Kerpicin suçu, siyasetçi temiz!
Hürriyet’ten Kanat Atkaya, “Deprem bize ne yapar?” yazısına, “Deprem nedir çok iyi bilen bir ülkeyiz” cümlesi ile girmiş.
Ben ise, “Acaba?” diyorum.
Hayır, biz deprem konusunda hiçbir şey bilmiyoruz, depremle iç içe yaşadığımız, birkaç yılda bir binlerce ölü ve yaralı, trilyonlarca liralık maddi zarar çektiğimiz için, bizi herkes, “Deprem nedir çok iyi bilen!” insanlar sanıyor, tuhaf olan, biz de kendimizi, depremi bilenlerden sanıyoruz.
Belki şimdi içinizde, “Yahu bizim kadar depremle birlikte yaşayan var mı, biz bilmezsek kim bilecek?” diyenleriniz vardır, “Birlikte yaşamakla, bilmek” doğru orantılı olsaydı, ilahi bir tesadüftür, depremin olduğu gün “Dünya Kadınlar Günü” idi ve bütün gazete ve televizyonlar “Türkiye’de kadının kıymetinin bilinmediğini” örnekleye örnekleye bitiremediler. İnsan yirmili yaşlardan sonra ömrünün sonuna kadar birlikte yaşadığı ve birlikte uyuduğu kadınını bilmezse, yerin on binlerce kilometre altında uyuyan depremi nasıl bilsin a beyim?
Ve a beyim, bizler depremin “Büyüklüğü” ile “Şiddetini” bile karıştırıyoruz. Literatüre baktım bu işin hocaları dahi, “Depremin şiddet” ile “Depremin etkisini” aynı şey olarak öğretiyorlar. Ben garip bir kalem emekçisiyim ama “şiddeti” ile “etki”nin aynı olduğuna beni hiçbir üniversite inandıramaz. Hızı ve kalitesi aynı, çarptığı demir direkler de aynı olan iki otomobilin çarpma şiddeti elbette aynıdır ama etkisi hava yastığı bulunanda farklıdır, bulunmayanda farklıdır, emniyet kemeri kullanmış olanda farklıdır, kullanmamış olanda farklı. Söz deprem olduğunda “etki” en az “maddi” ve “psikolojik” olarak da ikiye ayrılır. Ben Düzce depremi sonrası bir arıza sırasında duran metroda kendini yere atarak “Deprem!” diye bağıran kadın bilirim. Yani depremin etkisi yıllarca sürer, siyasal, sosyal ve kültürel etkileri bile vardır, romanlar yazılır, ağıtlar yakılır.
Neyse..
Bütün depremzedelere geçmiş olsun diyorum. Rabbim bizlere depremle birlikte yaşayacak akıl, imkân ve siyasetçiler nasip etsin. Âmin. Deprem sonrası kimler ne diyor diye şöyle bir televizyonlara göz gezdirdim. Pek çok kişi Elazığ’daki sıcak depremin soğuk yüzünün değil İstanbul’da yaşanacak olan depremin kendi canlarını ne kadar yakacağının derdine düşmüştü, canım sıkıldı, bu zor günde İstanbul’un Elazığ’a el uzatması gerekirken yıkıntılar altındaki Elazığ, “Bana bak, ibret al!” diyerek İstanbul’a el uzatıyor gibiydi..
Yoksullar hep böyledir, yıkıntıların altında bile tokların işine yararlar.
Tabii herkesin ne dediği değil yaraya merhem olacak makamın ne dediği önemliydi. Orası da, “Suç kerpiçte!” diyordu. Kulaklarıma inanamadım, dünkü gazetelere baktım hakikaten “Suçlu kerpiç” demiş başbakan. Bu, “Mehmetçiği kurşun şehit etti!” demek gibi bir şey. Bir bakıma, “Kör müsün Mehmet, kurşun gelirken niye eğilmedin” gibi. Elazığlılar sanki tütün ve esrar bağımlısı gibi “Kerpiç bağımlısı”; ellerinde betonarme ev yapacak imkânları mebzul miktarda mevcut ama onlar, “Ben kerpiçten vazgeçmem arkadaş” diyor, öyle mi?
Olur a, belki türbelere çul bağlama gibi kerpiçten ev yapma inancı da olabilir insanların; belki de töredir kim bilir, diye düşünüyorken, bir öğretim üyesi, “Bölge halkının yıllık geliri 700 TL’dir” deyince, yoruldum, vazgeçtim..
Vazgeçtim ve tiksindim, bu gün de adrese teslim bir ihale kotarsam, İstanbul’dan trilyonluk bir villa daha alsam derdinde olan Ankara’dakilerden.