Keşke Başbakan Tayyip Erdoğan Sarkozy'e benzese!
Bizdeki siyasetçiler bütün iyi şeyleri kendilerinin bütün kötü şeyleri de muhalif, muarız ve dış güçlerin yaptıklarına neredeyse imân etmişlerdir. Karda leke vardır, bizimkilerde yoktur.
Baraj inşaatında fahiş hatalar sonucu baraj kapağı patlıyor, göz göre insanlar ölüyor, ilgili Bakan, “Bizim denetleme yetkimiz yok, bizi suçlamak kolaya kaçmaktır” diyebiliyor. İyi de kardeşim “Hakediş” diye bir mekanizma var. Bu inşaatı yapanlara hiç mi ödeme yapmadınız? Yaptınızsa, “Hakediş” evraklarını inşaat sahasında değil de, masa başında mı doldurdunuz? Benzer bir hadise bir Avrupa ülkesinde olsa şimdiye kadar ilgili kurumun en tepesindeki çoktan istifayı basmıştı. Japonya’da olsa belki de harakiri yapmıştı. Hem
Bizimkiler Hz,Ömer(r.a.)’den, “Dicle kenarında bir koyunu kurt kapsa Allah(c.c.) Ömer’den bu koyunun hesabını sorar” nutukları atarlar, hem başa bir iş geldi mi, koyun sürüsüyle gitse, insanlar ellişer-yüzer ölse bile ya suçu başkasına yükler, “Kader”e sığınıverirler. Evet, olan elbette “Kader”dir amma, o yönü, ahrette Allah’a aittir. Sorumluluktan kaçmak için “Kader”e sığınmak Allah’a akıl öğretmeye cürettir. Oh ne âlâ, bütün suçları işle, bütün etleri dişle, sonra da, “Ne yapayım, kader” de...
İbret alınacak hadiseler
Son günlerde Fransa ve Almanya’da bir yönüyle Türkiye’de yaşayanların üzerinde çok düşünmesi gereken ibretlik hadiseler yaşandı. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy seçim kampanyası için gittiği Bask bölgesinde muhalif bir gurubun ortasına düştü. İtildi, kakıldı, yumurta yağmuruna tutuldu. Fransa Cumhurbaşkanı canını bir bara sığınarak kurtarabildi. Televizyonlarda görmüşsünüzdür, gerçekten zor bir durumdaydı Sarkozy.
Şimdi düşünün benzer bir durum Türkiye’de meselâ Erdoğan’ın başına gelse, protestocuların hali nice olurdu? Kollar bükülür, insanlar yerlere yatırılır, dayağın envai çeşidi atılır, protestocuların gözleri biber gazından kan çanağına döner, yerlerde sürüklenirlerdi. Yeter miydi? Yetmezdi. Çünkü bir de yumurta atma işi vardı. Yumurta atanlar kamera ile bir bir tespit edilir, mahkemeye verilir, yumurta başına bilmem kaç yıl hapis istenerek her protestocu sanki birkaç cinayet işlemiş gibi iddialarla kendilerini hâkim karşısında bulurlardı. Ama Fransa’da bunların hiç biri olmadı.
Gelelim Almanya’ya...
İki gün önce, istifa eden Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un evi mahkeme kararı ile arandı. Bilgisayarların sabit disklerine el konuldu. Hannover Savcılığı eski Cumhurbaşkanını ne ile suçluyor, biliyor musunuz?
“Avantajlı tatil sağlamak!” la...
Peki, Türkiye’deki devlet büyükleri tatillerini eş-dost, tanıdık işadamlarının otellerinde kimin kesesinden yapıyor, biliyor musunuz? Tabii ki biliyorsunuz... Maaile gidilen ve günlerce süren bu tatiller devlet kesesinden, işçinin, emeklinin ödediği katma değerlerle biriken devlet hazinesinden ödeniyor. Hukuki kılıfa uydurmak için de tatil süresinde günlerden bir gün, tatil yapılan ilin valiliğine gidiliyor, ilin sorunları hakkında bilgi alınıyor. Böylece o gezi o ilin sorunları için yapılmış oluyor, para da devletin kesesinden çıkıyor.
Hz. Ömer niçin öyle demişti...
Ne diyelim? Hani Hz. Ömer, “Dicle kenarında bir koyunu kurt kapsa Allah onu Ömer’den sorar” diyor ve bizimkiler de işlerine geldiğinde Hz. Ömer(r.a.)’in bu sözünü nakledip duruyorlar ya... Onlar galiba Hz. Ömer(r.a.)’in bu sözü dostları ile sohbet ederken yahut minberde nutuk atarken söylediğini sanıyorlar. Öyle değil. Zekât malları toplanmış, o mallar içersinden bir deve çekip gitmiş, kaybolmuştur. Ömer(r.a) hemen omzuna bir yular atıp deveyi aramaya çıkar. “ Ne yapıyorsun ya Ömer, deveyi aramak Halifeye mi düştü?” diye itiraz ettiklerinde, o meşhur sözü, ahrette hesabın kendisinden sorulacağını hatırlatmak için söyler...
Bizimkiler devletin develerini kendi elleri ile kendi ahırlarından yana ürkütüp bir de Ömer’i örnek göstermiyorlar mı, insanın diyecek bir şeyi kalmıyor...