Kesilen bir bacağın düşündürdükleri
Geçtiğimiz Ramazan bir odadan diğerine geçemeyecek kadar rahatsızdık. Bir öncekinde ise hastanede idik; anjiyo ve stend operasyonu vardı.Bu Ramazan ve Bayram’da ise bir hemşerimizin derdi ile dertlendik.
Bizim köy, altı mahalleden oluşur.
Evimizin bulunduğu Dere mahallesi beş hanedir. Son kandil gecesi o beş haneden birinde oturan komşumuz Ankara Hastanesi’nde diyaliz makinesinde ağrılar içerisinde can vermişti; yaşı benden küçüktü. Ramazanın son günlerinde ise yine o beş haneden birinin sakini kardeşimize bir otomobil çarptı, bacağı kırıldı.
Aynı bacak, aynı yerden daha önce de üç defa kırıldığı için dördüncü kırılma, dizden kesilme operasyonu ile neticelendi.
Bu kardeşimiz 35’li yaşlarında. Ramazan Bayramına bir bacağından mahrum olarak girdi, halen hastanede.
Hemşehriyiz, komşuyuz; üstelik onların Ankara’da öyle fazla tanıdıkları da yok. Denize düşen yılana sarılır misali kalbimizin ancak altıda birinin çalışarak bizi ayakta tutmaya çalıştığını bildikleri için de, “son çare olarak” bizi arıyorlar.
Ne yapalım, elimizden geldiğince kanayan yaraya merhem olmaya çalışıyoruz. 50-60 adımda bir dinlenerek de olsa elimizden geleni severek ve isteyerek yapmak için çırpınıyoruz.
Başardığımız oluyor başaramadığımız oluyor.
Başımıza gelenlere şükrediyor, Rabbimizden sabır ve afiyet niyaz ediyoruz.
Rabbim bütün dertlilere derman ihsan eylesin.
Hastalık tamam da...
Şu terör ve trafik biraz daha can acıtıyor.
Hele trafik, terörden beter.
Daha bu arife günü 33 kişi trafik kazalarında can verdi 66 kişi yaralandı. Ölüsü yaralısı ile daha bayrama bir adım kala en az 99 evde gözyaşı var.
“Niye” demiyorum, oluyor işte.
Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Daire Başkanlığı’nın 2008 yılı Trafik Faaliyet Raporu’ndan öğreniyoruz ki her yıl trafik kazalarında ortalama 10 bin kişi hayatını kaybediyor.
Bu sayı orta ölçekli bir ilçe nüfusu demek.
Ülkemizde çeşitli sebeplerden her yıl ortalama 200 bin kişi ölüyor, bunun en az 10 bini trafik kazalarının sebep olduğu ölümler.
Dedik ya, trafik terörden beter.
Terörde ilk kurşunun sıkıldığı 1984’ten bu yana hayatını kaybedenlerin sayısı 40 bin civarlarında iken trafik teröründe son 28 yılda hayatını kaybedenlerin sayısı 50 binden fazla.
Yaralananların sayısı ise bir milyonun üzerinde.
Bir kaza olduğunda raporlar şu kadar ölü şu kadar yaralı şeklinde tanzim ediliyor.
Yaralı o bir milyon kişinin kaçının, hastanelerde hayatını kaybettiğini bilmiyoruz. İçerisine kaza sonucu yaralananlardan ölenlerin de dâhil edildiği sağlıklı bir istatistik trafik terörünün PKK terörünün sebep olduğu can kaybını en az beşe, altıya katladığını ortaya koyacaktır.
Buradan güncel bir konuya “Açılıma” da geçebiliriz. “Açılımı” kan ve ölümler dursun diye yapıyoruz diyenler, trafik terörünün PKK terörünü en az beşe altıya katladığını bilmiyorlar mı; biliyorlarsa bu kanı durdurmak için niye bir “açılım” düşünmüyorlar? PKK kurşunlarının sebep olduğu ölümleri istismar ederek siyasi rant sağlamak ne kadar gayri ahlaki ise...
PKK terörünün sebep olduğu ölümleri, “Şu kadar senede şu kadar kişi terör yüzünden kara toprağa girdi” diyerek,“Son terörist bitene kadar terörle mücadeleye devam” diyen Türk Güvenlik Güçlerine, “Son teröriste milyonlarca aday var” diye meydan okuyanların isteklerine boyun eğmeyi “çözüm” diye pazarlamak da, işte o kadar ahlakidir herhalde..
Velhasıl bir sorunun çözümü, o sorunun sebep olduğu ölü, yaralı ve ekonomik kayıp istatistikleri üzerinden üretilen yılgınlık ve yorgunluk psikolojisiyle olsaydı, önceliğin trafik terörüne verilmesi gerekirdi; çünkü trafikteki can ve mal kaybı ve yaralanmalar PKK’nın sebep olduğu can ve mal kaybı ve yaralanmaları 5’e, 6’ya katlamaktadır.
Her sorunun pek çok boyutu vardır.
PKK terörünün en büyük ve en derin boyutu ise dış dinamiklerdir. Dış dinamikleri gözden kaçırarak meseleyi akan kan ve şehit sayısından edebiyat üreterek masaya taşımak tam da dış dinamiklerin ve terör örgütünün istediği şeydir..
İşte o zaman insana, “İyi de, trafik kazalarında ölenlerin sayısı PKK kurşunlarıyla ölenlerin sayısını beşe, altıya katlıyor; trafikte de ocaklar sönüyor, analar ağlıyor!” demezler mi ve sormazlar mı adama:
“Dilinin altındaki asıl bakla ne” diye...