Kerkük'e yapay tarih oluşturma telaşı
Bir üniversite hocası olan Doç. Dr. Abdullah Kıran 31 Mayıs 2012 tarihinde yazdığı “Türkiye, Kerkük referandumuna vetosunu kaldırmalı” yazısında, Türkiye’nin Kürtlerin sevgisini kazanmak için Türkmen şehri Kerkük’ün Kürt bölgesine bağlanması için Kürtlere destek vermelidir iddiasında bulunuyor ve Türk kamuoyunu yanlış yönlendirmeye çalışıyor. Sözde konunun uzmanı bir üniversite hocasının bu kadar sığ bilgilere sahip olması gerçekten şaşırtıcıdır.
Kürtler, Kerkük konusunda siyasi çalışmalarının yanı sıra, siyasetçiler ve yazar çizerleri ile de, bölgenin yani Türkmeneli topraklarının Kürt bölgesi olduğu, nüfusunun da Kürt olduğu iddiasını yazarlar ve dünyayı yanıltmaya ve kandırmaya çalışırlar. Kendilerine yapay geçmiş yaratmaya çalışıyorlar, ama tarihi dayanakları yok ve iddialarını da hiçbir tarihi kaynak doğrulamıyor.
Şimdi soruyoruz madem ki, Kerkük’te Kürt nüfusu çoğunluktaydı da Kerkük ve Musul’u Kürtler işgal edince, neden Kürtlerin ilk işi nüfus kayıtlarını ve tapu evraklarını yok etmek oldu?
Mademki, Kürtler Kerkük seçimlerinden emindiler, ne diye Irak’ın Kuzeyinden kamyon kamyon adam taşıdılar? Daha nice akıl almaz hilekarlıklara niçin başvurdular?
Kendine, nüfusuna, güvenen kişiler bu kepazelikleri yaparlar mı hiç?
2003 Nisan Irak işgalinden sonra Kerkük’e ithal edilen 700 bin Kürde ne diyeceksiniz?
Bugün Kerkük silah zoru ile Kürtlerin işgali altında. Kerkük tarihi olarak Kürtlere ait ise, o zaman Kürtler neden Kerkük’ü hem 1991 hemde 2003’de yağmalayıp, yıkıp, talan ettiler? İnsan kendi şehrini yağmalayıp, yıkıp, talan ettiğini hiç duydunuz mu? Yorumu sizlere bırakıyoruz, saygılarımızla.
Semih Ali
+++
Ezan-ı Muhammed’e
“Vatİkan
güncellemesi”
“Kur’an-ı Kerim var oldukça müslümanlarla diyalog zor” diyen Dinlerarası diyalog kurulu başkanı Kardinal Tauran’ı bir kenara itmeyin. Çünkü diyalogcuların kilisede okuttukları ezanda “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah’’ kısmı çıkartıldı !
Bu Peygamber Efendimize (sav) ve İslam’a alenen hakarettir.
Bu Ezan-ı Muhammed’e “Vatikan güncellemesi” yapmaktır!
Vahi bir konu halinde tohumlanma gayesindeki bu hayırsız birleşmenin yasak bir meyvesi oluşmadan, bir an önce son bulması için gerekli adımların atılması çağrısı her müslümanın boynunun borcu olmalıdır.
Mehmet Görmez’den tek bir ricam var ; “İslam’da tebliğ” konusunun “dinler arası diyalog” zihniyeti ile nasıl örtüşmediğini lütfen açıklayınız
“Allah(c.c) doğruyu söyleyenlerle beraberdir.”
Erkin Tufan
+++
“Bayrak” Şiirine Sansür,
“Bayrak Şairi”ne Saygısızlık
Milli Eğitim Bakanlığı, Türk Edebiyatı kitaplarına bazı şairlerin birkaç şiirini daha ilave ederken, Arif Nihat Asya’nın milletimizle ve albayrağımızla bütünleşmiş bu şiirinden şu bölümü çıkarttırıyor: “Sana benim gözümle bakmayanın / Mezarını kazacağım. / Seni selâmlamadan uçan
kuşun / Yuvasını
bozacağım.”.
Bu edebî katliamın sebebi neymiş? Bir milletvekilinin soru önergesine verdiği cevapta Bakan Dinçer diyor ki: “Talim ve Terbiye Kurulu’nun ders kitapları ile ilgili kararında (seçilen metinler öğrencileri iyiye, güzele, doğruya yöneltmeli, iyi alışkanlıklar kazandırmalıdır) hükmü gereğince ve öğrencilerin bu mısraları yanlış anlayabilecekleri düşüncesiyle bu çıkarmayı yaptık”.
