Kesici'’den bana ne?
Bir ay önce Bülent Esinoğlu’nun bir mesajı ulaşmıştı bize, sizlerle paylaşmak bugün nasip oldu.
30 Ağustos Zafer Bayramı etkinliklerinin Atatürk Kültür Merkezinden naklen yayınını izliyorum. Gururlanıyorum, bizi biz yapan mitlere vurgu yapılmasından duyduğum iç hazzını yaşıyorum. Tam bu sırada, Hava Kuvvetleri Merasim Taburu Bando ekibinin bandosu üzerinde yazan şu ibareye gözüm takılıyor.
“Turkish Air Force Band” Yani “Türk Hava Kuvvetleri Bandosu”. Bildiğimiz bizim davulun üzerine bu yazılmış.
30 Ağustos Zafer Bayramındayız, Türkiye’deyiz, Ankara’dayız, Türk insanının karşısındayız. Arkasından Mehter Takımı geçiyor. Onun davuluna TRT zum yapmıyor. Ama özellikle “Turkish Air Force Band” ifadesine zum yapıyor.
Amerikan kültürünün ta hücrelerimize kadar nasıl işlediğini ve benliğimizi nasıl kemirdiğini ifade etmeye çalışıyorum. Milli Bayramımızın ciğerine oturmuş Amerika’yı görüyorum. Bir taraftan yerli yapım silahlar ile övünmeye çalışırken Amerikan malı davulu görüyoruz. Biz biliyoruz ki, ordumuz Türk ulusuna yürekten bağlı canımız ciğerimizdir.
Şimdi çok acı ama gerçek bir şeyi ifade etmek istiyorum.
İlker Başbuğ, görevi Işık Koşaner’e devir ederken ağladı.
Aslında bu ağlama, çaresizlikten doğan sinir bozukluğunun ifadesi idi.
Bizim Genelkurmay Başkanımızı ağlatan asıl sebep; Hava Kuvvetleri Davulu üzerinde yazılı olan Turkish Air Force ibaresidir. Benliğinin içine NATO’yu bu kadar dâhil edersen, davulun üzerine Türkçe değil, Amerikanca yazarsan, devir teslim törenlerinde sana ağlamak kalır!
İşte Türkiye’nin maruz kaldığı “travmanın” özü, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda Hava Kuvvetleri Merasim Taburu Bandosu’nun davulunda “Türk Hava Kuvvetleri Bandosu” yerine “Turkis Air Force Band” yazıyor olmasıdır.
Artık kabul edelim ki “Açılım” ve “Demokrasi” taleplerinin üzerlerinde, “Kürt Sorununu çözüm” haritaları ve “Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi” plânlarının altlarında hep “Turkis Air Force Band” yazmaktadır amma, limon suyu ile. Güneşe tutmayınca gözükmüyor, burada Güneş, “Tarih şuuru” oluyor..
O davulun üzerine “Türkis Air Force Band” öyle birdenbire düşmedi. O yazının oraya yazılmaya başlanması, Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ruh ve iradeye “mesafe konduğu” andan itibaren başladı ve iş gide gide Müslüman Türk’ün kendi eceline âşık olma noktasına vardı...
Artık, TSK’nın üzerinde o ibare vardı.
Milli Eğitimin üzerinde o ibare vardı.
Kalkınma plânlarının üzerinde o ibare vardı.
Hükümetlerin alnında o ibare vardı.
Ders kitaplarında o ibare vardı.
“Allah Allah” diyerek denize döktüklerimizi “Allah’la aramıza mesafe koyarak” geri çağırdık. Bu arada müstevli de akıllanmıştı. Bize, “Allah” diyerek yaklaştı, “Allah” diyenler ise ABD’yi Allahlaştırarak yani her fiil ve davranışlarını “Allah ne der” diye değil, “Amerika ne der, Amerika nasıl sekte vurur yahut destekler” diye ayarladıkları için bugünlere geldik dayandık..
Geldiler ve artık her yerdeler. Camideler. İktidardalar. Muhalefetteler. Ordudalar. Eğitimdeler. Gazete ve televizyondalar. Üniversitedeler. Ticaretteler.
Türkün her meselesinde masanın
iki tarafındalar. Hangi taraf kazanırsa
kazansın kaybeden Türk milleti, kazanan o olacak.
Ne kadar haklı ne kadar haksızız bunu anlamak hiç de zor değil.
Türkiye’nin en başarılı olduğu konu olarak “Ekonomi” gösteriliyor, öyle değil mi? Ekonomi, yani para! Siz şimdi “Para”nın gittiği adresi takip edin. Göreceksiniz ki para sadece Türk’e gitmiyor.
Bir önemli kıstas da Meclis’tir.
Meclis yani “Milli İrade”nin neşet
ettiği yer?
Siz bir de Meclis’e, Mecliste çıkan kanunlara bakın, daha çok kimin işine yarıyor? Emperyalizme meydan okuyarak kurulan Türk devlet ve milletinin mi? Yoksa küresel güçler, şirketler ve bölücü unsurların mı?
Biz bu satıları yazarken İlhan Kesici’nin istifa haberi geldi, umurumda değil. Biz ufukta bu taşları yerinden oynatacak bir omuz göremiyoruz çünkü.
Herkes derece derece “sistemin parçası” sanki...