyla...
“Hava” sahası ilişkilerimizin nasıl olması gerektiğini izah etti kitabında.

*


“Kara” da çuval geçirdiler.
“Deniz” de gemimizi bastılar.
“Hava” da uçağımızı vurdular.

*


Geriye “derinlik” kalmıştı...

*


El âlem düşürdü.
El âlem çıkardı.
Boyumuzun ölçüsünü olmasa bile...
Taaa nerelerde boy verdiğimizi göstermiş olduk cümle âleme.
1260 metre.
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Acıyı paylaşayım derken
sebep olanları unutmayın

Kimi olaylarda sorumluları aramakla ulusal bir felakette birlik olmayı birbirine karıştırmamak gerekli.
Uçağımızın kasıtlı amaçla düşürülmesinde iktidar ile ana muhalefet aynı görüşü paylaşıyor.
Ama sorunlarda, örneğin uçak olayında olduğu gibi, kimi gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamak için; gereken soruları hükümete yöneltmekte geç kalmamalı ana muhalefet.
Geç kalmamalı... Ama?
Cüneyt Arcayürek / Cumhuriyet




Beşar Esad, “Tayyip Erdoğan ABD’nin taşeronu gibiydi” demiş.
Biz ona “taşeron” değil, kibarca “Stratejik ortak” diyoruz ekselans!
Fahrettin Fidan / Milliyet (Açık Pencere)

Yazarın Diğer Yazıları