Sayın Bakan, dört işlem yapmıyoruz, bir edebî eserin katlinden söz ediyoruz. Bu her şeyden önce millî şairimiz Arif Nihat Asya’nın manevî hâtırasına bir saygısızlıktır. Sonra milletimize bir saygısızlıktır. Ayrıca İstiklâl Marşı gibi millete malolmuş bir şiiri bu şekilde sansürleyemezsiniz. Haydi siz bir İşletmecisiniz, edebî metinleri yorumlamakta sıkıntı çekebilirsiniz. Fakat Talim ve Terbiye Kurulu’nun Türkçe-Edebiyat Uzmanları yok mu? Onlar da mı bu şiirin ruhunu kavrayıp bu mısraları parça bütünlüğü içinde yorumlayamıyorlar mı? Yoksa yorumluyorlar da, cesaret edip büyüklerimize söyleyemiyorlar mı?
Sakin Öner
+++
“Parti içi muhalefet” e alternatif:
“Ben daha iyi yaparım” yarışı
(...)
Siyasi partiler kongre süreçlerine girdiği zaman, hız kazanan yönetme arzusu sadece muhalefet adıyla değerlendirilmemeli. Yönetme arzusu taşıyan kadro, yarışa dahil olurken “daha iyi yaparım, yada yaparız” sloganı eşliğinde kampanyasını sürdürürken, mevcut tarafından ağır eleştirilere maruz kalabiliyor. Bu durumda daha iyi yaparız diyenler de aynı üslubu takındıkları zaman, başarı adına iyi niyetlerle ortaya çıkanlar, partiye mesafe aldırmaktan ziyade kırılmalara, motivasyonun zayıflamasına ve bir çok değerin tartışılarak yozlaşmasına sebep olabiliyorlar.
Bir siyasi parti için daha da tehlikelisi bölünmeler yaşanabiliyor. Siyasi partiler tarihimizde bunun somut örnekleri mevcuttur.
Parti içi kırılmalara ve ayrışmalara sebep olan bu durumların giderilmesi ve seviyeli yarışlar için; nitelikli dava adamlarının önce partim anlayışını sözde değil özde savunacak, dava hukukunun bilincinde olan, karalama kampanyalarıyla değil başarı için somut planlar ortaya koyabilen, takım ruhu oluşturarak hedefi “yerel de ve genel de iktidar olmak” olan niyetlerin, samimi duygularla pekiştirilerek ortaya konulmasında zaruret vardır. Bu zaruri durumlar emin olun ki en kısa zamanda derlenmeye, toparlanmaya vesile olarak siyasi partilere ve Türk siyasetine yeni bir üslup kazandırmış olacaktır.
Bu samimi muhalefet etme anlayışı, liderin ve teşkilatın elini güçlendirerek daha nitelikli kadrolarla mevcut siyasi partiyi tez zamanda iktidara taşıyacaktır.
(...)
Erol Gül / nettavir.com
+++
Ayarlarımız değiştiriliyor
“Dön baba, dömbek baba / Hacılara giden baba,
Yağlı börek yiyen baba / Dön baba, dömbek baba... dön... ”
Vızvız böceği dediğimiz, iri yuvarlak gövdeli, iri bacaklı, gövdesi güneş vurdukça yaldız yaldız parıldayan, koyu renkli bir böceği arka ayağından bağlarlardı azgın oğlan çocukları. Böcek uçmak istedikçe bacağından yakalanmış olduğu için kaçamaz, uçarak uzaklaşamaz, bağlı olduğu ipin boyu kadar bir aralıkta havada daireler çizerek uçup dururdu...
“Uç böcek uç uç böcek... Uzaklara giden böcek... Türlü çiçek gezen böcek... Uç...” derken böceğe üflerlerdi. Böcek üflemenin etkisiyle sersemleşir, uçar giderdi.
Bizi yıllardır döndürüyorlar. Üstümüze üstümüze üflüyorlar... Hele bu son on yıldır fır fır döndürüyorlar, bacağımızdan değil ama boğazımızdan bağlamışlar... Sadakaya bağlamışlar... Kendilerine boyun eğme şartına bağlamışlar geçim kapılarını açmayı. Yandaşlara gözü kapalı dağıttıkları yerleri, mevkileri, işleri, diğerlerine nazla, verir gibi yaparak umutlarını bile bağlamışlar insanların.
Feza Tiryaki / guncelmeydan.com
+++
ABD’ye verdiğiniz sözünüzü tutunuz
Temeli ABD de kazılmış,
OSLO’da yazılmış,
mutabakat sağlanmış,
anlaşmaya bağlanmış,
Obama tarafından
onaylanmış,
hükümet tarafından AK lanmış,
kocaman bir kasada iki sene saklanmış
olan Anayasa yeniden yazılıyormuş!
Öyle mi?
Ben bunu yemem,
yiyenler sofra kursun
hem de önden buyursun!
Av. Mehmet Sevim
+++
Bir şehit yakınının isyanı
Bu yazı sitemize gelen bir okuyucu mektubu veya bir şehit yakının bize gönderdiği haber metni değildir. Bizzat benim durumumu ve hissiyatımı anlatan bir yazıdır.
Ben 25 yılını Emniyet Teşkilatının çeşitli birimlerinde, gece gündüz, büyük fedakarlıklarla ve onurla görevini ifa etmiş bir polisin kızı ve babasından bayrağı alarak on yıl bu polis teşkilatında görev yapan yine görevine giderken elim bir trafik kazası sonucu yaşamını yitiren şehit bir polisin kardeşiyim.
Kardeşim 2005 yılı 10 Nisan’ında devletin kendisine zimmetlediği motosikleti üzerinde yine devletin giydirdiği üniforması ile elim bir trafik kazası sonucu Muğla’nın Marmaris ilçesinde göreve giderken Hakk’ın rahmetine kavuştu...
Hak nazarında mertebesi nedir bilemem, lakin devlet nazarında “görev şehidi” olarak nitelendirilmiştir. İnşallah şehitlerimizle haşrolmuştur...
Evet, kardeşim görevini yaparken şehit oldu, Muğla’da düzenlenen törenin ardından naaş’ı albayrağa sarılı bir şekilde evimize geldi o gün evimize düşen bir ateşti ve devletim “şehittir” belgesini babama teslim etti...
Daha sonra öğrendiğimiz üzere devletin şehit ailelerine sunduğu iş istihdamıyla ilgili bir kanun maddesi varmış, araştırdık.
TERÖR EYLEMLERİ NEDENİYLE ŞEHİT VE MALUL OLANLARIN YAKINLARININ VE ÇALIŞABİLECEK DURUMDAKİ MALULLERİN KAMU KURUM VE KURULUŞLARINDA İSTİHDAMI...diye devam eden ilgili madde.
Bu durumda kardeşim trafik kazasında vefat ettiği için umudumuz kalmadığından kanun kapsamının dışında kalıyordu. Bizde bu yüzden hiçbir girişimde bulunmadık, benim kardeşim bir mayına basmadı ya da hain bir kurşunun hedefi olmadı, kolu bacağı kopmadı demek ki kardeşimin memuriyet hakkının devam ettirilmesi hakkına sahip değiliz dedik ve hiçbir girişimde bulunmadık...
Lakin ülkemizde son yıllarda yaşanan afları ve düzenlemeleri izlerken dedim ki;
Her şey aklıma gelirdi de bölücülerin şehit ve gazilerden daha değerli olacağı aklıma gelmezdi...
(...)
Şimdi soruyorum bir devlet neden;
* askerine ve polisine kurşun sıkarak bölünmez bütünlüğüne halel getirmeye çalışanların ayağına giderek mahkeme kurar,
* kendisine kasteden teröristi neden pişmanlık yasasından faydalandırır, topluma kazandırma adına maaşlı iş verir,
n Bunu yaparken de aynı imkânı neden şehidinin yakınına sağlamaz,
* “Şehittir” yazısını verdikten sonra şehitleri neden “görev şehidi” “terör şehidi” diye ayırır,
* Af kapsamından faydalandırarak dağdan inenleri ”hiç bir terör eylemine karışmadıkları tespit edilmiştir“ diyerek topluma kazandırmak adı altında iş temini yapar,
* Vatan hainlerini hastaneye ve mezarlığa ambulanslarla götürür de, şehidini neden kamyonetin kasasında ailesine teslim eder,
* Uludere’de katır sırtında bilmem ne kaçırırken devletin kurşunuyla öldürülen kaçakçıya neden tazminat adı altında 123 bin TL menfaat sağlar.
Düz mantıkla bakıldığı zaman bu devletin bizlere sahip çıkması için silahı elimize alıp dağa çıkarak sonrasında “ben pişmanım beni topluma kazandırın” mı dememiz lazım!
Serap Ayvasakı / haberulkesi.com